Müzeyyen YÜCE
İSTANBUL – Dünyada birçok kültürde ‘yemek sonrası’ en çok tüketilen içecekler arasında yer alan soda, İsviçre ve Türkiye arasında tartışmalara yol açtı.
İsviçre Gıda Güvenliği ve Veterinerlik İşleri Dairesi, geçen günlerde yaptığı açıklama ile yüksek miktarda bor tespit edildiği gerekçesiyle Beypazarı maden suyunun tüketilmemesi uyarısında bulundu.
TARAFLAR NE DEDİ?
Açıklamada, maden suyunun içinde tespit edilen borun sebep olabileceği sağlık sorunlarına dikkat çekilerek, “Borun fetüsün gelişimi ile doğurganlığı olumsuz etkileyeceği tahmin edilmektedir. Bu nedenle uzun vadede sağlık için risk oluşturduğu göz ardı edilemez” denildi.
Doğal maden suyu alanında faaliyet gösteren Beypazarı İçecek Pazarlama AŞ ise iddiaları reddetti. Firma tarafından yapılan son açıklamada, tartışmalara konu olan İsviçre kaynaklı analiz sonuçları paylaşılarak, “Avrupa Birliği (AB) üyesi olmayan İsviçre’de yaşanan bu durum AB ve İsviçre mevzuatının farklılığından kaynaklanmaktadır. Bor değerleri AB standartlarına uygun” ifadelerine yer verildi.
BÜLENT ŞIK: BİLİMSEL ÇALIŞMALAR YETERLİ DEĞİL
Maden suları içeriğindeki yüksek bor miktarının sağlığa etkisiyle ilgili tartışmalar sürerken, gıda mühendisi ve akademisyen Bülent Şık, konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Borun insanlar üzerindeki etkisi hakkındaki bilimsel çalışmaların yeterli olmadığını belirten Şık, laboratuvar hayvanlarında yürütülen çalışmalarda olumsuz etki oluşturabileceği hakkında kanıtlar bulunduğunu söyledi.
Maden suyundaki bor miktarının sadece yetişkinler üzerinden ele alınmasının büyük bir sorumsuzluk olduğuna dikkat çeken Şık ile borun çocuk sağlığı üzerindeki etkisini ve ortaya çıkabilecek sorunları konuştuk.
‘İSVİÇRE’NİN AÇIKLAMASINI İHTİYATLI AMA YERİNDE BULUYORUM’
İsviçre, Beypazarı maden suyunda yüksek miktarda bora rastlanması sebebiyle ürünün tüketilmemesi gerektiğini duyurdu. Özellikle doğurganlığı etkileyebileceği ifade edildi. Beypazarı ise analizlerin düzenli yapıldığı Dünya Sağlık Örgütü’ne göre uygun değerlere sahip olduklarını açıkladı. Tüm bu tartışmaları ve İsviçre’nin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bor, toprak ve suda oldukça değişken miktarlarda bulunan bir kimyasal madde ve günlük yaşamda çeşitli kaynaklardan toplam bor alımı, genellikle insanların yaşadığı coğrafi bölgeye bağlı. Bor bakımından zengin gıda maddeleri arasında fındık, fıstık, baklagiller, meyve ve sebzeler yer alır. İçme suyu da önemli bir kaynaktır. İnsanlar için toplam bor alımı Amerika Birleşik Devletleri’nde 1.7-7.0 mg/gün, Avrupa Birliği’nde 0.8-1.9 miligram/gün ve Avustralya’da 2.16-2.28 miligram/gün arasında değişmektedir. Ancak, bor açısından zengin bölgelerin çevresinde yaşayan toplumlarda günlük bor alımı çok daha yüksek miktarlarda olabilmektedir. İsviçre’nin maden sularında “2” mg/Litre değerinde tespit edilen bor miktarını fazla bularak ürünü piyasadan toplatma kararı alması, Avrupa Birliği’nin bor için koyduğu (1 mg/L) kararını bir kriter olarak kabul ettiklerini gösteriyor.
