(Serbest Görüş) – Seçim sonuçlarını yorumlayan sanatçı ve yazar Zülfü Livaneli, üç rene ayrılan Türkiye haritasını yorumladığı yazısında dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu.
Zülfü Livaneli’nin Oksijen gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle:
Her ülkedeki yerel ve genel seçimler buzdağının görünen ucu olma özelliğini taşır. Dönemin ruhu, adaylar, ekonomi, uluslararası denge, hastalık-sağlık gibi pek çok unsur seçim sonuçlarını etkileyebilir ama aslolan buzdağının su kesimi altında kalan kısmı yani büyük halk kitlelerinin dönem dönem değişiklik de gösterebilen eğilimleri, tarihsel, kültürel, çağdaş bağlarla ortaya çıkardığı davranış biçimidir. İsimlere ve döneme bağlı tahliller yerine, halktaki eğilimleri anlamaya çalışmak bana hep daha önemli gelmiştir.
Bu anlayışla baktığımız zaman 2024 seçimleri bize ne söylemeye çalışıyor ve biz bu sonuçtan ne anlamalıyız?
Bir Alevi dedesinden duymuş olduğum ‘’Süt neyse kaymak o olur!’’ bilgece sözü doğrudur ama kaymak yapılan sütün tek çeşit ve aynı kalitede olması koşuluyla.
Oysa Türkiye’de tek bir süt yok;birçok değişik sütten oluşan bir karışım var. Dolayısıya bu sütten yapılan kaymak da çeşitlilik gösteriyor.
Eğer yarı şaka yarı ciddi söylersek; seçim sonuçları muhallebi değil ‘’üç süt’’ anlamına gelen trileçe tadında.
Haritaya bakan herkes Türkiye’ye üç rengin egemen olduğunu görüyor elbette. Kırmızı, sarı ve mor renge boyanmış bir Türkiye haritası. Ve bu renkler bölgelere göre dağılım gösteriyor.
Affınıza sığınarak bu fakirin 90’lı yıllardan bu yana ısrarla vurgulayarak başınızı ağrıttığı ‘’Üç Kutuplu Türkiye’’ gerçeğini kanıtlayan bir belge olduğunu vurgulamak istiyorum. Bugün çok rahat görülebilen bu üç kutup tezine o zamanlar çok itiraz edilmiş, kutuplaşma yok sayılmıştı ama bugün gerçek ortaya çıktı.
Yaşam biçimlerine, kökenlerine, geleneklerine, inançlarına göre oy kullanan ve kendi varoluşunu savunan siyasallaşmış din, laik yaşam biçimi ve Kürt kökenlerine göre oy verme davranışı sergileyen üç kutup.
Zaten seçimlerde bu üç kutup içinde kimin kiminle ittifak yaptığı-yapacağı sorusu hayati bir önem taşıyor. İttifaka karar verince dengeleri değiştirebilen odak ise Kürt hareketi. Eğer laiklere destek verirlerse onlar, siyasal İslam’a destek verirlerse o kesim kazanıyor. Bu durumu çok iyi bilen iktidarın, laik-Kürt ittifakını engelleyebilmek için ne kadar büyük bir çaba gösterdiği, gerçeğe uymayan saçma sapan iftiralarla rakibini bunaltmaya çalıştığı açıkça görülebiliyor.
El muzaffer daima
Gelelim aktörlere: Her iktidar gibi AKP rejiminin de yıprandığı ve bir gün yıkılacağı, tartışma götürmez bir gerçek. Bu sona yaklaşılmış olduğu görülüyor.
Yani filmin baş aktörleri değişecek.
Bu adaylar arasında her iki şehirde de büyük zafer kazanan, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş var. Başarı hanelerine yazılan büyük oy farkı iki başkanı da öne çıkarıyor.
Ekrem İmamoğlu’nu kutlarken söylediğim bir cümle şöyle: “Osmanlı padişahlarının isimlerinin altına El Muzaffer Daima” yazılırdı. Yani hiç kaybetmeyen, her zaman zafer kazanan anlamında. Aslında Roma İmparatorluğu’ndan aktarılan bir söz.
