İster beyaz perdede, ister televizyon ekranında isterse de edebiyatta olsun dindar insan temsiline dair bugüne kadar defalarca yazıldı, çizildi. Koca bir hidayet romanı kategorisi, Cumhuriyet dönemi romanlarındaki dindar temsiline tepki olarak doğdu farzımisal. Ama son iki yıla yakındır televizyon ekranlarında hiç görmediğimiz kadar dindar/muhafazakâr temsili çeşitliliğine rastlar olduk. Bunun en radikal örneği de tarikatların merkezde olduğu hikâyeler oldu. Kızıl Goncalar, ilk bölümünden itibaren bu bağlamda çok tartışıldı, tartışılmaya da devam edeceğe benziyor.
Ben bu yazıda ne Kızıl Goncalar’daki dindar/seküler temsillerinin sorun(luluk)larına/ isabetlerine ne de tarikatların ele alınış şekline değineceğim. O konularda da edecek çok sözüm var, yalan olmasın. Ama beni bu yazıyı yazmaya iten, sosyal medyada gördüğüm bazı “editler” oldu. Gayem, değişen erkeklik kurgularıyla paralel olarak değişen dindar erkeklik kurgusuna yakından bakmak olacak.
DURMUYOR DELİ YÜREĞİM
90’lar sonu, 2000’ler başı… Ortalık Deli Yürek “fenomeniyle” kasıp kavruluyor. Mahalle delikanlısından (90’ların Aynalı Tahir’ini hatırlarsınız) “derin devletle” karmaşık ilişkilere giren mafyatik erkekliğe doğru ilk ve en büyük adım atılıyor. Sonrasında on yıl sürecek ve hegemonik erkekliğin kodlarını, siyasetle kültür alanının kesişiminde yeniden kuran Kurtlar Vadisi hayatımıza girecek. Bu diziler, bir yandan erkekliğin kodlarını değiştirirken diğer yandan “bazı cinayetlerin” meşru olduğu, kanunsuzluğun kanun olduğu, kontrol edemediğimiz büyük güçlerinde elinde oyuncakken bir büyük “devlet adamının” aklına ve himayesine ihtiyaç duyduğumuz gibi fikirlerin taşıyıcısı oldular.
İşte Deli Yürek’te, dizinin ismiyle müsemma başrolümüz Yusuf, öfkeli ve cevval bir karakter. Ona akıl veren, onun kontrol edilemez “erkekliğine” akıl hocalığı yapan biri var: Kuşçu. Kuşçu, kısmen dindar, tasavvuf ehli sayılabilecek, orta yaşlı bir erkek ve üzerinde “dünya işlerinden elini ayağını çekmiş” bir dervişin sükûneti var. Bu erkeklik temsili, sonrasında Kurtlar Vadisi’ndeki Ömer Baba’da da karşımıza çıktı.
Dindar yaşlı/orta yaşlı erkeklerin, genç erkeklerin deli öfkesini kontrol eden akıl hocaları olarak temsil edildiği 2000’lerden sonra dindarlık da erkeklik de hem küresel hem de ulusal siyasetin etkisiyle yeniden şekillenmeye başladı. Muhafazakâr genç kızların çevrimiçi olarak yazıp yayımladığı romanları incelediğim doktora tezimde tespit ettiğim üzere, 80’lerin hidayet romanlarında hidayete ermesi beklenen karakterler, Cumhuriyet değerleriyle “özlerini yitirmiş” olan seküler kadınlarken bu romanlarda dindar genç kızların, mafyatik “bad boyları” (kötü çocuk) yola getirişini, “hidayete çekişini” okumaya başladık. Ancak bu erkekler her ne kadar gayrimeşru işlerle uğraşsalar, içki içseler, kadınlarla dini sınırları aşan ilişkiler yaşasalar da, tıpkı Deli Yürek Yusuf Miroğlu gibi, “yerli ve milli” köklerini unutmayan ve aslında hayatlarını düzeltmek için “masum” bir genç kıza ihtiyaç duyan erkeklerdi. Yani dindarlığın cinsiyetli boyutunu çok rahat görebiliyoruz.
