AHMET KURUCAN | YORUM
Çocukluğumda çok duyduğum ve aynı zamanda uyguladığım bir kavrama bulduğum bir açıklama beni benden aldı. ‘Çocuklar gibi sevinmek’ derler ya sevincin en üst seviyede olduğunu ifade için; işte öyle. Çocuklar gibi sevindim…
Duyduğum ve uyguladığım kavram “ahretlik” veya “ahret kardeşliği.” Birisi bir diğerine yakınlığını anlatmak için “Bu benim ahretliğim!” der mesela. Tavşanlı lehçesi tabii ki bu. Doğrusu sizin de tahmin edeceğiniz gibi “ahiretlik ve ahiret kardeşliği.”
Bunun bir adım ötesi de “ahretliği” pekiştirmek için yapılan şey. İsterseniz buna ritüel diyebilirsiniz. Ya jiletle ya da iğne ile parmakları delip birbirlerinin kanlarını dillerinin ucuyla emmek.
Ben yaptım bunu bir ilkokul arkadaşımla. Gençlik yıllarını Avrupa’da geçirdi. Sonra memlekete döndüğünde dini ve kültürel değerlerimize yabancı birisiydi ama buna rağmen biz birbirimize yine “ahretlik” diye hitap ettik. Memlekete yaptığım ziyaretlerde teşehhüd miktarı da olsa oturduk, eskilerden, yenilerden konuştuk, dertleştik, halleştik. Yıllardır kendisinden haber alamıyorum ama bugün karşılaşsak sanırım o bana, ben ona yine “ahretliğim” diye sarılırız.
Pekâlâ çocuklar gibi sevinmeme neden olan şey ne? Bu kavramın kökeni ve beni tatmin eden izahı. Enes Ergene Hocamla Almanya’dan ziyarete gelen ortak arkadaşımızla birlikte iki gün boyunca birlikteydik ve uzun boylu muhabbet ettik. Benim ortaya attığım bir mesele üzerinden “alim” kavramının muhtevası üzerinde konuşuyoruz. Alim dediğimiz kişilerin kadr u kıymetini bilme, hamaset bataklığına saplanmadan onların geride bıraktığı yazılı ve sözlü müdevvanata sahip çıkmaktan bahsediyoruz. Söz sözü açtı. Masada bulunan hazırûn da görüşlerini beyan etti. Enes Hoca bir ara bu eksende kaleme aldığı geniş kapsamlı notlardan bahsetti. Keyifli bir sohbetti. Sohbet sonrası notlarını göndermesini rica ettim. Gönderdi. “Ahretlik” kavramını o notlarda gördüm.
Kendisinden izin aldım. Şimdi onu aldığı notları kısmen düzenleyerek, bazı ilaveler ve çıkartmalar yaparak sizinle paylaşıyorum.
“Yahya er-Razi’nin şöyle enfes bir sözü var; ‘Ne kötü dosttur o dost ki, ona ‘bana dua et’ deme ihtiyacı hissedersin! Ve yine ne kötü dosttur o dost ki, sürçtüğünde ondan özür dileme ihtiyacı hissedersin!’
Katı ezberlerimize meydan okuyor değil mi bu söz? Oysa bizler her gün karşılaştığımız dostlarımızdan bize dua etmesini isteriz. Hem “Müminin mümin kardeşine gıyabında duası müstecaptır.” deniliyor hadiste. Dolayısıyla müminin mümine gıyabında dua etmesi hem sünnet hem de iyi bir ahlaki ilke.
Şimdi Yahya er-Razi gibi kamil bir sûfî neden böyle bir ahlaki ilkeyi sarsıyor olabilir ki? Size göre gerçekten bu ilkeyi sarsıyor ya da zayıflatıyor mu yoksa? Bana göre iyi bir dost, candan ve gönülden bir dost insanın parçası gibidir. Ne hissettiğini, neye muhtaç olduğunu zaten bilir ve her daim kendine dua ediyor gibi dostuna dua eder. Onun kendisinden dua talep etmesini beklemez, beklerse bu dostluğa karşı en büyük sadakatsızlık, duyarsızlık ve vefasızlık sayılır! İşte bu sözün gerçekte anlamı budur.
Eğer meseleye buradan bakarsanız tüm dostluk ilişkilerinizi yeniden gözden geçirmek zorunda kalırsınız. O yüzden sık sık dostluk ilişkileri revize edilmelidir. Aylar, yıllar geçiyor ve dostluğa yeni şeyler ilave edilmiyorsa o dostluğun ahirete çıkma ihtimali yoktur. Oysa gerçek dostluk ahirette de sürmeli. O yüzden eskiler böyle yakın dost için ‘ahretlik’ derlerdi! Bundan kasıt, birbirlerini dünyevi mefaatler için değil ahirete kadar uzayacak ve orada da devam edecek dostluk kurmaktır.”
Evet, beni çocuklar gibi sevindiren izah bu oldu. Taşlar yerine oturdu. Şimdi diyorum ki: gelin arkadaşlık ve dostluk ilişkilerimizi bu “ahretlik” ölçüsüne göre yeniden gözden geçirelim. Bakalım kaç tane “ahretliğimiz” var. Ne dersiniz?
Sahi, sözün bir de ikinci kısmı var. “Ne kötü dosttur o dost ki, sürçtüğünde ondan özür dileme ihtiyacı hissedersin!” Onu da bir sonraki yazıya bırakayım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***