Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

CHP’den Kayseri açıklaması: Sığınmacı sorunun baş sorumlusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır

CHP’den Kayseri açıklaması: Sığınmacı sorunun baş sorumlusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır


CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, Kayseri’de başlayan ve diğer illere de sıçrayan saldırıların sorumlusunun iktidar olduğunu söyleyerek, “Hatta ve hatta ülkemizde yaşanan sığınmacı sorunun baş sorumlusu bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Kayseri Valisi Gökmen Çiçek, bir apartmanın balkonuna çıkarak vatandaşlara sadece sakin olmaları uyarısında bulunmakla yetiniyor ve halka sükunet çağrısı yapıyor. Bu acizlik karşısında hükümet yine çareyi muhalefeti suçlamakta buluyor” dedi.

CHP MYK saat 14.00’de toplandı. MYK toplantısı sürerken gündemdeki konular hakkında değerlendirmelerde bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Deniz Yücel, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kabine toplantısında Kayseri’de yaşanan olaylarla ilgili yaptığı açıklamalara yanıt verdi.

Yücel, şöyle konuştu:

“Bugünkü MYK toplantımızın ilk gündemi milli takımımızın büyük başarısıydı. Euro 2024 Avrupa Şampiyonası’nda Avusturya’yı 2-1 mağlup ederek, çeyrek finale yükseldiler. Ülkece çok zor günlerden geçerken; 85 milyona sevinç çığlıkları attıran, milletimizin bir nebze de olsun yüzünü güldüren milli takımımıza teşekkür ediyoruz. Hep birlikte ülkece yaşanan sevinçlere hasret kalmışız. Turnuvanın en genç ikinci takımı. Hepsi pırıl pırıl, gencecik ve çok başarılılar. Her biriyle ayrı ayrı gurur duyuyoruz. Millilerimize çeyrek finalde Hollanda karşısında da başarılar diliyoruz. Sonuç ne olursa olsun onları bağrımıza basacağız.

Bu hafta hukuki, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla toplumun tamamını ilgilendiren son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bir haftaydı. Bu ülkede hukuka ve adalete olan güvenin, siyasetin gölgesinde yapılan yargılamalarla, yıllar içerisinde nasıl yok edildiğini bir kez daha gördük. Bu ülkede gerçek bir yargılamanın yapılmadığı, kamu görevlilerinin soruşturulmadığı, yargının bağımsız ve tarafsız yapısının iktidarın müdahaleleriyle nasıl yerle bir edildiğine bir kez daha tanıklık ettik. Dün Madımak Katliamı’nın 31’inci yıl dönümüydü. Aradan geçen yıllar acımızı da, üzüntümüzü de hafifletmedi. Katledilen 33 aydınımızı ve iki otel çalışanımızı bir kez daha rahmetle, özlemle ve saygıyla anıyoruz.

Hiç şüphesiz, Madımak Katliamı, her bir detayıyla utançla hatırlanacaktır. Sivas’ta 33 cana kıyanlar için ne gerçek bir yargılama yapıldı ne de adalet yerini buldu. Müebbet hapis cezası alan sanıklar Cumhurbaşkanınca affedildi. Firari sanıklar için zamanaşımı süresi doldu. Şimdi biz Madımak Katliamı yargılamasında ‘adalet tecelli etti’ diyebilir miyiz? Madımak Katliamı, toplumsal olarak üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin utançla hatırlayacağımız bir olaydır. Bu acı olayda hayatını kaybeden canlarımız için düzenlenen yürüyüşe katılarak eski Madımak Oteli binasına karanfil bırakan Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in gündeme getirdiği iki noktayı burada tekrarlamakta fayda görüyoruz. Birincisi, Madımak bir utanç müzesi olmalıdır. İkincisi de Sivas katliamı davasında verilen kararın istinafta bozulmasını umut ediyoruz. Çünkü bu katliam ‘insanlığa karşı işlenen suç’ kapsamında değerlendirilmelidir. Zira bir tiyatro oyununun sergilendiği yargılama süreçleri, toplumda adalete olan güveni köreltmiş, hukuk devletine olan inancı yok etmiştir.

“Ankara Gar Katliamı adaletin tecelli etmediği davalardan biridir”

Sivas katliamı gibi 10 Ekim Ankara Gar Katliamı yargılaması da, bu ülkede hukuk sistemi açısından ‘adaletin tecelli etmediği’ davalardan biridir.