Avrupa Birliği mevzuatında bor için “H360FD: Doğurganlığa zarar verebilir. Doğmamış çocuğa zarar verebilir” ifadesi yer alıyor. İsviçre’nin yaptığı açıklamayı ihtiyatlı ama yerinde buluyorum. Alınan kararda üreme sağlığını ve gelişim sürecini bozucu etkileri dikkate almaya yönelik bir düşünsel arka plan var ve çocuk sağlığını koruma açısından bu önemli. Bizim ülkemizde çocuklar hak meselelerinde tam bir görünmez özne statüsündedir. Maden suyundaki bor sorununun izleyebildiğim tüm açıklamalarda yetişkinler üzerinden ele alınması da bu konudaki tipik örneklerden biri.
‘VERİLER BORUN GELİŞİM SÜRECİNİ OLUMSUZ ETKİLEYEN BİR TOKSİK MADDE OLDUĞUNU GÖSTERİYOR’
Tehlike ve risk değerlendirmesi sadece yetişkinler için değil, ayrıca çocuklar için de yapılmalı diyorsunuz…
Öncelikle şunu söylemeliyim: Borun düşük miktarda vücuda alındığında sağlık üzerinde bazı olumlu özellikler gösterdiği genelde kabul gören bir düşünce. Buna ek olarak maden suyu içerek ne ölçüde bir riskle karşı karşıya kaldığımız sorusu da çok önemli. Yani ortada bir tehlike olması, o tehlikenin ille de bir sağlık sorununa yol açtığı anlamına gelmez. Sadece tehlike dikkate alınarak değerlendirme yapamayız, kimyasal maddenin etkisi ve ne miktarda maruz kaldığımız da mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu açıdan baktığımızda Dünya Sağlık Örgütü vb. örgütlerin belirlediği değerlerin yeterli koruma sağladığı düşünülebilir. Ancak bu korumanın çocuklar için de geçerli olup olmadığını mutlaka sorgulamak gerekir. Tehlike ve risk söz konusu olduğunda bütün bir değerlendirme sürecinin genellikle gözden kaçırılan halkası çocuklardır.
Bu konuda özetle şunu söyleyebilirim: Toksik kimyasalların çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri yetişkinlere kıyasla çok daha fazladır. Örneğin çoğu toksik kimyasal maddenin vücuttan atılma süreci yetişkinlere kıyasla daha uzun sürer. Büyüme ve gelişme sürecinde olmaları çocukları toksik kimyasal maddelere karşı olağanüstü hassas kılar. Çocukluk çağında toksik kimyasallardan kaynaklanan sağlık zararları bütün bir ömür sürecine damga vurur.
Yani çocuklar küçük yetişkinler değildir, onlar bir popülasyonun benzersiz bir alt popülasyonudur. Bu bağlamda baktığımızda, genel olarak beslenme yoluyla yani yiyecek ve içeceklerle bor maruziyeti nedir ve maden suyu bu maruziyete ne ölçüde katkı yapıyor sorusu önemli. Bu soruların yanıtında belirsizlikler var; ancak deneysel veriler borun gelişim sürecini olumsuz etkileyen bir toksik madde olduğunu gösteriyor. Ne var ki bu konuda yapılan az sayıdaki insan toksisitesi çalışması çoğunlukla erkeklerin üreme sağlığı ile ilgilidir, çocuklarla ilgili çalışmalar son derece azdır. Bu nedenle de çocuk sağlığını korumak için ihtiyatlı davranmak doğru bir tutumdur. Bu tip meselelerde yetişkinleri değil çocukları dikkate almayı çok önemli görüyorum. Toksik kimyasal maruziyeti söz konusu olduğunda şu soruyu sormak her zaman kritik önemde: Ortada hangi yaş grubu için bir sağlık sorunu var? Örneğin anne karnındaki fetüs ya da yenidoğan için de borun sağlık faydaları geçerli mi ya da tam aksine fetüs ve yenidoğanlarda borun üreme sağlığı ve gelişim süreci üzerindeki bozucu etkileri tam olarak nedir?
