Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

ÇEVİRİ I Paris Olimpiyatları açılış töreninin koreografi Thomas Jolly: “Hazırlıklar sırasında rahatlamak için Assassin’s Creed oynadım”

ÇEVİRİ I Paris Olimpiyatları açılış töreninin koreografi Thomas Jolly: “Hazırlıklar sırasında rahatlamak için  Assassin’s Creed oynadım”


Bir aktör, tiyatro yönetmeni ve olağanüstü bir şovmen olan Thomas Jolly ise sudaki canlıların derdinde. Geçtiğimiz 18 ay boyunca Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’nın açılış ve kapanış törenlerini -Paris şehrini sahne olarak kullanacak olan olağanüstü gösterileri- gerçekleştirmekten sorumlu kişi oydu. Sadece dört mil uzunluğundaki nehir boyunca 300.000 seyircinin tanıklık ettiği tarihteki en iddialı Olimpiyat açılış töreni oldu.

Jolly yerinde prova yapamadı, yoksa törenlerin gizliliği tehlikeye girerdi.

Planladıklarının üçte ikisini doğal ışık altında gerçekleşti. Hepsinden önemlisi, Seine Nehri’nin su yaşamının doğal habitatlarını bozmamalıydı. Bu yüzden “çok az inşaat oldu” diyor: 

 “Zaten inşa edilmiş olanları kullanacağız. Zaten elimizde olanlar pek de fena sayılmaz: Louvre, Eyfel Kulesi, Grand Palais….”

42 yaşındaki Jolly, adeta bir hatip gibi, coşkulu cümleler ve etkileyici bir bilgelikle dolu cümleler kurarak konuşuyor. Sadece ara sıra duraksayıp olağan şeyleri itiraf ediyor. “Size karşı tamamen dürüst olmak gerekirse, 10.000 farklı şey hakkında endişeleniyorum” diye başlıyor sonunda. “Aslında bu proje o kadar devasa ki ya anında paniğe kapılıp karşınızda yıkılacağım ya da bir şekilde kendimi korumayı öğrenip her şeyi istikrarlı bir şekilde halledeceğim.” 

Neyse ki risk Jolly’nin en iyi arkadaşı. Jolly, antik Romalı filozof Seneca’nın çok işine yarayan ve sevdiği bir sözünü yıllardır tekrar ediyormuş: “Zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler değil, cesaret edemediğimiz için zor olan şeyler vardır.”

Jolly ile Paris’teki Opéra-Comique’de buluştuk. Burası Marie Antoinette’in giyotinle kafası kesilmeden 10 yıl önce açılışını yaptığı 18. yüzyıldan kalma bir Rokoko tiyatrosu. Jolly için burası çok şey ifade ediyor: 2017’de Offenbach’ın Fantasio’sunu ve daha sonra Macbeth – Underworld’ü burada sahnelemişti. Opéra comique türü (komedi değil ama müzikli bir tiyatro) Jolly’nin kalbinde yer etmiş. 

Henüz sabahın erken saatleri ve Jolly etrafta koşuşturacağı bir güne uygun giyinmiş: Siyah kordonlar, spor ayakkabılar ve koreograf Léo Walk tarafından tasarlanan parlak sarı fermuarlı bir ceket. Hemen üstümüzde, balkonda bir okul gezisi toplaşmış. Jolly çocuklara el salladıktan sonra bizim için bir sundurmaya kadife sırtlı birkaç sandalye yerleştiriyor ve hem kendisini hem de sahneyi görebilmem için özen gösteriyor.

Jolly, genç bir çocuğun harikulade havasına sahip: Etkileyici, çevik ve dur durak bilmeyen bir hayal gücü var. Çocukluğundan beri büyük düşünmek konusunda hemen herkese örnek oldu. 

Kuzey Fransa’da küçük bir köyde büyürken, Kleopatra’yı oynadığı hayali tiyatro oyunları ve Verdi’nin The Force of Destiny’sini dinlerken dansçıları yönettiği hayali operalar hayallermiş kafasında. Bir aktör olarak kendisini “sıvı” olarak tarif ediyor, Jolly. Ağlıyor, terliyor, gözeneklerinden duygularını fışkırtıyor adeta. Lakin Jolly’nin tek başına becerebildiklerinden çok daha önemli olan bir şey var: O da insanları bir araya getirme becerisi.

Uzun zamandır kostüm tasarımcısı olan Sylvette Desquest, “Jolly’de bir aura var ki!” diyor. “Herkesi oyuna dahil ediveriyor.” Sylvette Desquest, Jolly’nin mesleğinin hem “zorlu ve insanı tüketen hem de popüler” bir sanat biçimi olduğunu da ekleyiveriyor. 

