Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Zülfü Livaneli: Düzgün insan olmak


Türkiye’de suç oranlarındaki artışı istatistik olarak görsek gözlerimize inanamayız. Çünkü şiddet, kadın cinayeti, maganda kurşunu akıl almaz ölçüde arttı. Şiddet, toplumsal hayatın ayrılmaz ve neredeyse alışılmış bir parçası oldu. Sanırım hiç kimse kan donduran cinayetleri sayamaz. O kadar çok ki insanın hepsini aklında tutması olanaksız.

Ayrıntılara girip asabınızı bozmak istemiyorum ama değer ölçüleri ortadan kalktıkça, bileşik kaplar gibi her alanda artan lumpenlik, sığlık, çıkarcılık, düzeysizlik toplumu çürütüyor.

Türkiye’nin giderek dindarlaştığı sanılıyor ama bence tam tersi olmakta. Eve gelen tamircinin, alışveriş yaptığınız esnafın kendini uymak zorunda hissettiği ‘’haram ve helal’’ kavramlarından en ufak bir iz bile kalmadı. Eskiden ‘’helal para’’, ‘’helal süt emmek’’, ‘’helal etmek’’ gibi kavramlar toplumu korurken, esnaf ‘’Çocuğumun boğazından haram lokma geçirmem’’ diye övünürken, şimdi bunlar gülünç bulunuyor. Helal kavramı sadece hayvanın nasıl kesildiğine indirgeniyor. Din bir göz boyama ve işlenen suçları örtme bahanesi.

Yüzyıllara dayanan Ahi lonca kurallarından ve ahlaktan nasibini almamış birçok sahtekar, tüketiciyi korumanın modern kurallarına da geçilemediği için dolandırıcılığı meşru hale getirdi.

Pabucun dama atılması

Ahi lonca kurallarına bir örnek vereyim: Eskiden ustalar, arasta denilen tek katlı atölyelerde çalışırdı. Pabuççular, kuyumcular, kumaşçılar, terziler, marangozlar hep bir arada bulunurdu.

Eğer bir ustanın yaptığı pabuç delinirse, su alırsa yani ustanın bir kusuru yüzünden alıcı bir zarara uğramışsa, loncaya şikayet eder ve haklı bulunursa o delik pabuç, o ustanın damına asılırdı. Dolayısıyla delik pabucu görenler o ustaya bir şey ısmarlamazdı.

Şimdi ‘’pabucu dama atılma’’nın sözü kaldı ama kendisi gitti gider.

Gelenek ve modernite

Türkiye her alanda yaşadığı modernleşme zafiyetinin en şiddetli noktalarından birisine gelmiş durumda.

Her gelenek iyi değildir elbette ama toplumu, asırlar içinde oluşmuş bazı ahlaki kurallar korur.

Şu anda biz ne dindarız, ne çağdaşız, ne Doğulu ne Batılıyız. Pusulasız bir gemide fırtınaya tutulmuş gibi oradan oraya savruluyoruz.

Ayla

1961 yılında Ayla adında küçük bir kız çocuğu bakkala gitmiş, bir daha da dönmemişti. Olay tüm Türkiye’nin bulunması için dua ettiği, günlerce aylarca hatta yıllarca konuştuğu bir dram haline geldi. Gazetelerin manşetlerinde hep kayıp Ayla vardı. İçişleri bakanı aileyle görüşüyor ve küçük kızın bulunması için her türlü çabayı gösterdiklerini söylüyordu. Olay o kadar büyüdü ki İngiliz gazetelerine bile manşet oldu. Ayla hiç bulunamadı ve unutulmadı.

1961  yılında kaybolan Ayla günlerce gündem oldu ve aradan geçen yıllara rağmen küçük kıza ne olduğu bulunamadı.

Her gün onlarca vahşi kaçırmanın, cinayetin, anasının kafasını kesip balkondan atanların bir tek günde unutulduğu Türkiye ile, o günleri karşılaştırmak bile mümkün değil. Sanki o toplum gitti, yerine başka bir toplum geldi.

Bu iş bir bütün. Siyasetiyle, lumpen kültürüyle, müziğiyle, sporuyla… Kısacası prizmanın her yönüyle çürüyen bir toplum var karşımızda.

Biraz Amerikan, biraz yerli popüler kültüre doğru alçalmış, insan ruhunu yüceltme çabalarının unutulduğu bir ülkeyiz ne yazık ki.

İki tip insan

Toplumu oluşturan bütün bireyler böyle değil tabi. İki tip insan yaşıyor bu ülkede: Düzenden yararlanarak köşeyi dönmek isteyenler ve gidişattan acı duyarak toplumu değiştirmeye çalışanlar.
Birinciler hiçbir şeyden rahatsız değil! Ne televizyon ekranlarındaki barbarlıklar, ne müzik zevkinin yerlerde sürünmesi, ne de ahlaki değer yargılarının yokoluşu rahatsız ediyor onları.

Hayatlarından memnunlar!

Çökmekte olan Babil Kulesi’nin bir çürüme basamağına tutunmuşlar, vur patlasın çal oynasın, günlerini gün ediyorlar.
Toplumun zevkini geliştirme, niteliğini yükseltme, kibarlık, nezaket, insanca yaşam, onur, merhamet, olgunluk gibi kavramlara uzaklar.
Yaşamlarının amacı, daha çok yeme, daha çok içme, daha zengin giyinme, daha çok seks yapma, daha çok hava ve göbek atma olarak özetlenebilir.

***

Bir de köşelerine çekilmiş insanlar var.

Acı duyuyorlar.

Her haber seyredişte, her gazete okuyuşta “Bu ülkeye ne oldu böyle?” diye düşünüyor, yarınlardan kaygılanıyorlar ve içinde büyüdükleri Türkiye’yi tanımakta güçlük çekiyorlar.

Aslında azımsanmayacak sayıdalar ama sesleri çıkmıyor.

***

Bu çevrenin, Türkiye’deki insanlardan bir tek talebi var:

Herkesin düzgün insan olmasını istiyorlar.

Şöyle der gibiler:

Kardeşler, ne olursanız olun, yeter ki düzgün insan olma vasfını yitirmeyin!

Sağcı, solcu, milliyetçi, enternasyonalist, dindar, laik, Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı; genç, yaşlı, kadın, erkek, köylü, şehirli, Doğulu, Batılı, zengin, yoksul olmanız fark etmez.

Yeter ki düzgün insan olun!

Maçlarda birbirinizi döner bıçaklarıyla doğramayın!

Kadınları, çocukları dövmeyin!

Belinize taktığınız silahla, birer barbarlık örneği gibi dolaşmayın.

Teke gibi kokmayın!

Konsere maça gittiğinizde kendinizi paramparça etmeyin!

Televizyon ekranlarını beşinci sınıf varyeteyle doldurup, insanı çileden çıkarmayın.

Yoksul ailelerin kızlarını ahlaksızlığa özendirmeyin.

Oturduğunuz yeri kokutmayın!

Altınızdaki otomobili, öldürücü bir silah gibi kullanmaktan vazgeçin!

Birtakım haykırışlar, nidalar ve hırıltılar çıkarmak yerine, ana dilinizi temiz konuşmaya gayret edin!

Küfür etmeyi bir alışkanlık haline getirmeyin. Küfür ettiğiniz için övünmeyin.

Yalan söylemeyin!

Rüşvet vermeyin!

Kısacası: Düzgün insan olun!

DÜZGÜN İNSAN OLUN!

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version