‘İHTİYATLI DAVRANILMALI’
Peki sağlık açısından baz alınması gereken bor miktarı nedir?
Biliyorsunuz kamuoyunda bor miktarına ilişkin DSÖ’nun uygunluk değerlerine dikkat çekiliyor. Ve tartışmalara ülkeden ülkeye değişkenlik gösteren mevzuatlar neden olduğunu ifade ediliyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) içme suyu boruna ilişkin sağlık temelli kılavuz değeri 2,4 mg/L’dir. Bu tip kılavuz değerlerin ülkeden ülkeye değişiklik göstermesi ise ortada tam bir uzlaşma olmadığı anlamına gelir. Ancak ortada bir uzlaşma olmaması bilimsel olarak her şeyin yolunda olduğu anlamına gelmez. Bu konudaki tartışmaların, yani bir kimyasal maddenin toksik etkilerinin kesin olup olmadığı üzerine yürütülen tartışmaların on yıllar sürebildiğini bilmeliyiz. Burada dikkat etmemiz gereken nokta, çocuklar için yani anne karnından başlayan ve hayatın ilk yıllarını kapsayan, oradan ergen yaşların sonuna kadar uzanan dönemin sağlıklı bir hayat sürmemiz üzerinde olağanüstü büyük önem taşıdığını hiç gözden kaçırmamaktır. Bu da bize, yani karar alıcı pozisyonda olan yetişkinlere, ortada bir kimyasal maddenin toksik etkilerine dair tartışmalı bir durum varsa çok ihtiyatlı davranma sorumluluğunu yükler.
Borun toksikolojisi büyük ölçüde bilinmemektedir. Sıçanlar üzerinde yapılan deneysel çalışmalar, borun erkek üreme toksisitesine, özellikle düşük sperm sayısına ve gelişimsel toksisiteye (fetal iskelet malformasyonları ve bozulmuş fetal büyüme) neden olduğunu gösteriyor. Akademik literatürde buna işaret eden çeşitli çalışmalar var. Ancak bu çalışmaların çeşitli açılardan eleştirildiği de bir gerçek. Dolayısıyla henüz netliğe kavuşmamış bir mesele bu. Ama bu tip tartışmalarda çocukları hatırlamak önemlidir, “bu mesele çocuklar için ne ifade ediyor” sorusunu sormaktan hiç vazgeçmemek, bunu yapmayı hiç unutmamak gerekir.
‘KURUYEMİŞLER, BAZI MEYVE VE SEBZELER DE YÜKSEK MİKTARDA BOR İÇEREBİLİYOR’
Sağlık riski genelde yetişkinler üzerinden tartışılıyor, haklısınız. O zaman tekrar soralım: Yetişkinler için uygun olan tüketim önerileri çocuklar için de geçerli mi?
Ülkemizde içinde olduğumuz şartlarda geçerli değil. Öncelikle gıdaların bor içeriği ve diyetle bünyemize ne miktarda bor aldığımızı belirleyecek kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç var. Kapsamlı deyince herkes ürküyor ama ilgili bakanlıların çok kısa sürede, bir yıl içinde gerçekleştireceği bir iş bu. Şimdiye kadar yapılmaması bir garabet zaten. Bu tip çalışmalar açısından ülkemizde büyük bir boşluk var. Sadece bor için değil, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın ortak bir çalışmayla yiyecekler, içecekler ve solunan hava vasıtasıyla hangi toksik kimyasal maddelere ve ne ölçüde maruz kaldığımız üzerine ulusal bir veri tabanı oluşturması gerekiyor. Mesela kuruyemişler, bazı meyve ve sebzeler yüksek miktarda bor içerebiliyor. ABD’de yapılan bir çalışmada insanların gıdalardan tahmini ortalama bor alımı, çoğunlukla sebze ve kuruyemişler yoluyla olmak üzere yaklaşık 1 mg/gün olarak tahmin ediliyor. Peki ülkemizdeki miktar nedir? Bilmiyoruz. Bu çalışmaları yapmak, bilim insanları başta olmak üzere ilgili herkesin serbest erişimine açık veri bankalarını oluşturmak zorundayız. Bor meselesi bir anda gündeme oturdu; doğal elbette ama gündeme oturuş biçimiyle benim açımdan büyütülecek bir mesele değil. Bor meselesinin tartışılma biçimi benim için toplumsal ahvalimizdeki bir büyük meseleye işaret eden örnek olaylardan biri öncelikle.