8 yıl gibi uzun bir yargılamanın ardından, 1 Temmuz’da açıklanan Ankara Gar Katliamı Davası’nda tutuklu 10 sanığın, ‘Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla’ cezalandırılmasına karar verildi. Ancak göstere göstere gelen bu katliamda ihmali olan kamu görevlilerine ilişkin tek bir işlem bile yapılmadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük katliamında, IŞID’lilerle ilgili bazı ihbarların yapıldığı olaydan önce teknik takibe alınan bazı sanıklarla ilgili ciddi delillerin olduğu bu davada, soruşturmanın hakkıyla yapıldığı söylenebilir mi? Ankara’nın göbeğine kadar gelip 103 vatandaşımızın katledilmesinde, sanki istihbari açıdan da, güvenlik açısından da hiç zafiyet yokmuş gibi, tek bir kamu görevlisi hakkında soruşturma yapılmaması normal mi? Üstelik bu davanın da insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilmesi talebi reddedildi. Eğer insanlığa karşı suç olarak kabul edilseydi zaman aşımı işlemeyecekti. Bu kararla, hem firari sanıklar hem de kamu görevlileri açısından soruşturma, kovuşturma ve yargılama süreçlerinin önü kapatıldı. Şimdi, bir ayağı eksik yürütülen Ankara Gar Katliamı davasında ‘adalet tecelli etti’ diyebilir miyiz?

“Siyasetin koyu gölgesi, Sinan Ateş’in naaşı üzerine çökmüştür”

Geçtiğimiz pazartesi günü, bundan bir buçuk yıl önce yine Ankara’nın göbeğinde işlenen Sinan Ateş davasının yargılamasına başlandı. Öyle bir iddianame hazırlanmış ki akıllara zarar. Benim 22 yıllık meslek hayatım iddianame okuyarak, ağır ceza mahkemelerinde savunma yaparak geçti. Böyle bir iddianame olamaz. Sayın Savcı lütfedip de, Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in ifadesini bile dosyaya koymamış. Neden? Çünkü Ayşe Ateş’in ifadesinde, bu alçakça cinayetin gerçek sebepleri, olayın arkasındaki kişiler ve yapılara ilişkin somut deliller var. Ancak iddianamede her ne hikmetse kamuoyunun bildiğinden çok daha az bilgi var. Bu durumda ‘etkin bir soruşturma yapılmış’ demek mümkün mü? Sinan Ateş cinayeti davasının ilk duruşmasında sanıkların verdikleri ifadeler de göz önüne alındığında bu cinayetin siyasi ayağını ortaya çıkaracak bağımsız ve tarafsız bir yargıya ihtiyaç olduğu ortadadır. Yarım bırakılmış bir iddianame, kurgulanmış sanık ifadeleri bu cinayetin gerçek sorumlularının, mahkeme önüne çıkan tetikçi ve azmettiriciler tarafından hararetle korunmaya çalışıldığını açık bir şekilde göstermektedir. Üstelik bazı sanıklar, büyük bir pişkinlik ve özgüvenle hala gazetecileri ve davayı takip eden siyasetçileri tehdit eden bakış ve tavırları açık açık sergilemekte hiçbir sakınca görmemektedir. Siyasetin koyu gölgesi, Sinan Ateş’in naaşı üzerine çökmüştür. CHP olarak, bu olayın başından bu yana, adaletin tecelli etmesi yönündeki net tavrımızdan bir milim bile sapmadık. Tarafımız, mafya düzenine karşı hukuk devletinden yanadır. Tarafımız, siyasi hesaplara karşı, Sinan Ateş’in adalet arayan eşinin ve çocuklarının tarafıdır. Tarafımız, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünden yanadır. Bu davayı, adalet tecelli edinceye kadar takip edeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.

“Mehmet Şimşek ‘başardık’ sözcüğünün altını dolduramıyor”

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in sosyal medya hesabından yaptığı ‘başardık’ paylaşımı haklı olarak eleştiriliyor. Çünkü Mehmet Şimşek ‘başardık’ sözcüğünün altını dolduramıyor. Ekonomik krizin hızla ekonomik buhrana dönüştüğü Türkiye’de, Hazine ve Maliye Bakanı’nın neyi başardığı elbette ki merak konusu. AKP’nin akıl dışı ekonomi politikaları nedeniyle, Türkiye’de enflasyon sürekli artıyor. Temel gıda maddeleri adeta lüks tüketim maddesi oldu. Konut fiyatları fırladı, kira fiyatları uçtu. Faturalar kabardı. İşte tam da bu noktada Bakan Şimşek’in, ‘başardık’ paylaşımı, halktan kopuk, onların yaşadıkları sıkıntıları göz ardı eden, hatta yok sayan bir anlayışın en açık biçimi olarak karşımızda duruyor. Bu gri liste denilen listede ‘Burkina Faso, Kamerun, Kolombiya, Suriye ve Yemen gibi ülkeler’ var. Siz Türkiye’yi bu listeye sokarken utanmıyorsunuz da, çıktığımızda ‘başardık’ diye gururlanıyorsunuz. Ayıptır, insanın biraz olsun yüzü kızarır.

