Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

H. Agah Kalender yazdı… Ey okur dur; ‘Kelime’ deyip geçme!


(Serbest Görüş) – H. AGAH KALENDER

Şair ‘Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel / Kelimelerin ise kifayetsiz olduğunu / Bu derde düşmeden önce’ der.

Uzun zamandır ‘kelimeler’ üzerine takıntılıyım. Şeb-i yelda gecemde saplantı derecesine varan ‘takıntılı’ halim iyice nüksetti. İşi ‘etimoloji sözlüğü’ okumaya kadar vardırdım.

Sözlük okunur mu hiç?

Bilmediğin kelimenin anlamını öğrenir, kapağını kapatırsın… İnanmakta zorlandığınızı biliyorum fakat ben bıkıp usanmadan sözlük karıştırdım. Kelimelerin kökenleri üzerine ne buldumsa okudum. ‘Etimoloji’ öyle bir alan ki kıyısı olmayan okyanus gibi… Bir açılmaya görün, bir daha geri dönemezsiniz.

Hala takıntılı halim saplantı hastalığım düzelmiş değil, ayrıca şifa bulmayı da istemiyorum. Bir maceracı gibi kelimelerin ‘büyülü dünyasında’ gezinmek ve yeni şeyler öğrenmekten memnunum, bana müthiş keyif veriyor.

Birkaç gün önce ‘şahane’ kelimesi takıldı aklıma. Günlük hayatta kullandığımız fonetiği tatlı, hoş bir kelime. ‘Şahla ilgili olmalı bu kelime’ dedim. Sözlüğe baktım heyecanla, tam isabet, bingo… Şah’a ait, şah gibi anlamdan türemiş. Şah ile şahane kelimesinin ne alakası var demeyin. Çok alakası var. Günlük hayatta kullandığımız kelimeler böyle oluşuyor.

Farslarla, Perslerin aynı millet olduğunu elbette biliyorum. Fakat dönemsel isimlendirmeler olduğunu sanıyordum. Belli bir dönemde İran’ın yerli halkına ‘pers’, başka bir dönemde ‘fars’ denir gibi… Hayır, öyle değilmiş. Her şey bir harfin azizliğinden kaynaklanıyor. Arapça’da ‘p’ harfi olmadığı için ‘Pers’ kelimesi ‘Fars’a dönüşmüş.

Arap kültürüne kulak verirseniz Fars, İran’a bakarsanız Pers… Bir harf değişikliğiyle aynı şeyi söylemiş oluyorsunuz.

Cemreler düştü, hava ısınmaya, çiçekler tomurcuklanmaya başladı. Ilıman bölgelerde ‘papatyalar’ açtı. Papatya kelimesinin de nereden türediğini yeni öğrendim. Bir çiçek adı deyip geçmek de mümkün. Ben yapamıyorum, zihnime takıldıysa cevabını bulmaya çalışıyorum. Yoksa beynimde bir paslı çivi gibi duruyor ve beni rahatsız ediyor.

Doğrudan papatya kelimesini aramadım. ‘Baba’ kelimesinden gittim. Orijinal dilinde izlediğim bazı filmlerde ve dizilerde ‘baba’ kelimesi bildiğimiz anlamıyla kullanılıyor. ‘Baba’ kelimesinin arkeolojik kazısını yapabiliriz artık. Etimolojide ‘üstad’ olarak bellediğim Sevan Nişanyan’ın ‘Elifin Öküzü’ kitabından yararlanarak özetliyorum.

‘Baba’ kelimesinin Çincesi de baba… Farsça’da aynı şekilde. Çeşitli Hint dillerinde baba aynen mevcut. Batı dillerinin hepsinde, Rumca ve Rusça’da ‘papa’… Kenya’nin yerli Luo dilinde de farklı değil; baba yine. İbranice’de ilk hece tersine dönmüş ‘abba’ olmuş. Rumca ‘papas’ babacık ve muhterem kişi anlamına gelir. ‘S’ harfi eril takısı.

Satranç oynamayı bilmem ama kelimelerine aşinayım. Şah-mat kavramının nereden türediğini bir filmde duyduğum zaman çok şaşırmıştım. Lübnan’dan Amerika’ya göç eden bir Lübnanlı ‘Biz şeyh-mevt deriz’ demişti. Yani şeyhin ölümü. Oradan Farsça’ya geçmiş olmalı. Şah, mat oldu mu, şeyh ölür.

Papaz’ın eşine Rumlar ‘papadia’ adını veriyorlar. Papaz’ın eşi mi olur diye sormazsınız herhalde. Bazı Hristiyan mezheplerde ‘evet’ olur. Papazın eşi olan ‘papadia’nın Anadolu’da nasıl çiçek adına dönüştüğünü Nişanyan da çözememiş. O çözemediyse bizim boyumuzu hayli hayli aşar.