‘BÜYÜK MESELE…’
Nedir o büyük mesele?
Büyük mesele, ülkemizde çocukların toksik kimyasal maddelere maruz kalmasının neden görmezlikten gelindiğidir.
Bunun bor ile ilgisini nasıl kuruyorsunuz?
Toksik kimyasal maddelerin bir kısmı örneğin ağır metaller, pestisitler gibi, insanlarda hormonal sistemi bozucu etkiler gösterir. Hormonal sistemi bozan kimyasal maddeler en fazla tiroit hormonlarının salınımını ve organ ve dokularda kullanımını bozar. Kimyasal yapısı tiroit hormonlarına benzeyen toksik maddeler vücutta tiroit hormonu gibi işlev görür ve bu durum hormonal sistemin dikkatle ayarlanan işleyişini bozar. Bor ile ilgili olarak da böyle kaygılar var. Tiroit hormonu salgılayan bezenin çalışması epeyce karışıktır.
Nedir peki tam olarak karışık olan?
Tiroit hormonlarının salınması için iyota ihtiyaç var. İyot eksikliği doğurganlığın azalması, perinatal ve bebek ölümlerinin artması, fiziksel ve entelektüel gelişimin bozulması, zekâ geriliği, kretinizm, hipotiroidizm ve endemik guatr (EG) gibi çeşitli rahatsızlıklarla ilgilidir. İyotu bünyemize yiyeceklerle alırız ama yiyeceklerdeki iyot miktarı genelde yeterli değildir. Tiroit hormonlarının üretimi için diyetle yeterli miktarda iyot alımı mutlak gereklidir. Ancak iyot eksikliği çoğu ülkede olduğu gibi ülkemizde de bir sorundur. Bu sorunu aşmak için tuza iyot eklenmesi yaygın bir halk sağlığı uygulamasıdır. Ancak yapılan çalışmalar beslenme gelenek ve alışkanlıklarına bağlı olarak ülkemizde nüfusun dörtte birinin iyotlu tuz kullanmaktan kaçındığını gösteriyor. Ülkemizde piyasada satılan tuzların yarısının yeterli miktarda iyot içermemesi de bir başka sorundur. Tuzdaki iyot miktarını kontrol etmekten sorumlu kamu kurumları da denetim ve kontrol hizmetlerini yerine getirmemektedir. Tiroit hormonlarının salımında ve hücreler tarafından kullanılmasında mikro besinlerin (örneğin selenyum) ve guatrojenlerin (tiroit hormonlarının salgılanmasını olumsuz etkileyen maddeler) alımı gibi diğer faktörlerin de önemli bir etkisi var.
‘BORUN GUATRA YOL AÇABİLECEĞİNE DAİR BİLİMSEL ÇALIŞMALAR VAR’
Bu meseleyi bor üzerinden ele alacak olursak bilimsel bir çalışma var mı bu konuda?
