DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş, Duvar’dan Ceren Bayar’ın sorularını yanıtladı.
Siyasette bir ‘normalleşme’ tartışması sürüp gidiyor. Bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz ve partinizin ‘normalleşme’ sürecindeki pozisyonu nedir?
Normal bir yaşam akışı yok Türkiye’de. Totaliter bir rejim gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Bugün iktidar partisi içinde de bir demokratik işleyiş yok. Cumhurbaşkanı’nın iradesi olmadan dokunulmayan bir yasama faaliyeti yürütüyoruz örneğin. Yasama organının kendi başına çalışamadığı bir ortamdayız. Ekonomi zaten herkesi felç etmiş durumda. Barınma sorunu, geçim derdi, eğitim, gelecek kaygısı, yoksulluk, düşük ücretler, işsizlik… Herkesin temel gündemi bu. Bu nereden kaynaklanıyor? Tabii ki siyasetten. Siyasette bir normalleşme, normal bir akış yok.
Ama elbette normalleşme olmalı. Asıl soru nasıl bir normalleşme olacağı. Normalleşmenin ilk kuralı her şeyi özgürce konuşabilmektir. Vatandaşın, medyanın, sivil toplumun, özgürce konuşabilmesi gibi bir normalleşmeye ihtiyacımız var.
Başka nedir normalleşme? Ekonomik krizden birilerinin nemalanmasını önlemektir. Vergiyi vatandaşa yükleyen değil daha çok kazanandan almaktır. Vatandaşın hayat standardını, yükseltmektir.
Sosyal anlamda normalleşme kadınların yaşam hakkına müdahale edilmemesidir. Kadınların kaç çocuk doğuracağından kürtajına, nereye gideceğine karışmamaktır. Normal olan Diyarbakır’da dans gösterisine saldırmamaktır mesela.
İktidarın normalleşme anlayışını nasıl tanımlarsınız?
Erdoğan partisinin MYK toplantısında bir itirafta bulunmuş aslında. Demiş ki; “Normalleşme ile anayasa, terörle mücadele, dış politika gibi milli meselelerde iç cepheyi tahkim etmeye çalışıyoruz.” Grup toplantısında da benzer şeyler söylemiş. Bu normalleşmeye nasıl baktığına dair gerçek bir itiraf.
Neyi itiraf etmiş oldu?
Son seçimde CHP’nin birinci parti olması, kendi içinde kaleleri olarak niteledikleri Üsküdar gibi birçok merkezi kaybetmeleri, Ankara’da yüzde 60’la kaybetmeleri, Kürt illerinde hezimet yaşamaları onları düşünmeye, yeni bir politika geliştirmeye sevk etti. Ama ‘biz demokratikleşelim, eleştirilere yanıt verelim’ noktasında değiller. Onlar normalleşirken ‘bizim istediğimiz anayasaya ‘evet’ diyeceksiniz’ diyor. ‘Biz anayasa tartışmasını önünüze koyacağız ve siz bize uyacaksınız’ diyor. Onların normalleşme dediği kendi dediklerinin kabul edilmesidir. İç politikayı da kendi istedikleri gibi yönetip, kendi dediklerini dayatma yöntemini seçiyorlar. Daha yeni Hakkari’ye kayyım atadılar. Bu mu normalleşme?
CHP’nin ‘normalleşme’ kapsamında iktidarla kurduğu diyaloğu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanı’nın ‘iç cepheyi tahkim etmeye çalışıyoruz’ açıklamasından sonra herhalde CHP yeni bir değerlendirme yapacaktır. Ama şunu söyleyebilirim; bizim kadar CHP de AKP iktidarını tanıyor. Onlar kendi açılarından kendi siyasetlerini etkili kılma yöntemi uyguluyorlar. Yoksa ben CHP’nin iktidarı tanımadığını, amaçlarını öngöremediğini düşünmüyorum.
Fakat bazı konularda çok ciddi yanlışlıklar da var. Mesela Özgür Özel ‘İç politika ayrı, dış politika ayrı. Dış politikada birlikteyiz’ demişti. Bu korkunç bir şey. Dış politikayla iç politika ayrılamaz. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları, Libya’dan Somali’ye kadar asker göndermesi iç politikadan bağımsız mı? Dolayısıyla ana muhalefet partisinin dış politikayla, iç politikayı kesin çizgilerle ayırması kabul edilemez.
Eğer dış politikada birlikteyseniz Kürtlere düşmansınız. Hadi hepiniz düşman olun. İktidar bu düşmanlığı içeride de dışarıda da yayıyor. Ne yapıyor? Irkçılığı, milliyetçiliği, şovenizmi körüklüyor. Ve böylece oylarını arttırıyor. MHP’nin yaptığı da şu anda bu. O zaman CHP de mi bunu yapacak? Olası bir savaş tezkeresine ‘evet’ mi diyecek?
Normalleşme tartışması nereye varır?
Bu konuda 1 Kasım’a giderken yapılan istikşafi görüşmeler çok önemli bir referanstır.