Eğer kelimelerin kökenleri ve deyimlerin hikayelerine meraklıysanız size o kapıyı açacak kitap önerebilirim. Tuncay Akkoyun’un ‘Mertek değil Elif’ adlı çalışması etimolojinin alfabesi gibi. Yazdıklarından Akkoyun da bir sabahı olmayan uzun gece yaşadığı, yani ‘şeb-i yeldası’ olduğu anlaşılıyor.

Şairin dediği gibi; ‘Şeb-i yaldayı gammra seheri peyda nist’… Derdinin uzun gecesinde seher görünmemiş ve kitapların, kelimelerin dünyasına dalmış, bencileyin…

Okuması kolay, akıcı ve tatlı bir üslubu var kitabının. Duman almış dağın vadilerinden akan gümüş dere gibi berrak. Rüsvay kelimesini oradan öğrendim. Anlamını değil tabii, nereden nasıl türediğini. ‘Ru’ Farsça ‘yüz, sima’ demek. ‘Ru be ru’ (Yüzyüze) den hatırlarsınız. Ru kelimesi ile siyah kelimesi birleşmiş ‘rusiyah’ doğmuş.

‘Kara yüzlü’ anlamına geliyor. Zaman içinde söyleniş ‘rüsvay’a dönüşmüş. ‘Kara sevda’ kara kara demek. Sevda Arapça siyah ve safra anlamına geliyor. Ne menem dert ise kara demekle yetinmemişiz bir de yanına Arapça siyahı eklemişiz. Karalar bağlamak gibi bir şey… Kara üstüne kara… Kapkara. Aşka değil sözümüz acısına, derdine, gamına…

Kelimeler ‘donmuş varlıklar’ değil canlıdır. Değişime, dönüşüme kolay uğrarlar. Akkoyun 40 kelimesini derlemiş. 40’ın karşılığı Farsça’da ‘çile’ anlamına geliyor. Tasavvufta dervişin pişmesi için çileye yani 40 günlük inzivaya çekilmesinden mülhem. ‘Çile bülbülüm çile’ şarkısındaki ‘çile’ bildiğimiz dert değil. Eski Türkçe çilemek bülbülün ötmesi demek. ‘Öt bülbülüm öt’ diyor şarkı.

Pandemi sırasında bütün dünyanın yeniden tanıştığı ‘karantina’ kelimesi ise İtalyanca 40 rakamından türeme… Limanlarda gemicilerin salgın hastalıkları şehre bulaştırmaması için 40 gün açık denizde bekletilmesinden geliyor.

Pamuk Farsça ‘pembe’ demek… Pamuğun çiçeğinin rengine bakmışız Farsça’dan pamuğu ithal etmişiz. İngilizce cennet anlamına gelen ‘paradise’, Farsça Firdevs’den devşirme. Arz-ı Rum Arapça iki kelimenin bir araya gelmesi bizde Erzurum diye şehre isim olmuş. Arapça’da ‘o’ harfi olmadığı için Romalılara Rom değil Rum denmiş. Kuran’da da Rum diye geçer. Arapça sonradan gelen anlamındaki ‘Halife’ kelimesi batı dillerine ‘kalfa’ olarak geçmiş. Ustadan sonra gelen anlamında… Moruk Ermenice ‘sakal’ demek. Yaşlı yani. Godoş Ermenice ‘boynuz’ anlamına geliyor.

Kayınpeder, kaymakam kelimelerini günlük hayatta sık kullanırız. Kayınpeder, Arapça ‘kaim’ ile Farsça ‘peder’ kelimelerinden oluşmuş. Kaim ikame edilen, yerine konan demek malum. Vali ve mutasarrıfların yerine bıraktıkları vekillere ‘kaymakam’ dendiğini Akkoyun’un kitabından öğrendim.

‘İkame edilen makam’ anlamına geliyor. Kayınpeder de baba yerine konan, ikame edilen demek. Öyle değil mi?

Linç, boykot ve sabote kelimelerinini öyküsü de ilginç. Akkoyun, kitabında ayrıntılı anlatıyor. Linç kelimesi Amerika’da 1790’lerda yaşayan Charles Liynch’den türeme. Bir kişiden yani. Çiftçilik yapan Liynch bağımsızlık savaşında yargıç ilan edilir. Asker kaçakları, hırsız ve katiller Liynch ve adamları tarafından öldürülünce bu yöntem ‘Liynch usülü’ diye adlandırılır.

Boykot kelimesi de bir kişiden türeme. İrlandalı Charles Boycott’ın katı tutumu sonucu Toprak Birliği, Boycott ve ailesi ile iletişimin kesilmesini ister. Bu kişinin ismi zaman içinde dünya çapında ‘dışlama’ anlamına dönüşür.

Grevi de araya sıkıştıralım. Grev kelimesi Paris Belediye Sarayı önündeki Greve Meydanı’ndan geliyor. Çalışma şartlarından şikayet veya ücretlere tepki gösterip iş bırakanlar Greve meydanında toplanırdı. Greve gitmek dünyanın her yerinde Paris’teki o meydanına gitmek değil artık ‘işi bırakmanın’ adı oldu.