Evet. Bilimsel çalışmadan geniş bir özet yaparak durumu açıklayabileceğimi sanıyorum: “Aşırı maruziyet açısından borun potansiyel bir guatrojen olarak rol oynayabileceğine dair tartışmalar var. Özellikle, borun aşırı maruziyetinin tiroit fizyolojisini bozarak nihayetinde guatr oluşumuna yol açabileceği öne sürülüyor. Özellikle, kanda serum ve idrardaki bor seviyelerinin, maruz kalan kişilerde tiroid hormon seviyeleri ile negatif bir ilişki ile karakterize olduğu gösterilmiştir. Yani dışarıdan bor alımına bağlı olarak serum ve idrardaki bor seviyeleri arttıkça tiroit hormonlarının miktarı azalıyor. Çevresel olarak bora maruz kalan çocuklarda bor seviyelerinin tiroid bezesinin hacmi ile ilişkili olduğu da bulunmuştur. Deneysel çalışmalar borun tiroid yapısı ve hormon seviyeleri üzerinde önemli bir etkisi olduğunu göstermiştir. Son olarak, tiroitte yüksek oranda bor birikimi, tiroidin bor aktivitesi için hedef olduğunu da gösterebilir. İyot ve borun kimyasal özellikleri de belirli bir rekabet için zemin hazırlamaktadır. Ancak bora aşırı maruz kalmanın guatr oluşumunda rol oynadığı hipotezini desteklemek için daha fazla klinik ve deneysel çalışmaya ihtiyaç var. Böyle bir ilişki doğrulanır ve potansiyel mekanizmalar aydınlatılırsa, toprak ve suda yüksek bor seviyelerine sahip endemik bölgelerde (Örneğin Türkiye gibi) hipotiroidizm ve guatr insidansının düzenlenmesine yardımcı olacaktır.”
‘BOR MARUZİYETİ ÇOCUKLARDA HORMONAL SİSTEM ÜZERİNDE OLUMSUZ ETKİLER GÖSTEREBİLİR’
Bu açıklama bize ne söylüyor?
Bor maruziyetinin çocuklarda hormonal sistem üzerinde olumsuz etkiler gösterebileceğini söylüyor. Hormonal sistem bozucu toksik kimyasallara maruz kalmak çocuk sağlığı açısından bakıldığında günümüzün en önemli halk sağlığı sorunlarından biri. Üstelik bor konusunda dikkate almamız gereken bir başka mesele arseniktir.
Arseniğin Bor ile ilişkisi nedir?
Yeraltı sularında bor içeriği yüksek ise arsenik içeriğinin de yüksek olabileceğini gösteren çalışmalar var. Bir başka deyişle bor ile arsenik arasında bir korelasyon var. Bir suda bor içeriği yüksekse arsenik içeriğinin de yüksek olabileceğini dikkate almak gerekiyor. Dolayısıyla maden sularında bor yüksek çıktığında benim yanıtını asıl merak ettiğim soru “acaba arsenik var mı, varsa ne miktarda var” sorusu oluyor.
Neden peki?
Arsenik tiroit hormonlarının işleyişini bozan, toksik etkisi çok fazla olan bir kimyasal maddedir. Arsenik maruziyetinin tiroit fonksiyonlarında bozulmaya yol açtığı kanıtlanmıştır. Tiroit hormonları çocukların anne karnında başlayan ve yetişkin yaşlara uzanan dönemlerinde büyüme ve gelişme üzerinde özellikle de beyin ve sinir sisteminin sağlıklı gelişmesi üzerinde olağanüstü rolü olan hormonlardır. Eksikliği de fazlalığı da bir sorundur.
Neye yol açar bu sorun?
Kamuoyunun çocukların eğitim öğretim başarısına olan takıntısını dikkate alarak şunları söyleyebilirim: Tiroit hormonlarının işleyişindeki bozulma çocukların bilişsel becerilerinde gerilemeye, eğitim ve öğrenim başarısını sekteye uğratan dikkat eksikliği hiperaktivite sendromu, konsantrasyon bozuklukları, otizm spektrum bozuklukları vb. gibi çeşitli sorunlara yol açar. Akademik literatürde bu konu hakkında muazzam bir bilgi birikimi vardır.
‘BOR MİKTARINI ÇOCUKLARI DİKKATE ALMADAN KONUŞMAK BÜYÜK SORUMSUZLUK’
Maden suyu ve bor odağında bakarsak bütün bu söyledikleriniz ne anlama geliyor?
