Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Anayasa Mahkemesi hala etkin bir iç hukuk yolu sayılabilir mi?

Anayasa Mahkemesi hala etkin bir iç hukuk yolu sayılabilir mi?


İnsan hakları yargılamasında ‘Etkili içi hukuk yolu’ kavramı kriterleri oturmuş önemli bir meseledir. Etkili iç hukuk yollarının sırasına göre ve usulüne uygun olarak tüketilmemesi önemli bir kabul edilmezlik sebebidir.

2010 yılı Anayasa değişikliği sonrasında bireysel başvurunun Türk hukuk sistemine girmesi ve 2012’de fiilen Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları kabul etmeye başlamasından sonra 2013 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, AYM‘nin yapısı, yetkileri, ilgili mevzuat, başvurunun usulü, başvuruya konu haklar, ulaşılabilirlik ve AYM kararlarının icrası temelinde yaptığı inceleme sonuncunda Anayasa Mahkemesi’ni teoride etkili bir iç hukuk yolu olarak kabul etmişti.

Bununla birlikte kararın sonunda AİHM, Anayasa Mahkemesi içtihadının, kendi içtihadı ile tutarlılığını inceleme hakkını saklı tuttuğunu belirterek başvuru yolunun, teoride olduğu gibi pratikte de etkili olduğunu kanıtlama yükümlülüğüne vurgu yapmış ve son denetim yetkisini saklı tuttuğunu belirtmişti.[1] AİHM uygulamasında koşullarına bağlı olarak bir iç hukuk yolunun tamamen etkin olmadığına karar verilebileceği gibi kısmen etkili olmadığına veya belli dava tipleri için belli koşullarda etkin olmadığına da karar verilebilmektedir.

Nitekim AİHM, 90’lı yıllardan yoğun yaşanan köy yakma hadiselerinde mağdurlarının zararlarının tazmin edilmemesi ve hadiseyi gerçekleştirenler hakkında gerekli soruşturmaların yapılmaması temelindeki şikayetlere dayalı olarak Akdıvar ve diğerleri kararında, devlet makamlarının bu hak ihlallerine hoşgörülü davranması ve hukuki süreçlerin başvurucular için faydasız olması nedeniyle başvurucuları iç hukuk yolunu tüketmekten muaf tutarak bu davalar yönünden Türk mahkemelerinin etkin hukuk yolu olmadığına karar vermişti.[2] AİHM etkili iç hukuk yolu incelemesinde özellikle Sözleşme ile uyumsuz mükerrer eylemlerden oluşan idari pratik ve buna karşı devlet makamlarınca sergilenen resmi tolerans/hoşgörü hususlarına dikkat etmektedir.[3] Etkin bir iç hukuk yolunun erişilebilir olması, şikayetlere cevap verecek kapasitesinin olması ve şikayetleri telafi edecek çözümü sağlayabilmesi gerekir.

Zarakoğlu, Demirtaş gibi birçok AİHM kararında ifade edildiği gibi Türkiye’de terör örgütü üyeliği suçlaması ile yapılan yargılamalarda yargı pratiği terör örgütü üyeliği suçunu öngörülebilir olmaktan çıkarmış durumdadır. Anayasa Mahkemesi de bu pratiğin dışında değildir. Demirtaş gibi Kürt siyasetçiler ve Kavala gibi muhalifler yönünden AYM’nin derece mahkemelerinden çok da farklı bir bakış açısı bulunmamaktadır. Milletvekilliği dokunulmazlığı konusunda ise Anayasa mahkemesinin uzun süre direnmesine rağmen gelinen noktada kararları uygulanmayan Mahkeme etkinliğini kaybetmiştir. Zira mahkeme olumlu karar vermiş olsa bile derece mahkemeleri, Yargıtay ve Meclis bu kararları uygulamamış ve bu da yetmezmiş gibi Yargıtay AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bu aşamadan sonra milletvekillerinin tutuklanması konusunda Anayasa Mahkemesi’ne gidilmesinin pratikte hiçbir faydası olmayacağı çok net olarak ortaya çıkmıştır.

