Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Gecenin Çanları

Gecenin Çanları


Şeref BİLSEL


öldü adonis/ ağlıyor güzel kızlar/ dönmeyecek o (Efrahim Nevzat)

‘kara haykular’ alt başlığını taşıyor Efrahim Nevzat’ın ilk ve son kitabı. 1962’de doğan şair 30 Temmuz Salı 2024’te aramızdan ayrıldı. Herkes değil de bazılarımız bir mektup sayılır, dünyadan zamansız atılmış. Sonia Sanchez’in “Şiir Şarkı Haiku’ adlı kitabını evin ve şiirimizin büyük oğlu Emirhan Oğuz’la birlikte Türkçeye kazandırmıştı. Bir başka masalcı kardeş Levent Turhan Gümüş kitaba yazdığı ‘sunu’ metninde: “Kanser teşhisi konulduğunda ne yazık ki hastalık dördüncü evresindeydi. Yılmadan, onun tabiriyle ‘iblis’le saygıyı hak eden bir dirençle savaştı ve her seferinde yeniden ayağa kalktı. Bu, onun ‘yoksul’ ama dirençli karakterinin doğal bir sonucuydu. “demektedir. Doğum adıyla ‘Burhan Gümüş’ olarak bildiğimiz Efrahim Nevzat; Babası Efrahim Küçük Gümüş ( babam öldü/ onu seçmişti Tanrı/ benim de öldüğüm gün)’ün ve 1978 şubatında çok erken yitirdiğimiz bir ‘abi yoldaş’ının ismini kendine müstear olarak seçti: Efrahim Nevzat. Başka diyarlardan, seslerden, direnişlerden, özlemlerden yürüyerek seçilmiş bir ad.

Şimdi bir kitapla baş başa, şairinin bir zamanlar sürgün olduğu Ege’de bir kasabada, ölümünden birkaç gün önce göz göze geldiği kitabının sayfaları arasındayım. Tertemiz haikular. Havaya, suya, ağaca sessizce dokunan, oradan hayatın gölgesi altında en çok da ölümle söyleşen mısralar. Eskilerin Sehl-i mümteni dediği, kolay söylendiği sanılan ve fakat benzerinin söylenmesi zor olan söz, mısra, beyitlerle yüklü kitap. “demek ki hayat/ bir yalan değilmiş/ gerçekmiş çünkü ölüm”

Bazı hayatlar tek başına okunmuyor ve kâğıtta durduğu gibi durmuyor. Kâğıdın altı yorgunluklarla, özlemlerle doludur kimi zaman. Kitabın ‘sunu’ kısmından devamla: “ Kolay bir hayatı olmadı. Hep çalıştı, direndi. Üniversitede, akademik kariyerde kalması siyasi nedenlerle engellendiğinde Ege sürgünü olmayı tercih etti. Beklentileri, özlemleri oldu ama en çok babasını özledi. Babası, babamız bize kol kanat geren, kollayan ‘Kartal’ımızdı.” Bu ‘kartal’ sadece ev içlerinde değil çArşı’nın göklerinde, Gezi halk forumlarının içinde de sağlam kanatlarla rüzgâr üretmeyi sürdürdü. Editörlük yaptı, nice kitabı okurla buluşturdu, hurufatın içinde uzun yıllar nefeslendi, kendi gölgesi peşinde bir dalgınlığa doğru gitmeden önce: “ gölgemi arayarak/ yürüyorum yapraklar altında/ ıslanıyor yağmur”

Derinde olanı duymak, konuşmak onunla herkesin içinde sessizce. ‘Gecenin Çanları’ndaki şiirler böyle söylüyor bana. Kalabalığın içinde kendi yalnızlığına sahip çıkanın zamanla, hayatla, ölümle yüzleşmesinden geriye kalan, kabuk bağlamış tarihi yaraları da unutmayan darası düşülmüş bir söyleyiş eşlik ediyor bizlere. Henüz gidilmemiş uzak bir yıldızdan bakmak kendi dağlarına dışarıya hissettirmeden. Acı, ağrıyı dolaşıp süzüle süzele dolar dizelere, kendi yağmurunu dışarıdan beklemeden: “ağlıyordun/ sokağın ortasında/ ıslanıyordu keder”