Orada seçime gitmeyi meşrulaştırmak için, darbeyi meşrulaştırmak için haftalarca Ahmet Davutoğlu başkanlığında istikşafi görüşmeler yapıldı. Şimdi o dönemin başka bir versiyonu yaşanıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki değişimle birlikte bugün CHP’de 2015-2016 ve sonrasındaki tutumundan daha farklı bir tutum olmasını bekliyor musunuz? Özgür Özel’in de sıkça ifade ettiği ‘Türkiye İttifakı’ kurma iddiasını da hatırlatarak sorayım.
2016’yla kıyaslarsak birçok ders alınmış olması lazım. Bunu bizim için de söylüyorum. Bu iktidarın, bu ittifakın pratiğini hepimiz yaşadık, iliklerimize kadar yaşadık. 15 Temmuz’u nasıl bir fırsata dönüştürdüklerini çok iyi biliyoruz. Binlerce insanın ihraç edildiğini biliyoruz. Yine 15 Temmuz’un partimizi tasfiye etmenin bir aracı olarak nasıl kullanıldığını gördük. Muhalefet partilerinin bir bölümü de tüm bunların farkında. Halk da bunun farkında. Ve en önemlisi halk basıncı çok yüksek artık. Son seçimde bunu gördük. Toplum çok politize bir davranış gösterdi. Bu iktidara kırmızı kart gösterdi. Bu devam ediyor, bütün anketlerde bunu görüyoruz. Hemen tüm muhalefet partilerinin oyu artıyor. Bu anlamda 2016’dan daha ileri bir noktada olduğumuzu düşünüyorum.
Sizin de az önce hatırlattığınız gibi Hakkari’ye kayyım atandı. Kayyım atamalarının devam etmesini bekliyor musunuz? Parti olarak bir planlamanız var mı?
Devam etmemesi gerekiyor. Kayyım atamak başlı başına bir darbe yöntemi. İradeyi, hakkı, hukuku, seçme-seçilmeyi her şeyi reddeden bir darbe pratiğidir. Bize darbeye karşı direnmek, mücadele etmek düşer. Hakkari başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında protestolar, etkinlikler, basın açıklamaları devam ediyor. Üstelik Türkiye’nin batısında da güçlü bir kamuoyu oluştu. Uluslararası anlamda çok tepki var. 29’unda İstanbul’da büyük bir miting olacak. Bizim partimizin tek başına yaptığı bir miting değil bu, biz de orada olacağız. Bu darbeciliği bırakmak istemiyorlar belli. Küçük ortakları zaten biz olmadan tek cümle kuramıyor. Ama bu onlara fayda sağlamayacak. Kaybettiler, kayyım atarlarsa daha büyük kaybederler.
AK Parti içinde kayyım uygulamasına karşı olanlar olduğu biliniyor. Sizin bir bilginiz var mı bu konuda?
Kesinlikle bir görüş birliği olmadığını biliyoruz. Bu konuda kendi iç çatışmalarını herkes görüyor artık. Bence Saray’da da bir tartışma var. Umarım kendi içlerindeki bu tartışma halkın lehine sonuçlanır.
Özel-Erdoğan görüşmelerinin ardından olumlu olduğu değerlendirilen bazı adımlar atıldı. Örneğin 28 Şubat tutuklusu yaşlı ve hasta generaller tahliye edildi. Ama cezaevlerinde çok fazla hasta tutuklu var. Siz de bu konuyla özel olarak ilgileniyorsunuz. Tüm hasta tutuklular için bir adım atılma ihtimali görüyor musunuz?
‘Normalleşme, Kürt meselesine kadar, Kürtlerin hak ve özgürlüklerine kadar’ politikası ezeli bir politika. Ama ebedi olamaz. Hasta tutuklular konusunda partimiz bir mücadele yürütüyor. Asla gündemimizden düşürmeyeceğimiz çok önemli bir mesele.
Generallerin bırakılmasına gelince; generallerin bırakıldığı an canım çok yandı. Onlar bırakıldığı için yanmadı canım. Elbette bırakılacaklar 80-90 yaşındaki hasta insanlar. Tabii ki yerleri cezaevi değil.
Ama onlar bırakıldığı an aklıma Makbule Özer (82) geldi, Hanife Arslan (81) geldi. Onlar general değil, onlar Türk değil. Tek suçları Kürt olmak ve general olmamak. Bence CHP’nin de bunu katiyen kabul etmemesi gerekiyordu. ‘Hastalar arasında, yaşlılar arasında, mahpuslar arasında ayrım yapılamaz’ demesi gerekirdi.
Yani devlet vatandaşına düşman olmaz. Hasta ve yaşlı mahpusların cezaevinde tutulması Türkiye’nin en önemli problemlerinden bir tanesidir. Burada bir parantez de açmak istiyorum. Mesela şu anda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları alanlar hiçbir şekilde tahliye edilmiyor. Ölümlerine bir gün de kalsa tahliye edilmiyorlar. Çünkü Ceza İnfaz Kanunu’nda bunu sağlayan bir hüküm var. Bu hükmün değişmesi gerekiyor. Bu hükmü İmralı için getirdiler. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘Umut Hakkı’ kapsamında Öcalan’la ilgili bir karar verdi. ‘Umut Hakkı çerçevesinde ne zaman çıkacağını öngörebilmesi gerekiyor’ dedi. Yani özetle şunu söyleyebilirim; hasta ve yaşlılar için özellikle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları alanlar için bir çözüm bulunması gerekiyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***