Gülen cemaatine yönelik kitlesel hak ihlalleri konusunda da Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinden farklı bir konumda değildir. Derece mahkemeleri gibi kişilerin önceki yıllarda cemaatle ilişkilerini gösteren karineleri suç delili olarak kabul ederek suçun unsurlarının oluştuğunu kabul etmekte ve terör örgütü üyeliğinden verilen cezaları hukuka uygun bulmaktadır. Halbuki tarihinin en önemli ve en çok sayıda kişiyi etkileyen kararı olarak nitelendirilebilecek Yüksel Yalçınkaya kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bylock dahil cemaat ile ilişkiyi gösteren karinelerin tek başına terör örgütü üyeliği suçunun maddi ve manevi unsurlarını nasıl karşılayacağının mahkemelerce incelenmeyip bunların otomatik cezalandırma sebebi kabul edilmesi sebebiyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ve aleyhlerine getirilen Bylock bilgilerinin güvenilirliğine karşı sanıklara kendilerini yeterince savunabilme imkanı sağlayacak güvencelerin sağlanmaması ve silahların eşitliği ilkesine aykırı yargılama yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve bu ihlallerin Türk yargısının onbinlenrce dosyaya da uygulanabilir sistemik uygulamalarından kaynaklandığına karar vermişti.

Karardan sonra hem Cumhurbaşkanı hem de Adalet Bakanı bu kararı doğru bulmadıklarını ifade ederek uygulanmayacağı yönünde sinyaller vermişlerdi. Nitekim cezaevindeki kişilerin ailelerine yapılan insani yardımlar terör örgütü üyeliği kapsamında tekrar soruşturmaya tabi tutularak yüzlerce insan bu kararlardan sonra da gözaltına alınmış, tutuklanmış ve soruşturulmuştur. Yine derece mahkemeleri benzer nitelikteki kararları Yalçınkaya kararından sonra da vermeye devam etmişlerdir.

Anayasa Mahkemesi’ne gelince Mahkeme önce bir süre cemaat davalarında karar vermekten imtina etmiş, ancak daha sonra başvurucular iddialarında bunu dile getirse bile sanki AİHM bu konuda bir karar vermemiş gibi eski kararlarının aynısını vermeyi sürdürmüştür.  Üstelik AYM, AİHM kararına neden uymadığını, hangi gerekçelerle farklı bir sonuca vardığını açıklama ihtiyacını da duymamaktadır. Neticede belli konularda AİHM kararlarına uymayan ve kendisinin belli konulardaki kararları da Yargıtay ve derece mahkemeleri tarafından uygulanmayan bir Anayasa Mahkemesi ile karşı karşıyayız.

Bu davalar yönünden (cemaatle ilişkisi karinelerle ortaya konan kişiler açısından) Anayasa Mahkemesi pratikte küçük de olsa bir başarı şansı sunmadığından tüketilmesi sadece zaman kaybı anlamına gelmektedir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu konuda henüz herhangi bir karar vermediği için başvurucuların Anayasa Mahkemesini atlayarak doğrudan AİHM’ne gitmelerini de tavsiye edemeyiz. Bu durumda en makul çözüm Yargıtay’ın kesinleşmiş kararından sonra Anayasa Mahkemesi ve AİHM’e aynı anda başvuru yapmak ve AİHM’ne yapıdan başvuruda Anayasa Mahkemesi’nin Yalçınkaya kararı sonrasında benzer konularda verdiği kararlarını örnek göstererek bu nedenle etkinliğini kaybettiğini iddia etmek ve tüketilmesine ihtiyaç olmadığını ifade etmek olacaktır.

 

[1] AIHM, Uzun v. Turkey (dec.) – 10755/13, 30.4.2013 § 71

[2] AİHM, Akdivar ve Diğerleri/Türkiye, B. No:21893/93, 16/9/1996, §§ 66-67

[3] AİHM, VUČKOVIĆ AND OTHERS / SERBIA, 25.03.2014

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version