Bu tanım savaş kaybetmiş bazı padişahlardan çok Ekrem İmamoğlu’na uyuyor. Çünkü girdiği her seçimden zaferle çıkan, hiç kaybetmeyen bir siyasetçi. Siyasette başarı ve kayıp kardeştir. Her liderin iniş ve çıkışları vardır. Abraham Lincoln bile başkan olmadan önce 21 seçim kaybetmişti. Erdoğan’ın da kayıpları var.
Ama Ekrem İmamoğlu hayret edilecek bir başarı grafiği çiziyor ve geçmişinde hiç kayıp yok.
Kadınlar ve gençler
Seçimlerden sonra dikkatimi çeken ve çok hoşuma giden görüntüler oluştu. Seçimi kazanan genç kadın başkanların halkla beraber neşeli kutlama dansları muhteşemdi. Ege’den seçilen aday zeybek oynuyor, Trakyalı kadın başkan 9/8 ilk roman ritmiyle dans ediyor, İstabul’dan bir başkan rap müzikle yürüyor, genç Kürt başkan da zaferini halkla birlikte kutluyor. Daha da epeyce var, gözüme çarpanlar bunlar.
Muğla’da zafer kazanan Ahmet Aras da, Bodrum başkanı Tamer Mandalinci de geleneksel zeybekleriyle yere diz vuruyorlar.
Bu videolar bize bir şey söylüyor, çok önemli bir şey.
Bu ülkenin kadınları, gençleri, Alevileri, Sünnileri, Kürtleri, samimi inanç sahipleri, doğusu batısı, yaşam biçimine müdahale istemiyor.
Bu açık bir ‘’Artık yeter’’ çağrısıdır.
Seçimle gelen bir iktidarın görevi ülkeyi ve ekonomiyi düzgün, halkın refahını gözeterek yönetmek, halkın güvenliğini sağlamak, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkesini unutmadan iç ve dış politikayı düzenlemek, vakti gelince de iktidarı başka partilere devretmektir.
Bir ailenin kaç çocuk yapacağı, kadınların nasıl giyineceği, insanların ne yiyip ne içeceği, hangi dili konuşacağı, hangi kültürü ve geleneği sürdüreceği hükümetlerin karışacağı işler değildir. Düzgün bir iktidar, yurttaşını baskı altına almaya, onun yaşam biçimini ve temel değerlerini değiştirmeye çalışmaz. Halk ona böyle bir yetki vermemiştir.
Bu seçim sonucunda her bölge, her grup, kimliğini, sınıfsal konumunu ve kökenini korumaya kararlı olduğunu gösterdi ve çok gür bir sesle ‘’Bana karışma!’’ dedi.
İktidarın değişik tutumu
Bu seçimde dikkatimi çeken bir başka konu da iktidarın Güneydoğu dışındaki sonuçlara pek karışmadığı. Elbette görece olarak söylüyorum ama 2019 yılındaki, sonuç bildirmeme ya da yanlış bildirme, seçim iptal etme, önceden ‘’Kazandık’’ afişleri bastırıp asma, veri akışını kesme gibi canhıraş çabalar ile karşılaştırınca daha düzgün davranıldı denebilir..
Ama ne yazık ki aynı durum Güneydoğu illerinde gözlenmedi. Binlerce asker ve polisin adresleri değiştirilerek hiç ilgilerinin olmadığı, daha önce adımlarını atmadıkları il ve ilçelerde oy kullanmaları sağlandı. Böylece halkın iradesine müdahale edildi.
Son olarak da Van’da mazbatası verilmeyen DEM’li başkan olayını gördük.
Acaba bizim devlet bu tip bastırma, ezme, yok etme, yok sayma çabalarının işe yaramadığını, insanları ötekileştirerek bir çözüm bulunamayacağını, kucaklamak yerine şiddet uygulamanın ters teptiğini ne zaman anlayacak?
Bu açıdan Özgür Özel’in ‘’Türkiye İttifakı’ söylemini olumlu bulduğumu belirteyim.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***