“Şanlı Türk bayrağımızı parçalayanlara döktüğünüz servetin maliyetini hesaplayın”

İşsizlik oranları, özellikle genç nüfus arasında kaygı verici seviyelere ulaştı. Genç işsizliği yüzde 25’lere dayanmış durumda ve bu durum, gençlerin geleceğe dair umutlarını ciddi şekilde sarsıyor. Rekor seviyedeki dış borç ile ekonomik istikrarın kenarından bile geçemeyen iktidar, boş umutlarla halkı oyalamaya çalışıyor. Arka planda, gerçekliği olmayan ‘başardık’ paylaşımı ise sadece boş bir sözcük olmaktan öteye geçemiyor. ‘Başardık’ naraları, hükümetin başarısız ekonomi politikalarının üzerini örtmeye çalışan, kötü ve gerçeklikten uzak bir propagandadan başka bir şey değildir. Neden biliyor musunuz? Çünkü sokaktaki vatandaş için durum çok ama çok farklı. Paranın her geçen gün alım gücünün düşmesi, market alışverişlerinde harcamaların artması, elektrik ve doğal gaz faturalarının kabarması, ekonomik başarıdan çok, ekonomik krizin derinleştiğini gösteriyor.

“22 yıldır bu ülkeyi yöneten, Bakanı olduğunuz AKP’dir”

Sarayın gerçekleriyle, halkın gerçekleri arasındaki bu uçurum, Mehmet Şimşek’in paylaşımını ironik ve gerçek dışı kılıyor. Yüksek enflasyon, artan işsizlik ve dış borç yükü gibi temel ekonomik göstergeler, Mehmet Şimşek’in bu başarı iddiasını elbette ki desteklemiyor. Başardığını iddia eden Mehmet Şimşek, hiç utanıp sıkılmadan EYT düzenlemesinin Hazineye getirdiği maliyeti hesaplıyor ve bir de bütçe açığını buna bağlıyor. Üstüne üstlük, son derece yakışıksız bir üslupla ‘Muhalefetin popülist iteklemesiyle EYT geçti’ diyebiliyor. Bu kadarı da ayıptır. Sayın Mehmet Şimşek’e hatırlatalım, 22 yıldır bu ülkeyi yöneten, Bakanı olduğunuz AKP’dir. ‘İyi olan bizden kötü olan muhalefetten’ anlayışı ile bu işten sıyrılamazsınız. Yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş, alın terinin karşılığını alamamış vatandaşlarımızın yıllık maliyetini hesaplayıp bunu hazineye bir külfet gibi görmek, EYT’li vatandaşlarımıza devletin sırtında bir yükmüş gibi muamele yapmak aslında tam da sizin yönetim anlayışınız. Siz EYT’nin hazineye maliyetini hesaplayacağınıza yandaş şirketlere tanıdığınız vergi aflarınızın yıllık maliyetini hesaplayın, sarayın yıllık değil günlük maliyetini hesaplayın, devlet bankaları eliyle mafyalara verdiğiniz kredileri hesaplayın. Bugün şanlı Türk bayrağımızı parçalayanlara yıllardır döktüğünüz servetin maliyetini hesaplayın. Tüm bunlardan sonra neyi başarıp, neyi başarmadığınızın muhasebesini bir daha yapın.