Bir oksimoron ( ikirciklem) iklimi karşılıyor bizleri şiirlerde. Çelişen, zıtlaşan kavramların bir araya toplanıp ses vermesi. Karşıtların birliği üzerinden söz almak, şiirleri felsefi bir alana çekiyor. Söz, eksiltili cümle gibi kendini okurda tamamlamaya doğru yürüyor. Okur, böylece devinim kazanıyor; izlemiyor, kendisine gösterilene katılıyor. Bir söyleyiş sanatı olarak oksimoron’la paradoks arasındaki sınır itinayla korunuyor. Türk şiirinde ‘zaman’ı odağına alan nice metin var, en ünlülerindendir ‘Bursa’da Zaman’; ama hastane adı verip – eski adı üstelik, orda da bir dilsel direnç var- üstelik amansız hastalıkla boğuşurken yazmak ve ölümün yanına ‘cazibe’yi koymak kolay değil: “ gata’da zaman/ damardan işliyor zehir/ ve cazibesi ölümün”

Şiirlerin yazıldığı – psiko- sosyal- iklim düşünülünce olumsuzluk çağrıştıran sözcüklerin yoğun olması elbette anlaşılıyor. Ölüm teması etrafında irili ufaklı nice yol mürekkebini yalnızlıktan çekiyor. Yalnızlıktan alınan mürekkeple gürültüyü izah etmek ve hatıranın yanına ‘yaşanmamış’ı ekmek. “ yalnız bir adam/ yaşanmamış bir hatıra/ kimsesiz ölüm” gibi seslenir “ gecenin çanları”nda. Kitaba ad olan, çok güzel bir isim. Alt başlıkta haiku yerine ‘hayku” – ‘kara haykular’- denmiş olması şiirlerin güzergâhını iyi ifade ediyor.

Şiirimizde ‘ölüm’ teması kitaplar, antolojiler boyu önümüze çıkar. Ölüme dışarıdan bakılmıştır çoğu zaman, bir kabartma gibi durur dizelerde. Geçerken uğranılmış, ziyaret edilmiş bir üvey baba. Efrahim Nevzat ziyaret eden değil, ölümle birlikte sözcükleri ağırlayan, evin içinde, ev sahibi. Bize bir sagu, mersiye, ağıt yazmıyor; ölüm duygusunun yıkıcılığına kapılmadan realitenin sertliğiyle çarpıcı biçimde tanıştırıyor bizleri. Bütün bunları yaparken ‘baba’ ve ‘çArşı’ya çıkan çağrışımlar da açık tutuluyor: “ölünce kartal/ soğur koyağın rengi/ ve donar ırmak”

Kıyıyı kaybetmemek için ölümü kerteriz almış bir açık deniz seferi: “gecenin çanları”ten ile tin arasında – kara ile deniz arasında olduğu gibi- ‘adlandırmak’ var olmak gerilimi burada da var. Bedene doğru konuşan beyin, fark etmenin derin yalnızlığına rağmen düşünceden kopamamak. Olmayacağın zamanlar üzerinden metanetle söz almak. Kalbin düşüncesine, aklın duygusuna karşı kederi, kadere teslim etmemek. Hakkını vermek kederin. “ruhum isyanda/ bir adada bedenim/ buluşuyor tuzla”

Gitmek olmasa şiir olur muydu? Sevgilinin, annenin, babanın, kardeşin, hâtıranın gitmesi… Gidenin, gittiğiyle kalmaması, hayatın içinde tutulması, ‘gitmemiş’ sayılması da değerli elbet. Ne güzel söylenmiş, haiku felsefesini ayaklandıran bir örnek. Sade, yalın, doğadan yana ve sinematografik.

“gidiyorsun/ arkanda külden izler/ çekiliyor ay”

Efrahim Nevzat’ın yakın menzilinde – bana da ziyadesiyle hakkı geçmiş- güzel, yiğit ağabeyler var. Bugün mumla arasan bulamazsın neslinin son örneği güvenilir kahramanlar.

“palamar çözdü

güzelcehisar vapuru

veda zamanı”

Elimizdeki kitap Ayrıntı Yayınları Şiir dizisinden çıktı. Ayrıntı yayınları şiirde, son on yıldır muazzam bir çabanın içine girdi. Klasik eserlerden modernlere birçok kitap yayımladı. Her türlü meta ilişkiden uzak durduğu gibi sahifelere ismi vurmasa da büyük şair Emirhan Oğuz’un soluğu kendini duyuruyor bu çabada. Efrahim Nevzat’ın kitabı “ Gecenin Çanları” serinin 50. Kitabı olarak yayımlandı. Resimler: Erdal Ünal; İllüstrasyon: Betül Sinanoğlu; arka kapak fotoğrafı: Mehmet Özer; Kapak Tasarımı: Petek Yılmaz; Kapak Düzeni: Gökçe Alper. Emeği geçenlere minnetle.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version