Türkiye’de kayıtlara geçen ilk gazeteci cinayeti 1905 yılında Tevfik Nevzat’ın öldürülmesi. Aradan geçen 119 yılda bugün hala gazetecilik mesleğine müdahale, gözaltına alma, hapsetme ve haberlere erişim engelleriyle devam ediyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) listesine göre; 6 Nisan 1909’da Hasan Fehmi’nin öldürülmesi, ilk gazeteci cinayeti olarak kayıtlara geçmiş. Çağdaş Gazeteciler Derneği’ne (ÇGD) göre ise Adana’da Hikmet gazetesinde görev alan Tevfik Nevzat’ın 19 Mart 1905’te te öldürülmesi ilk gazeteci cinayeti. Meslek örgütleri kayıtlarında kısmen farklılıklar olsa da bugüne de 79 gazeteci cinayeti kayıtlara geçmiş durumda.
Son olarak 19 Şubat 2022 Kocaeli’de internet haber sitesi sahibi gazeteci Güngör Arslan, mesleği nedeniyle uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Eşi Suna Arslan’ın ifadesiyle “35 yıllık meslek hayatında kente ihanet edecek hiçbir habere imza atmayan” Güngör Arslan’ın öldürülmesi ile ilgili azmettiricileri için cezalandırma talebi söz konusuydu. Kızı Nazlıcan Arslan, avukat olarak takip ettiği dava sürecinde yerel mahkeme kararıyla 4 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesine karşın Arslan’ın öldürülmesini talep edenlerle ilgili gerekli cezalandırma yapılmadığını savundu.
Gazeteciler hedef alındığında cezasızlık mı devreye giriyor?
Türkiye’de öldürülen gazeteciler arasında Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Hrant Dink gibi öldürülmeleri gazetecilik mesleği yanı sıra Türkiye’nin toplumsal belleğinde de derin izler bırakmış durumda.
Kocaeli’de Arslan’ın öldürülmesiyle ilgili dava süreci, nasıl ailesince “yeterli ve gerçek faillere cezalandıracak boyutlu değil” olarak yorumlandıysa Türkiye’deki diğer gazeteci cinayetleriyle ilgili hukuki süreçler de benzer şekilde “cezasızlık” mesajı vermesiyle endişe yaratıyor.
Kamuoyunda “Umut Davası” olarak bilinen Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993’te evi önünde aracına yönelik bombalı saldırıyla öldürülmesi olayı da bu cezasızlık meselesindeki örneklerden biri.
“Babam öldürüleli 31 sene oldu hala bombayı koyan firari”
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (UMAG) Yönetim Kurulu Üyesi Özge Mumcu, babası Uğur Mumcu’nun öldürülmesi ardından halen çıkmaz sokaktaki dava süreci ve öldürülen gazeteciler meselesiyle ilgili görüşlerini VOA Türkçe’yle paylaştı.
Özge Mumcu, “Umut davası, 1999 yılında Uğur Mumcu Uzun Takip (UMUT) adıyla başladı. Bugün artık 2024. Babam öldürüleli 31 sene oldu. Ve halen bombayı koyan yok, firari. Ve çeşitli suçlar var Tevhid Selam Örgütü’ne dayalı. Fakat halen çözümsüz. Halen öldüren kim olduğunu bilmiyoruz. Dolayısıyla her yıl başka bir komplo teorisi gelebiliyor bu konuyla ilgili veya siyaseten kullanmak isteyen başka gruplar olabiliyor. Dava süreçlerinin aslında cezasız kalması da failin bulunmaması, belki örgüt bulunabilir ama asıl bombayı koyan, emri veren, silahı tetikçi ya da başka bir dava için söyleyelim, Hrant Dink davası için, tetikçinin bulunması ama arkasındaki güçlerin bulunmaması, üstünün karartılmaya çalışılması, bizim davada olduğu gibi delillerin süpürülmesi gibi konular olduğu zaman aslında öldürmenin devamı cezasızlık oluyor” diye konuştu.
“Babamın Abdi İpekçi cinayetini takibi gibi kendi cinayetini izleyen gazeteci olmasını isterdim”
Babası Uğur Mumcu’nun araştırmacı gazetecilik çabasını yaşatmak üzere UMAG’ın faaliyette olduğunu ve bu anlamda “öldürmek son değil” yaklaşımını ortaya koyduklarını anlatan Mumcu, “Gazeteciyi öldürmek aslında haberi öldürmek. Nasıl sansür haberi, otosansür haberin yayılmasını engelliyorsa, nasıl yargı kararıyla haber yasakları geliyorsa, gazeteciyi öldürmek aslında haberin ölümüne neden olmak. Aslında bir açıdan başarılı çünkü diğer gazeteci aynı perspektifle yaklaşmayabilir. Mesela ben çok isterdim babamın davasını, babamın kendi öldürülen gazetecileri gibi takip eden bir gazetecinin daha olmasını. Nasıl Abdi İpekçi cinayetini takip ettiyse kendisi. Dolayısıyla gazetecinin öldürülmesi, bir sona işaret ediyor, evet bir haberin sonuna ve bir devamının gelmemesi talebine, güçlü bir talebe. Ama bir yandan da o haberin ne kadar değerli olduğuna da işaret ediyor” dedi.
Bugün İsrail’in Gazze’ye yönelik bombardıman sürecinde gazetecileri de hedef aldığını ve savaş koşulları gerekçe gösterilse de bunun da kabul edilemez olduğunu söyleyen Mumcu, savaş muhabirliğinde belirli bir eğitim alınarak o koşullarda gazeteciliğe gidildiğini ancak savaş dışında gazeteciler öldürüldüğünde bunun bambaşka bir mesele olduğunu da işaret etti. Mumcu, “Hedef seçilip öldürülmek başka bir şey. Öldürülen gazeteci kavramına tabii ki alışmış durumdayım Türkiye’de. Benim hayatıma dönüp baktığınız zaman da, bizim hayatımıza… Ama keşke alışmasaydık” ifadesini kullandı.
Uğur Mumcu’nun etkisi yolsuzluk haberlerinde sürüyor..
Uğur Mumcu’nun konuşmalarıyla ilgili videolar paylaşıldığını ve halen kitaplarındaki konularda bugüne ilişkin anlatımlar olduğunu işaret eden Mumcu, “Babamın hala yaşıyormuş gibi videolarının paylaşılması 31 sene geçtikten sonra ne kadar topluma hakim olduğunu ve ne kadar aslında öngörülerinin doğru olduğunu ortaya çıkarmış durumda. Çünkü onun yaptığı gazetecilik türü, hem araştırarak hem de bir ideolojik temelle perspektife dayanarak yapılıyordu.
Yani günün haberi değil, aynı zamanda bu olayın arka planında ne yatıyor diye. Dolayısıyla bugünün gazetecileri de onu örnek alıyor, özellikle yolsuzluk dosyalarında. Mesela ‘hayali ihracat’ gibi bazı terimleri ilk babam hayata geçirmiştir. Şimdi çok masum kalıyor o sunta kaçakçılıkları ve mevcut yolsuzluklar çerçevesinde. Ama incelediği konuların gelişliği, silah kaçakçılığından yolsuzluğa, yolsuzluktan İslami teröre, oradan Papa-Mafya-Ağca cinayetine kadar olan skalada, aynı zamanda dönemin tanıklığını yaparak, aslında o dönemi ileriye aktarmak için uğraşması, onu bazı gazetecilerden ayıran en temel unsur olduğunu düşünüyorum” diye anlattı.