2014 yılında Shakespeare’in 6. Henry oyununun üçünü de Avignon’daki 15. yüzyıldan kalma Papalık Sarayı’nda sahneledi. Prodüksiyon 150 karakter içeriyordu ve sabah 10’dan ertesi gün sabah 4’e kadar 18 saat sürdü. Çok başarılı oldu: Jolly’nin Shakespeare’i Game of Thrones ile kıyaslanmaya başlandı. Dört yıl sonra Seneca’nın Thyestes’i ile Avignon’a geri döndü salonlar yine tıka basa dolmuştu.

2022′ yılında, 1976’da yazılan ve 90’ların ortalarından beri sahnelenmeyen, çok sevilen Fransız ve Kanadalı rock-operası Starmania’yı sahnelemeye karar verdi. “Herkes bana şüpheyle baktı,” diyor Jolly. “Bu kez oyun Starmaniaymış, bunu asla başaramaz, falan filan diyorlardı….”

Jolly bu meydan okumaya verdiği yanıtı hatırladıkça keyifle ellerini çırpıyor: “Pekâlâ o halde! Bunu da halledeyim de görün!.”

Gösteri Jolly’nin itibarını daha da pekiştirdi; oyunun kostümleri ünlü Nicolas Ghesquière tarafından tasarlanmıştı. Aynı yıl Jolly, Henry VI oyununa Richard III’ü de ekleyerek “son derece güçlü, saygın bir kralken en korkunç bir canavara dönüşen” 24 saatlik bir Shakespeare tetralojisi yarattı. III. Richard’ı bizzat kendisi oynadı. Jolly, “Bunu sizlerle paylaşmak çok ilginç ve keyifli, çünkü bu aynı zamanda potansiyel olarak bizim de başımıza gelebilecek bir hikâye” diyor.

H6R3 adını verdiği bu muazzam eser, Fransız televizyonlarında bir belgesel dizisine bile konu oldu. Kamuoyu sadece Jolly’nin sıra dışı girişimiyle değil, aynı zamanda bu eserleri deneyimleyenlere ne olduğu ve ne olacağıyla da ilgileniyordu. Jolly’nin de ilgi alanı tam olarak bu. “Bir gösteriyi izlemeye giderken hayatınızı iki saatliğine askıya alabilirsiniz. Acıkabilir ve bekleyebilirsiniz, tuvalete ihtiyacınız olabilir ve sabredebilirsiniz, uykunuz gelebilir ve uyanık kalabilirsiniz ya da koltuğunuzda uyuklayabilirsiniz. Hayat parantez içine alınabilir. Ama 24 saatten fazla sürmez. Acıkırsınız, susarsınız, uyumanız ya da işemeniz gerekir ve birdenbire hayatınızı başkalarıyla paylaşmaya başlarsınız.” 

Oyunlar sırasında koridorlarda yemek, esneme, şekerleme gibi molalar veriliyordu. 

“24 saat içinde insanlar birbirleriyle konuşmaya, birbirlerine yemek ya da minder ikram etmeye, birbirlerine hikayeler anlatmaya başlıyorlar. Komşunuzu tanımaya başlıyorsunuz çünkü bir macerayı paylaşıyorsunuz” diye keyifle anlatıyor Jolly.

Bu 24 saat sona erdiğinde sahnedeki kulakları sağır eden, coşkulu alkışlar, binden fazla insanın birlikte yaşadıklarının bir göstergesiydi. Bu sadece bir gösteri değil, bir birlik eylemiydi. Jolly için Olimpiyat törenleri de buna benzer bir etkinlik: “Bu, hayatta olmanın ve birlikte yaşamanın bir kutlanması olacak” diyor.

Jolly, Yunanlılara, amfitiyatrolarına ve mitlerine, hayli meraklı. Edgar Allan Poe dönemine karşı da bir zaafı var. “Nerede garip çocuklar, garip evler, hayaletler, cinayetler, sis, dönen masalar, hareket eden duvarlar varsa ben oradayım” diyor Jolly. Bu kombinasyon sanatçının  fantastik yapıtlarını şekillendiriyor: Dramatik bir şekilde aydınlatılmış, karanlık, efsanevi bir tada sahip ve her daim müziğin eşlik ettiği, bir kısmı Julius Caesar, bir kısmı Rocky Horror tarzı bir dünya… Tasarımcı Desquest’in geçen yıl Gounod’nun Roméo et Juliette operası için tasarladığı 300 kadar kostüm arasında mücevherlerle kaplı iskeletler, kan kırmızısı Pierrots’lar, ölüm maskeli tavşanlar ve dev Elizabeth ruff’larından yapılmış tütüler yer alıyordu.

