Cennet SEPETCİ
“İnsanın ülkesi neresidir peki? Belli bir toprak parçası mıdır? Oradaki ırmaklar mıdır? Göller mi? Gökyüzü mü? Ayın doğuşu mu? Güneş mi? İnsanın ülkesi ağaçlar mı, bağlar, çimenler, kuşlar, kayalar, tepeler ve dağlar ve vadiler midir? İklim midir? Bir yerin ilkbaharı, yazı ve kışı mıdır? Kulübeler ve evler, şehrin sokakları, masalar ve sandalyeler, çay ve sohbet midir? Yaz sıcağında dalında olgunlaşan şeftali midir? Toprakta yatan ölüler midir? Göğün altında, o ülkenin her yerinde konuşulan dilin sesi midir? Genizden ve yürekten gelen şarkı mıdır? O dans mıdır? İnsanın ülkesi havaya, suya, toprağa, ateşe ve hayata ettiği şükran duaları mıdır? Gözleri midir? Gülümseyen dudakları mıdır? Keder midir?” William Saroyan
Bazı kaynaklar/kitaplarca ilk insana kadar dayanıyor insanlığın göç tarihi. Adem ve Havva’nın cennetten dünyaya gelmesiyle başlayan, ölümün metaforu olarak da sıkça karşımıza çıkan bir sözcük, göç. TDK’ya göre “ekonomik, toplumsal ve siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret” anlamına gelse de çok daha geniş bir çerçevede ele alınabilir bir kavram. Ve bu kavrama çoğu zaman, yerinden edilme, istila, savaş, mülteci, ölüm kelimeleri de eşlik ediyor. Ulaşabildiğim hiçbir sözlük ya da tanımda hayvanlardan bahsedilmemesi, göçün sadece insanı ilgilendiren bir sözcükmüş gibi anılması da biraz canımı sıkıyor.
Ursula Le Guin’in “Güçler”ini bir göç ve ev arayışı olarak okumayı seviyorum. Tüm hikaye boyunca Gavir’in ait olduğu yeri arayışını takip ediyoruz. Ne köle olarak satıldığı ‘ev’e ait, ne kaçıp gittiği topluluğa, ne çok sonradan bulduğu kendi halkına ait ne de ormana. Kitap bir haritayla açılıyor, serinin diğer kitapları gibi. Bu harita bir taraftan da Gavir’in -çoğunu- tek başına, bazen yürüyerek bazen bir taşıtla yaptığı göçün haritası. Ev’ini arıyor Gavir, en sonunda çok önce ‘gördüğü’ bir ‘anı’da buluyor o evi; Bir şairin dizelerinde. Ezbere bildiği dizelerle yürüyor tüm o yolu, bazen kaçıp saklanıyor bazen bir meczup gibi bilinçsiz dolanıyor. Şairi bulmasıyla bitiyor Gav’ın ev arayışı. Hem bedenen hem zihnen yapılan Le Guin’ce bir göç harmanı ‘Güçler’. Geçtiğimiz günlerde doğum gününü kutladığımız Ursula K. LeGuin’i başka bir göç hikayesi vasıtasıyla anmak istemem ve Güçler’i çekip çıkartmam da bu yüzden sanırım. Hangi hikaye diğerini çağırdı pek ayırt edemesem de…
“Displaced”, yerinden edilmiş anlamına gelen, ismini de layıkıyla taşıyan iki kişi ve bir bisikletle sahnelenen bir performans, bir göç hikayesi. William Saroyan’ın İnsanlık Komedisi’nde kaleme aldığı ve Lusin Dink’in yönettiği 2013 yapımı ‘Saroyan Ülkesi’ adlı belgeselin son kısmında kullanılan monolog bir döngü içinde kadın sesinden Ermenice başlayarak erkek sesinden İngilizceye dönerek devam ediyor fonda. İlk döngüde sadece ilk cümlesi dişilden erile, Ermenice’den İngilizceye dönüşen monolog her döngüden sonra giderek daha az Ermenice ve daha çok İngilizce olarak duyulmaya devam ediyor. Eserin sonuna yaklaşıldığında monoloğun tamamı İngilizce; “İnsanın ülkesi neresidir peki?…”
Bir taşıt bir araç olmadan geçilemeyen bir sınır Storskog Sınırı. Rusya ile Norveç arasında yer alan ve göçmenlerin yürüyerek sınırı geçemeyeceklerini öğrendiklerinde buldukları yöntem bir bisiklet bulup pedal çevirmek.
Bir kadın bir erkek iki kişi bir bisiklet bir bavul ve birkaç tuğladan ibaret sahne, bir de ipler var birbirlerinden ayrılamadıkları. Bir bisikletle ‘ev’lerini ‘ülke’lerini arayan, zaman zaman düşen, kalkan, yakalanma endişesi ve tedirginliğinin hemen her an hissedildiği, bilinçli bir tercih olarak bir sahne yerine sergi mekanın tercih edildiği performansın anahtar kelimeleri Göç, beden, bisiklet, iltica, mülkiyet, tahakküm, sömürü, iktidar, ülke, sınır, bağ, deniz, bot, kayık, nefes, yol ve zaman. Bir sınır oluşturmak, aidiyet ve mülkiyetin fiziki temsili olan tuğlalar kimi zaman yol oluyor, kimi zaman engel bazen de bir sığınak. Hemen her fondaki görsel değişiminde, oyuncuların her hareketinde, monologrardaki dilin, cinsiyetin her değişiminde tüm bu anahtar kelimelerin tek tek sorguya çekildiği ve kişisel bir göç hikayesi olsun olmasın izleyen herkesin bir şekilde, bir yerinde kendinden bir şeyler bulup uzun bir hesaplaşmaya gireceği ‘Displaced’, Ezgi Adanç ve Ertürk Erkek’in performansıyla 9 Kasım’da Karşı Sanat’ta bir kez daha o kadim soruya yanıt arayacak; “İnsanın ülkesi neresidir?”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***