Ortada sağlık açısından risk yaratacak bir durum varsa açıklama yaparken dikkatli olmak gerektiği anlamına geliyor öncelikle. Çocukları dikkate almadan, mineral suda bulunan bor miktarının çocuk sağlığı açısından ne gibi sorunlar yaratabileceğine değinmeden, borun diğer toksik kimyasal maddelerle ilişkisini kurmadan meseleyi konuşmak kanımca büyük bir sorumsuzluktur. Örneğin medyada, sosyal medyada yer alan “maden suyunu güvenle tüketmeye devam edin, günde bir litreye kadar içebilirsiniz vb.” açıklamaları düşünelim, bu açıklamalarda bir sakillik, çocuk sağlığını, toplumsal bir hak öznesi olarak çocukları görmezlikten gelen bir perspektif yok mu sizce?
‘ÇOCUKLAR KÜÇÜK YETİŞKİNLER DEĞİLDİR’
Toksik etki gösterdiği net bir şekilde belirlenemeyen kimyasal maddeler söz konusu olduğunda çocukları nasıl koruyabiliriz peki, uygulanabilecek bir ilke ya da yaklaşım var mı?
Genel bakış açımızı ya da ilkemizi çocuklar için toksik kimyasal maruziyetini olabildiğince azaltmak üzerinde kurmalıyız. Evde, kreşte, okulda, eğitim kurumlarında, oyun parkları vb. yerlerde, kamusal alanlarda temel ilkemiz bu olmalı. Toksik etkisi kanıtlanmış kimyasal maddelerin kullanımı mutlaka yasaklanmalı zaten, ancak üzerinde net bir görüş birliği olmayan kimyasal maddeler söz konusu olduğunda ise maruz kalma yollarını azaltmak ya da ortadan kaldırmak önem taşıyor. Temel ilkemiz çocukları korumak. Herhangi bir toksik kimyasal maddeyle ilgili bir tartışma koptuğunda ilk aklımıza gelen ve yanıtı aranması gereken soru “bu toksik madde çocuklara ne yapıyor?” sorusu olmalı. Bu soruya yanıt içermeyen bir tartışmanın ya da açıklamanın benim gözümde bir kıymeti yok. Bir kez daha söylemek istiyorum: Çocuklar küçük yetişkinler değildir, onlar bir popülasyonun benzersiz bir alt popülasyonudur. İlk önce onlara ne olduğuna, onların nasıl etkilendiğine bir yanıt aramak gerekir.
Çocukları dikkate almadan ya da zımni olarak onları birer küçük yetişkin olarak gören bir bakış açısıyla tek bir kimyasal maddenin ve belirli bir gıda maddesinin oluşturabileceği sağlık zararı üzerinde odaklanıp kalmak yanlıştır, tam bir sistematik hata örneğidir. Örneğin son olayda maden suyundaki bor dışında gündelik diyetle, içme suyuyla, ya da gıda dışı bir başka örnek vereyim bor içeriği son derece yüksek marketlerden, kırtasiyelere her yerde satılan ve çocukların çok severek oynadığı slime vb. oyuncaklarla maruziyetin ne olabileceğini dikkate almak gerekir.
‘YETKİLİ KURUM SAĞLIK BAKANLIĞI, BAKALIM NE DİYECEKLER?’
Ürünler Sağlık Bakanlığı tarafından denetlenmiyor mu? Son örneği Beypazarı sodaları ile ilgili bir açıklama gelmedi bakanlıktan.
Su dahil tüm içeceklerin toksik kimyasal içeriği açısından periyodik kontrollere tabi tutulması şarttır. Bu konuda yetkili ve sorumlu kurum Sağlık Bakanlığı’dır. Bu soruyu Sağlık Bakanlığı yetkililerine sormak gerekiyor. Nasıl bir yanıt vereceklerini merak ediyorum ben de…
***Kaynak: Artı Gerçek***
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***