Henüz 26 yaşındayken Jolly’ye yazıp onunla çalışmak isteyen deneyimli kostümcü Desquest, hiçbir zaman dönem kostümleri yapmadıklarını belirtiyor. O ve Jolly kendi evrenlerini inşa etmek için tarihe başvuruyor. Tam da bu yüzden Jolly’nin teatral moda tasarımcılarına hayranlık duyması şaşırtıcı değil. Gareth Pugh ile işbirliği yapmış ve John Galliano, Rick Owens ve McQueen’in yanı sıra genç tasarımcılar Charles de Vilmorin ve Kevin Germanier’i de oldukça seviyor.

Jolly, “Olimpiyatlar, başlangıç efsanesindeki gibi sağaltıcıdır,” diyerek içinde bulunduğumuz siyasi dönemi hatırlatıyor. “Vebayı iyileştirirler ve barış getirirler.” 

Peki ya Seine Nehri’nin önemi? “Öncelikle, Seine bir tanrıçaydı. Neptün’den kaçabilmek için kendini nehre dönüştüren Sequana adında bir su perisiydi. Yani Seine, vahşi bir erkeğe direnen bir kadındı! Bu çok büyük bir sembol ve ben de bunu kullanacağım; çünkü nehrin kendisini bir kadın direnişi sembolü haline getiriyor.”

Jolly ile buluştuğumuz sabah Seine Nehri, sanki binlerce sualtı canlısı tüyleriyle suyu karıştırıyormuş gibi kahverengi kıvrımlarla doluydu. Olimpiyat yüzücülerinin (sözde) yarışacağı yer burası. 1990 yılında dönemin belediye başkanı Jacques Chirac tarafından verilen çarpıcı bir söze dayanan bir fikir bu. Bilim adamları şimdi Oyunlar öncesinde 483 mil uzunluğundaki nehri kirden arındırmak için hummalı bir çalışma içindeler. Birkaç günlük yağmurun ardından, Escherichia coli bakteri seviyeleri tehlikeli derecede yükselmeye başladı; şehrin su tesisatı sisteminin çoğu 19. yüzyıldan kalma. Bu büyük plan, Fransa’nın Olimpiyatlara en önemli katkısının, dünya sporcularını Paris kanalizasyonuna mahkûm etmek olabileceği anlamına geliyor. Ancak Fransızların bu konuda oldukça iddialılar: Kanalizasyon temizliğinde sorumlu birimler yeni atık su tankının inşasını Notre-Dame binasının eşsizliği ile bir tutuyorlar.

2024 Paris Olimpiyatlarının başkanı Tony Estanguet için su özel bir anlam taşıyor. Estanguet eski bir kano sporcusu. Estanguet bizimle düşüncelerini paylaşıyor: “Spor, duygu, gösteri, su ve ekolojiyi birbirine bağlamak bana çok anlamlı geliyor. Thomas Jolly’nin bu töreni yönetmeyi kabul etmesinden son derece gurur duyuyorum. Seine Nehri’nin kirletilmemesi için gereken her şey yapıldı. Oyunlar sayesinde insanlar bu nehirde yüzebilecekler.”

Jolly rahatlamış bir gülümsemeyle “Bundan ben sorumlu değilim” diyor. Fransız L’Équipe gazetesine verdiği çift sayfalık röportajda Seine nehri üzerinde yapılacak bir töreni nasıl yönetebileceğini açıklamasının ardından özel olarak atanan bir komite tarafından seçildi. Bunun üzerine 2024 Olimpiyatları’nın idari direktörlerinden Thierry Reboul ve ardından Paris Belediye Başkanı kendisini bizzat aradılar. Ağustos 2022’nin sonunda kendisine işi aldığını söylediklerinde o kadar şaşırmış ki gözyaşları içinde annesini aramış.

Jolly’nin asıl göstermeye çalıştığı şey, “Paris’te herkes için yer olduğu. Belki biraz kaotik, bu doğru, ancak bu herkesin kendine bir yer bulmasını mümkün kılıyor.” Jolly’ye göre açılış töreni “eğer herkes temsil edildiğini hissederse” başarılı olmuş sayılabilir.

 Jolly’nin çocukluğu Normandiya’da, adını tek caddesinden alan küçük bir köyde geçmiştir: La Rue-Saint-Pierre. Bazıları sadece birkaç yüz kişinin yaşadığı bir yeri sınırlayıcı bulabilir, oysa Jolly uçsuz bucaksız bir ufkun varlığını hatırlıyor; yeşil tarlalar, inekler, koyunlar ve “hepsinden önemlisi keşfetme olasılığı”.