“Gri listeye iki kez kimin soktuğunu da hatırlamayı unutmayın”

Ayrıca gri listeden çıkmayı ‘başardık’ derken, bu ülkeyi o gri listeye iki kez kimin soktuğunu da hatırlamayı unutmayın. Türkiye artık gri listede değil fakat vatandaşın ekonomisi düzelmedi, mutfaklara yansımadı, işçimiz, emeklimiz, memurumuz rahatlamadı. Gri listeden çıktık çıkmasına ama hala enflasyonla mücadele edemiyoruz. Gri listeden çıktık ama 19 bin liralık açlık sınırının altında kalan asgari ücrete zam yapılmaması kararından vazgeçilmedi. Gri listeden çıktık ama hâlâ emeklilere refah payının verilmesine ilişkin bir düzenleme yapılmadı. Gri listeden çıktık ama üç gündür elektriği yüzde 38 zamlı kullanıyoruz. Tüm bunlara rağmen Bakan Şimşek ‘başardık’ paylaşımı yapabiliyor ama biz ortada yokluktan, yoksulluktan başka bir şey göremiyoruz. Enflasyonla, adaletsiz vergi sistemiyle, başarısız istihdam politikalarıyla halkı inim inim inletmek mi başarı?

“Utanmasa ‘ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’ diyecek Mehmet Şimşek”

Bugün enflasyon açıklandı. TÜİK’e göre yıllık enflasyon yüzde 71.60. ENAG verilerine göre ise yüzde 113. Kırpa kırpa ancak yüzde 71’lere düşürebildiğiniz enflasyona göre vereceğiniz zamlar emeklinin, memurun derdine derman olmayacak. Emeklilere ve memurlara bu oran üzerinden verilecek zam, onları yine enflasyona ezdirecek. Enflasyon karşısında sadece emekliler ve memurlar değil asgari ücretliler de mağdur. Ne demiş Mehmet Şimşek? ‘Türkiye’de asgari ücret düşük değil’ demiş. Sen kendinde misin arkadaş? Utanmasa ‘ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’ diyecek. Sen 17 bin lira ile bir ay geçinsene Mehmet Şimşek. Aldığımız nefesin bile vergisini almanın yollarını arayan Sayın Bakana naçizane bir tavsiyemiz var. Alacağın vergiler konusunda işverenleri ikna etmeyi bırak da, bir markete git. O market poşeti kaç liraya doluyor en azından onu öğrenmiş olursun. Sen önce işçinin, emekçinin 30 Haziran’da Gebze’den yükselen sesine kulak kabart.

Bir kez daha tekrarlıyoruz. Asgari ücret derhal arttırılmalı ve en az 25 bin lira yapılmalıdır. En düşük emekli maaşı asgari ücret seviyesine çekilmeli bu ülkedeki tüm emekçiler hakları olan refah payını almalıdır.

“Başımıza gelen onca felaketin sallayamadığı bu koltuklar, ne oldu da sarsıldı?”

2018’den bu yana Türkiye tek adam rejimiyle yönetiliyor. Bakanlar göreve geliyor, bakanlar görevden alınıyor. Maden faciası oluyor, yüzlerce vatandaşımız yaşamını yitiriyor, kimse görevden alınmıyor. Deprem oluyor, binlerce canımız ihmaller ve basiretsiz yöneticiler nedeniyle yitip gidiyor kimse istifa etmiyor. Sel oluyor onlarca can ve mal kaybımız oluyor hiçbir bakan çıkıp da sorumluluğu üstlenmiyor. En son gelen güvenlikten sorumlu bakan, kendisinden bir önceki bakanın, elleriyle büyüttüğü, solar iken dirilttiği çeteleri, çökerte çökerte bitiremiyor ama eski Bakan hakkında bir soruşturma dahi açılmıyor. Ülkede bütün bunlar olurken, AKP hükümetinin bir kısım etkisiz Bakanları sıraya girmiş affını istiyor. Pazartesi günü iki Bakan daha ‘görevden affını’ istedi. Haliyle akıllara şu soru geliyor; başımıza gelen onca felaketin sallayamadığı bu koltuklar, ne oldu da sarsıldı? Hangi işinizi görmediler? Hangi sözünüzü dinlemediler? Perde arkasındaki sebepleri neden halkımızla ve kamuoyuyla paylaşmıyorsunuz? Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen garabetle, parlamento denetiminden kaçırılan, yetki ve sorumlulukları ellerinden alınan, daha da vahimi istifa bile edemeyen nice Bakanlar gördük. AKP hükümetleri döneminde bakanların affını istemesi bir gelenek haline geldi.

