Ridley Scott’un 1979 tarihli, kült haline gelmiş filmi “Yaratık” (Alien) birçok sebepten dolayı bu başarıyı elde etmişti. Usta yönetmen her şeyden önce seyirci üzerinde dehşet yaratmayı başarmıştı. İkinci olarak uzay filmi başlığına yeni ve güçlü bir madde daha eklemişti. Ve tabii ki bugün bile her defasında başka türlü yorumlanacak ayrıntılarla bezeli bir yapımdı “Yaratık”.
Hollywood’ta 1950’li yıllarla birlikte yükselişe geçen uzaylı istilası temalı filmler, ‘komünizm paranoyası’nın yerini Soğuk Savaş rekabetine bırakmasıyla birlikte 1960’ların ikinci yarısından itibaren uzaya da taşınmıştı. İnsanoğlu uzaylılar karşısında savunma pozisyonundan çıkmış ve uzayda yolculuk yapmaya, yeni dünyalar aramaya çıkmıştı. 1966-69 yılları arasında yayınlanan “Star Trek” dizisi ve 1968 tarihli “Planet of the Apes” (Maymunlar Cehennemi) ile keşif başka bir boyut kazanıyordu. Stanley Kubrick’in “2001: A Space Odyssey” (1968) ve Andrey Tarkovski’nin “Solaris”inde (1972) ise uzay insanlığın varoluşuna dair soruların mekanı oluyordu. Yetmişlerin ortasında itibaren “Star Wars” serisiyle uzay ile kurulan ilişki karşı saldırıya da dönüşmeye başladı. Uzay artık sömürge ilişkisinin devam ettiği yeni bir düzlemdi. Bu sömürge düzenini formlarından birisi de, ilerleyen yıllarda çokça örneğini göreceğimiz kapitalist yağmanın yeni hali olarak dikkat çekiyordu. İşte “Yaratık”, bir şirkete ait uzay gemisindeki mürettebatın uğradığı canavar saldırısını ve şirket çıkarları uğruna feda edilişlerini anlatıyordu kısaca. “Yapıçözümcü bakışla film, kapitalist normalliğin canavarca olduğunu bildirmektedir; bu nedenle, canavarın, filmin bir noktasında mürettebattan birinin (gerçeklen) içinden çıkması anlamlıdır.”(1) Filmde işçiler, mühendisler ve bilim insanları arasındaki sınıfsal farklılıklar ve hiyerarşi net bir şeklide çizilmiştir.
Geçen hafta itibarıyla salonlarda gösterilmeye başlanan bu evrenin yeni filmi “Alien: Romulus”u ilk filmle birlikte anma nedenlerinden birisi de bu olmalı. Çünkü ilk filmin ertesini işaret etmiyor yalnızca anlatı, aynı zamanda hikayenin girişinde bir ‘sınıf’ vurgusu yapıyor. Üstelik ilk filmdeki emek- sermaye ilişkisi daha konvansiyonel çizilmişken burada bir tür mecburi köleliğe dönüştürülmüş halde görüyoruz.
Kahramanımız Rain, bir maden gezegeninde çalışmaktadır. Yeterli süre çalışıp emekli olacağını düşünürken, ondan habersiz ‘mezarda emeklilik yasası’nın çıktığını öğrenir ve gezegeni terk edip mutlu olacağı bir başka yere (küçük bir sahil kasabası vb.) gitme planları suya düşer. Yapay zekaya sahip ve duygusal refleksler de gösterebilen robotu Andy ile birlikte bir gurup arkadaşının yanına gider Rain ve gezegenden kurtulmanın bir yolu olduğunu öğrenir. Gençler terk edilmiş bir uzay gemisine gidecek ve oradan gerekli malzemeyi toplayıp kaçacaklardır. Ancak, uzay gemisinde tabii ki onları hikayenin esas oğlanı yarı ‘yaratık’ beklemektedir!
Yazının başlığındaki ‘ironi’yi şimdi dillendirebiliriz. “Alien: Romulus” tanıdık. Çünkü gençler uzay gemisine vardıktan sonra ilk filme bolca referans verilen, saygı duruşunda bulunulan bir anlatıya dönüşüyor yapım. Ancak ilk bölümde dillendirilen sınıfsal alt yapı bir kenara bırakılıyor, eski filmdeki siyasal okumalar burada kadük kalıyor ve bir hayatta kalma mücadelesi başlıyor. Ki bu tür serüvenleri seven yeni nesil izleyici için biçilmiş kaftan olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Ama yeni olan şeyler de var. Biz ikisine dikkat çekelim. İlki bir yanıyla bilimkurgu dünyasının kült anlatılarında birisinin evreninde geçen yapım, diğer yanıyla da “Teen-Slasher” olarak da adlandırılan gençlik korkularının izinden gidiyor. Bir grup gencin gitmemeleri gereken yere gidip, aşmamaları gereken sınırı aşıp, sormamaları gereken soruları sorup sonra teker teker avlandığı korku anlatısının mekanı olarak bu kez uzay gemisi seçiliyor. 1981 tarihli korku klasiği “The Evil Dead”ı, 2013’te yeniden yorumladığı filmiyle dikkat çeken yönetmen Fede Alvarez, bir gurup gencin kendini teker teker öldürttüğü filmler konusunda hem iyi bir seyirci hem iyi bir yaratıcı belli ki. Burada da esas kız kalana kadar herkesin avlandığı, yaratığın ilk filmdeki gibi seyirci ve karakterler üzerinde dehşet etkisi yarattığı bir mekana dönüşüyor gemi.
Yeni olan şeylerden birisi de robotlar ve yapay zekanın kullanılma biçimi. İlk filmin android robotu Ash, programlandığı şeyin dışında bir motivasyonu olmayın, tek hedefi şirketin çıkarlarını korumak olan bir varlıktı. Ancak buradaki Andy, ‘sahibi’ Rain ile duygusal bir ilişki de kuruyor. Rain de onu kardeşi gibi görüyor. Tabii ki meselenin yazılımla ilgili olduğunu anlıyoruz. Çünkü o değiştiğinde Andy’nin tavrı da değişiyor. Ama ikilinin arasında ‘insani’ bir bağ olduğu hissettirilmeye çalışılıyor. Bir de tabii ‘üçüncü türle yakın ilişkiler’ bölümü var ki, şimdilik oraya girmeyelim. Bu bir yanıyla da Ailen evrenini büyütecek yeni bir kapıyı da aralıyor.
Bitirirken çok sevdiğim iki serinin, “Terminatör” ve “Yaratık”ın bir türlü beklenen düzeyde genişleyememesinden mustarip olduğumu kişisel bir not olarak ekleyeyim. İkisi de kendi mitolojilerini inşa edecek malzemeye sahip olsa da, çoğu zaman vasatı bir türlü aşamayan işler çıkıyor ortaya. “Ailen: Romulus”un film olarak tatmin edici olduğunu inkar edemeyiz, ancak Alien evrenini genişletiyor mu. Bunu söylemek zor. Belki zaman söyler!
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***