Bir hemşire ve bir matbaacı olan anne ve babası çocuklarının her şeyin mümkün olduğunu düşünmesine izin vermiş. Büyükannesi ona bir padişahın diskosuna yaraşır kostümler dikermiş. Radyo programı sunan gençlerle ilgili bir TV programı izlediğinde ise Jolly yerinde duramayıp hemen kendi kasetini yapıvermiş. Sonrasında bu kaseti Rouen’deki yerel radyo istasyonuna göndermiş. Kendisine çocuklar için hazırlanmış haftalık bir radyo programı ayarlanmış ve bu programı beş yıl boyunca her Çarşamba sunmaya devam etmiş.

Sonra ortaokuldayken zorbalığa uğramış, Jolly. “Sarı Doc Martens ayakkabılarım vardı. Sarı ayakkabılarım yüzünden bütün gün alay konusu oluyordum. Bunun ne kadar saçma olduğunun farkında mısın diye düşünüyordum.” Tiyatro dünyasında ise çocukluğunda sahip olduğu ve “her şeyin mümkün” olduğu o özgürlüğünü yeniden keşfetmiş Jolly. 

“Sahneye ilk adımımı attığımda, kendimle daha barışık olabileceğimi hissettim” diye hatırlıyor. “Kendi kendime o kadar yakın hissettim ki, gündelik hayatta yaşarken hiç böyle hissetmemiştim.”

Jolly, İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’sında tiyatroları merkezden uzaklaştırmak için başlatılan demokratik açılımdan yararlananlardan biriydi. Artık Paris seçkinler için bir yüksek sanat merkezi olmayacaktı; tiyatro her yerde halk için var olacaktı. Böylece Jolly, Normandiya’daki kendi topluluğu La Piccola Familia’yı kurmadan önce Brittany’de tiyatro eğitimi aldı. Ardından Batı’daki bir sahnenin sanat yönetmeni oldu ve Güney’de pek çok oyun sahneledi. Olimpiyatlardaki bu görevi, Paris’te geçirdiği ilk uzun döneme tekabül ediyor.

Belki de bu yüzden ya da belki de internet yüzünden Jolly’nin ilgi alanları arasında bir hiyerarşi yokmuş. Beyoncé dinlerken Platon hakkında bir makale okuyabiliyor. Barok bir operanın içinde Madonna’dan tanıdığı müzik cümleleri bulduğunda buna bayılıyor.

Normalde Jolly geceleri çok daha sık dışarı çıkarmış. Şık bir fırsat yakaladığında, sıkı dikilmiş takım elbiseler ve zarif ayakkabılar giymeye bayılıyor. Ancak şimdilik hayatı “oldukça sade”. “Çok geç yatmıyorum, çok fazla dışarı çıkmıyorum, işime odaklanmış durumdayım,” diyor bana. Gevşemek için video oyunları oynuyor: Assassin’s Creed, The Legend of Zelda ya da çocukluk favorisi Prince of Persia (WW). “Eğer birinin uçmasını ya da alevler içinde kalmasını istiyorsam, bunu anında yapabiliyorum. Ayrıca bu benim farklı bir dünyayı deneyimlememe de olanak sağlıyor.”

Bu tutkusunu, tiyatrodaki bir perde arasında tanıştığı ve Thomas adını verdiği partneriyle de paylaşıyor. Diğer bir Thomas, kemer sıkma politikasına bir miktar mola veriyor. Ancak Jolly şu anda Thomas ile birlikte yaşamanın oldukça can sıkıcı olduğunu da itiraf ediveriyor.

Bunu anlatırken Jolly’nin sesi boğazında düğümleniyor ve gözleri doluyor. “Bu beni çok izole ediyor. Kendimi ailemden ve arkadaşlarımdan kopardığımı biliyorum…. Ancak arayı kapatacağım. Her şey yoluna girecek. Arayı kapatacağım” diye tekrarlıyor.

Paris’le ilgili bir şey daha var, diye düşünüyor Jolly: “Oldukça kalabalık ve sıkışık.” Bundan sonra nereye giderse gitsin, manzaralı bir yer olmasını diliyor. “Gökyüzünü görmek isterdim,” diyor ve sanki bu bile onun sınırları olmayacakmış gibi bir izlenim veriyor. “Gökyüzüne ihtiyacım var…”

Kaynak: https://www.vogue.com/article/thomas-jolly-profile-paris-olympics-opening-ceremony

Çeviri: Hasan Ayer.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version