“Yusuf Tekin’in istifası çocuklarımızın bekası için hayırlı olacaktır”

Açıkça ifade etmek isterim ki; bu geleneğin sıradaki temsilcisinin Yusuf Tekin olması çocuklarımızın, gençlerimizin, ülkemiz ve milletimizin bekası için hayırlı olacaktır. Gelecek nesilleri modern dünyadan kopuk, çağ dışı bir şekilde yetiştirmeyi amaçlayan ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ isimli garabeti öğretmenlere sormak bu zatın yeni aklına gelmiş. Hani bu program yıllardır hazırlanıyordu? Eğitimin en önemli paydaşları olan öğretmenleri dışında bırakarak, o Atatürkçü düşünce ve laiklik karşıtı, aklı, bilimi, fenni reddeden, eğitimi çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre değil tarikatlara göre şekillendiren çağ dışı müfredatı hazırlıyorsun; kamuoyuyla paylaşıyorsun, Talim Terbiye Kurulu’ndan onaylatıyorsun sonra da sözde fikirlerini almak için öğretmenlere form dağıtıyorsun. Sen bizim aklımızla alay mı ediyorsun Yusuf Tekin? İş bitmiş, yemek hazırlanmış, pişmiş, servis edilmiş, sen içine şunu da koysa mıydık? Bunu da koysa mıydık diye soruyorsun. Bir de dağıttığın formlarda öğretmenin adını soyadını kimlik bilgilerini yazmasını istiyorsun. Yarattığınız baskı düzeninde, hangi öğretmen, sürgün ya da mobbinge uğrama pahasına bu formu özgürce doldurmaya cesaret edebilir? Aklın sıra, bu çağ dışı müfredata meşru bir dayanak yaratacaksın. ‘Öğretmenlere de sorduk, onlar da beğendi, onlar da olumlu buldu’ diyeceksin. Sen kendini çok mu akıllı sanıyorsun Yusuf Tekin? Bir kez daha suçüstü yakalandın. CHP’nin gözü bu tarikat sevdalısı kişinin üstündedir. Türk Milli Eğitim sistemimizin kodlarıyla oynamanıza, Cumhuriyetimizin ve geleceğimizin teminatı olan evlatlarımızın aydınlığını, karanlığa çevirmenize izin vermeyeceğiz. Affını isteme furyasına en kısa zamanda senin de katılmanı temenni ediyor, darısı başına diyoruz.

“Baş sorumlusu bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır”

Kayseri’de yabancı uyruklu bir kişinin beş yaşındaki çocuğu taciz ettiği görüntülerin ardından kentte yaşananlar, bir kez daha sığınmacı sorununun ülkemizin ivedi bir şekilde çözülmesi gereken temel meselelerinden biri olduğunu göstermiştir. Hükümetin bu soruna el atması için daha kaç musibet yaşamamız gerekiyor? Sığınmacı sorunu artık bu ülkenin beka sorunudur. Kayseri’de başlayan ve diğer illerimize de sıçrayan vahim olayların sorumlusu iktidardır. Hatta ve hatta ülkemizde yaşanan sığınmacı sorunun baş sorumlusu bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ülkede taş yerinden oynasa muhalefetten bilen bir anlayışla ülke yönetilmez. Yönetemedikleri de ortada. Kayseri’de yaşanan olaylarda ne yazık ki beş polisimiz yaralandı. Kayseri Valisi Gökmen Çiçek, bir apartmanın balkonuna çıkarak vatandaşlara sadece sakin olmaları uyarısında bulunmakla yetiniyor ve halka sükunet çağrısı yapıyor. Bu acizlik karşısında hükümet yine çareyi muhalefeti suçlamakta buluyor. Neymiş? Dün Kayseri’de küçük bir grubun yol açtığı durumun nedeni muhalefetin zehirli söylemleriymiş. Ama akıllarına asla ve asla yanlış bir dış politika izledikleri gelmiyor. Önüne geleni ülkeye sokmalarının sonucu bugünlere geldiğimiz akıllarından bile geçmiyor. Kevgire dönen sınırlarımızda güvenlik zafiyeti yaşandığını hatırlamak bile istemiyorlar. Hatta ve hatta insan kaçakçılığı o kadar önü alınamaz hale geldi ki orduya bile sirayet ettiğini unuttular. Suriye’de görevli bir Tugay Komutanı’nın makam aracıyla insan kaçakçılığı yapılmadı mı? Bugüne kadar katil Esed diye diye kibir dağlarından göremedikleri diplomatik diyalog yollarına şimdi muhtaçlar.

“Bir sonucu olmayacağını düşünmeleri en hafif tabiriyle ahmaklıktır”

Kayseri’de yaşananların tek bir sorumlusu var o da; bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Yurtta barış, dünyada barış’ anlayışını yok sayan AKP iktidarıdır. Komşunda iç savaş kışkırtıcılığı yaparken bu kadar sığınmacıyı ülkeye doldurmanın bir beka sorununa dönüşeceğini hiç mi öngöremediniz? Her geçen gün daha da büyüyen bir sığınmacı krizi ile karşı karşıyayız. Bu sorun artık öyle bir noktaya geldi ki ittifak ortaklarından dahi ‘Suriyelilerin mümkün olan en kısa sürede onurlu bir şekilde ülkelerine dönmelerinin sağlanması’ sesleri yükseliyor.