TÜRKİYE’NİN ‘HOT PRİEST’İ
Tüm bu dindarlık/sekülerlik temsilleri, son birkaç yılda daha farklı bir görünüm aldı. Kızılcık Şerbeti, Ömer ve nihayet Kızıl Goncalar dizilerinde dindar-seküler çatışmasını farklı yönleriyle görmeye başladık. Dolayısıyla dindar erkeklik temsilleri açısından da çeşitli bir kültürel üretim söz konusu.
Kızıl Goncalar’ın Cüneyd Efendisi, Deli Yürek ve Kurtlar Vadisi’nde gördüğümüz fevri, öfkeli, şiddete meyilli erkeklikle akıl hocalığı yapan sakin, dindar “âlim” erkekliğin bir karışımı olarak karşımıza çıkıyor. Bu haliyle dini erkeklik temsilinin ana akımlaşmış bir temsiline dönüşüyor. Cüneyd Efendi, Faniler denen bir tarikatın mevcut mürşidinin torunu ve aynı zamanda “postun” bir sonraki sahibi.
Bu temsilin birçok sorunlu noktası var şüphesiz. Tarikatların güçlendiği, sadece kültürel alanı değil, siyasal alanı da belirleme açısından daha önce hiç olmadıkları kadar iktidar sahibi olduğu bir siyasal momentumda tarikat şeyhi namzeti bir erkekliğin yakışıklı ve genç bir erkek olarak resmedilmesi, bu türlü bir erkekliğin ana akımlaşmasında önemli bir dönüm noktası gibi duruyor. Bunu biraz açalım.
ÇOCUKLA YETİŞKİN ARASINDA ‘AŞK’ OLMAZ
Yazının başında, beni bu yazıyı yazmaya itenin, sosyal medyada gördüğüm bazı editler olduğunu söylemiştim. Edit’ten kasıt, dizilerdeki karakterler için hazırlanan, genelde fonda bir müzikle karakterin dizideki etkileyici sahnelerinin kolajlandığı kısa videolar aslında. Bu videolarda –ki büyük bir kısmı Arapça, Rusça gibi farklı dillerde altyazılar içeren ve muhtemelen o ülkelerde üretilen- Cüneyd Efendi’nin (Mert Yazıcıoğlu), dizinin başrollerinden ve nihayetinde Cüneyd Efendi’yle evlendirilen 14 yaşındaki Zeynep’in (Mina Demirtaş) çeşitli sahneleri romantik bir kurguyla sunuluyor. Dahası, ikisi arasında romantik bir ilişkinin gelişmesini bekleyen bir izleyici kitlesi olduğunu da yine sosyal medyadaki yorumlarda görebiliyoruz.
Peki, Cüneyd Efendi karakteri nasıl bu kadar sevildi, neden bir başkahraman olarak görülmeye başlandı? Öncelikle kendisi, daha önce benzerlerini gördüğümüz akil dini liderler gibi orta yaşlı/yaşlı bir erkek değil; genç ve yakışıklı. Üstelik yine yaşının verdiği “delikanlı” ruhu da onun post üzerinde zikir çekip gelene sükûnetle akıl verdiği bir pozisyonda olmasını engelliyor. Deli Yürek’te, Kurtlar Vadisi’nde ve sonrasında gelen birçok dizide gördüğümüz sert, dediğim dedik, bazen fevriliğiyle ortalığı yakıp yıkan ama “özünde iyi” erkekliğin hegemonik kodlarının tamamını taşıyor Cüneyd Efendi. Ama bununla da kalmıyor: Uzun zamandır ekranlarda göremediğimiz, anti-entelektüalizmin bir sonucu olarak erkeklik kodlarından silinen eğitimli erkekliğin donanımına da sahip. Kendisi Kierkegaard’dan Camus’ya Batı felsefesinin büyük isimlerini yakından tanımakla kalmıyor, Epstein davası gibi güncel sosyo-politik olaylara dair de fikri var. Öyle ki eğitimli, seküler psikiyatrist Levent Bey’le terapi seansları adeta bir entelektüel münazara şeklinde geçiyor. Üstelik çoğunlukla Cüneyd Efendi’nin akıl verdiğini, Levent Bey’i kendisiyle yüzleştirdiğini, “ilmiyle” aydınlattığını görüyoruz.