Kayseri’de yaşanan olayların bir sonucu olmayacağını düşünmeleri en hafif tabiriyle ahmaklıktır. Bakın; Suriye’de Türk tırlarının ve Türk plakalı araçların önü kesildi, tırlar ateşe verildi, Suriyeli göstericiler tarafından paramparça edildi. Suriye’de güvenlik güçlerimize ait bir araç saldırıya uğradı. Bu kadarıyla da kalmadı. El Bab sokaklarındaki Türk bayraklarının hepsi indirildi. Suriye’de açılan Türk hastanesinin bayrağını indirecek kadar da nankörler. Sabrımızı taşıran nokta ise anlı şanlı Türk bayrağımızı parçalamalarıdır. Dünya üzerinde Türk bayrağına saygısızlık edecek, hele ki parçalayacak, yakacak kadar haddini aşmış bir millete müsamaha göstermemizi kimse beklemesin. Onca genç işsizimiz varken, gelecek nesillerimizin rızkını bu hadsizlerle paylaşmayı reddediyoruz. AKP hükümeti ile derin fikir ayrılıklarımız olsa da devletimizin, milletimizin ve bağımsızlığımızın sembolü bayrağımızın onurunun korunması noktasında CHP olarak kimseye ama kimseye en küçük bir müsamahamız ve tahammülümüz dahi yoktur.

“Sığınmacı sorunu bir beka sorunudur”

Türkiye, acilen toplumsal huzuru önceleyen bir göç politikası geliştirmelidir. Diplomatik yollarla, Suriye ve Türkiye arasında sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmesine ilişkin bir anlaşma yapılması artık elzemdir. Bu konuya yönelik çoktan acil eylem planı hazırlanmalıydı.

Bu konuya yönelik çoktan diyalog yollarına başvurulmalıydı. Ancak bunların hiçbiri yapılmadı. ‘Meliydi, malıydı’ lar bir kenara bırakılmalı ve artık bir an önce harekete geçilmelidir. Halkımızın sığınmacılardan kaynaklanan ve toplumsal huzuru bozan en ufak bir kıvılcıma dahi tahammülü kalmadığı ortadayken halka rağmen halka inat politika gütmenin başta iktidar olmak üzere kimseye bir faydası yok. Artık herkes kendi evine toprağına dönmeli, bu misafirlik daha fazla sürmemeli. Bu mesele ensarlık-muhacirlik meselesi değildir, hiçbir zamanda olmamıştır.

Ortada kutsal bir göç yok, aksine istila var, kimse kendini kandırmasın. Toplumsal huzurun bozulmaması, sokağın sesi olmak ve halkın isteklerine kör sağır dilsiz olmamak adına, AKP’nin yanlış dış politika anlayışına karşı çıkmaktan bıkmayacağız, usanmayacağız. Duymak istemeyen kulaklara daha gür bir şekilde, görmek istemeyen gözlere daha büyük puntolarla diyoruz ki; artık bu meseleden kaçışınız yok. Biz CHP olarak üzerimize düşeni yapmaya, desteğimizi sunmaya hazırız. Sığınmacı sorunu bir beka sorunudur, bu sorunu nasıl yarattıysanız öyle çözmek ve bitirmek zorundasınız nokta.”

“CHP her zaman basın ve ifade özgürlüğünden yana oldu”

Açıklamanın ardından basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Yücel, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), Açık Radyo’nun lisansını iptal etmesinin sorulması üzerine şu yanıtı verdi:

“Biz CHP olarak her zaman basın özgürlüğünden, ifade özgürlüğünden yana olmuş bir siyasi partiyiz. Anayasamızın 28. maddesine göre basın hürdür sansür edilemez. Anayasamızın 26. maddesine göre herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim ya da başka yollarla tek başına ya da toplu olarak açıklama ifade etme ve yayma özgürlüğüne sahiptir. Konudan tamamen bağımsız olarak söylüyorum ki; Anayasal bir hak olan, basın özgürlüğüne yapılan herhangi bir müdahaleyi herhangi bir gerekçeyle tasvip etmemiz mümkün değildir.”

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version