Tüm bunlar, dindar erkekliğin seküler erkekliğe karşı galibiyetinin bir temsili olarak okunabileceği gibi aynı zamanda tarikat mensubu erkekliğin ana akımlaşması, sürekli çocuk tecavüzü gibi meselelerle gündeme gelen tarikatların “aslında yakından bakarsak hepimiz aynıyız” argümanıyla aklanması olarak da pekâlâ görülebilir. Üstelik buradaki tehlike çok daha büyük. Post-modern argümanlarla modern hayatı “çürüten” şeyh Cüneyd Efendi’nin, yetişkin bir erkekle çocuk yaştaki bir kızın birlikte olmasını meşrulaştıracak denli romantik bir karakter olarak sunulması gerçeği söz konusu. (Yine Levent Bey’le terapi seanslarından birinde, yaş sınırının modern bir kurgu olduğunu, yıllar önce 25 olan yaş sınırının yapay bir şekilde 18’e kadar indirildiğini ve bunların insan yapımı kurallar olarak bir geçerliliğinin olmadığını post-modern argümanlarla sunuyor).
Cüneyd’in her ne kadar psikolojik problemleri olsa da çocukluk travmaları nedeniyle bu problemler mazur görülüyor ve 14 yaşındaki Zeynep’in, üstün zekâsı ve iyi ahlakıyla onu iyileştirebileceği alt metni sunuluyor. Sosyal medyadaki izleyici yorumları da ikisi arasında bir romantik ilişkinin gelişmesinin “normal” ve hatta “makbul” kabul edilebileceğinin sinyallerini veriyor. Psikolojisi bozuk erkekleri iyileştiren iyi huylu kadınlar anlatısı yeni olmasa da bunun 14 yaşındaki bir çocuk olarak temsili, oldukça yeni ve belli bir siyasi ajandayla paralel ilerleyen bir kültürel sonuç gibi geliyor.
AŞK’IN MEŞRULAŞTIRICI GÜCÜNE KARŞI ‘AYIK’ OLMAK
İktidar, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekildiğinden beri Medeni Kanun’un da tehlike altında olduğu, özellikle tarikatlar ve bunlarla iltisaklı siyasi yapıların Medeni Kanun’a yönelik saldırılarının arttığı biliniyor. Bu bağlamda en önemli gündem, çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak bir yasal düzenleme yapılması. Bunun için öne sürülen en önemli argümanlardan biriyse babaanne/ananelerimizin de 13-14 yaşlarında evlendiği; üstelik kültürümüzde yer alan bu evlilik kodlarının hâlâ devam etmesi neticesi çocuk yaşta bir kızla evlendiği gerekçesiyle erkeklerin hapse atılmasının, onlarla evlenen ve mutlu olan kadınları mağdur ettiği iddiası.
İşte, Kızıl Goncalar’ın Cüneyd-Zeynep ilişkisi özelinde sunduğu romantik altmetin, çocuk yaşta evliliğin sadece normal değil, norm olmasının yolunu açacak bir kültürel dönüşümün sinyallerini veriyor. Diziye dair söylenecek çok şey var; ama ben, ergen yaştaki genç kızların üzerinde aşkın politik etkisinin diğer her şeyden çok olduğunu öne sürecek ve bu yazıyı, aşk adı altında meşrulaştırılan her türlü şiddete karşı kız kardeşlerimi “ayık” olmaya çağırarak bitireceğim.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***