‘Sabot’ Fransızca tahta ayakkabı anlamına geliyor, abdest alırken kullanılan takunya gibi bir şey. Sanayi devriminden sonra işçi çıkarmaları yoğunlaşınca, çalışanlar makineleri bozmak amacıyla sabot ayakkabılarını makinaların çarklarına atmaya başlar. Ve buradan ‘sabote’ kelimesi doğar.

Sevan Nişanyan’ın eski Taraf’ta kelimelerin kökenlerini anlattığı yazıları büyük ilgi çekti. İtiraf etmeliyim ki beni etimolojiye çeken yakından takip ettiğim bu yazılar oldu. Tirkayakisi ve müptelası olmuştum yazılarının. Sevan Nişanyan’ın Ermeni olduğunu isminden anlamışsınızdır. Türkçe’nın sırlı dünyasını bir Ermeni’nin rehberliğinde dolaşmayı garip bulanlar olabilir. İlmin ırkçılığı olmaz.

‘Yan’ eki Ermenice ‘oğlu’ anlamına gelir. Nişanoğlu yani. Oğlu Farsça’da ‘zade’, Rusça’da ‘of – ov’, Balkan dillerinde ‘iç’, Arapça’da ‘ibn – bin’ kelimeleriyle karşılık bulur. Nişanzade, Nişanov, Nişaniç, İbni Nişan gibi. Nişanyan’ın kelimelere takması da askeri hapishanede olur. Asker arkadaşı Ali Nesin’le Türkçe’de Arapça harflerin dökümünü yapmakla başlar. Sonra Türkçe’deki Rumca kelimeleri bir tespit eder. Çalışma odasındaki masanın üzeri kitaplarla dolar. Odaya girmekten korkan eşi bir gün ‘Bunlar bir gün başına devrilirse gömülüp gideceksin, seni bulamayacağız’ der.

Ne bulduysa okur. Arapça’dan Orta Asya Türkçesi’ne, Farsça’dan Moğolca’ya kadar… Okuyup geçmez notlar alır. Buna rağmen şöyle der: ‘Şimdi dönüp bakıyorum da, o cesaret ancak cehaletten gelebilirmiş. Bilgi sonsuz bir deniz. Aylar yıllar boyu kürek çekiyorsun, baktığında bir arpa boyu yol gitmemişsin. Açıldıkça cehaletini daha iyi anlıyorsun. Denizin sonsuzluğunu daha büyük dehşetle kavrıyorsun’.

Anadili Türkçe olmayan bir ismin Türkçe kelimelerin anlam ve kökenlerini ortaya çıkarması her türlü takdirin üzerinde. Ermeni kimliğinden dolayı tepki gösterenlere Nişanyan’ın bir çift sözü var: ‘Sen benim atalarımın dilini, yalan yanlış oluşturduğum kimliğin temelini, cehaletimin yegane istinatgahını nasıl böyle kurcalarsın diye için için kaynıyorlar’.

Nişanyan aykırı bir adam ve iflah olmaz muhalif. Asla paylaşmadığım, katılmadığım düşünceleri de var. Bendeki üstatlığı etimolojiyle sınırlı. ‘Yanlış Cumhuriyet’ kitabından da yararlandım. Bu topraklarda düşünmek düşündüğünü ifade etmek başını derde sokar. Nişanyan’ın da hayatı hapishanelerde geçer. Mahpusluğu sürerken izinli çıktığı hapishaneye bir daha dönmez, Ege’den Yunan adalarına geçer ve ‘Kuş uçtu’ tweet’iyle firarını cümle aleme duyurur.

‘Elifin Öküzü’ bu sahadaki ilk kitaplarından Nişanyan’ın. ‘Alfabeyi bundan 3000 yıl önce Fenikeliler icat etmiş’ diye başlar kitap. Her biri bir kavramı ifade eden binlerce resim ve simgeden 25 harflik alfabe oluşturmuşlar.

Öküz anlamına gelen ‘alep’ ‘a’ harfi olmuş. Küçük a harfinin öküz başına benzemesi bundan. Ev anlamındaki ‘Bet’ kelimesinden ‘b’ harfi, cirit sopası ‘gmel’ den ‘g’, kapı ‘dalıt’ kelimesinden ise ‘d’ harfi meydana gelmiş.

Fenikelileri önce Arami ve İbraniler daha sonra Yunanlar taklit etmiş. Ve Alfa, beta, gama, delta kelimelerine dönüşmüş. Arapça’daki elif, be, cim, dal harflerinin kökenleri de aynı. ‘G’ harfi Arapça’da hep ‘cim’ harfine dönüşür.

Elif’in Öküzü’nden bir sayfa; Farsça ‘dört’ anlamına gelen ‘çar’ veya ‘çahar’ kelimelerinden Türkçe’ye geçmiş çok kelime var. Bir kısmını Nişanyan toplamış… Tavla kültürüne aşina olanlar ‘çar’ ve yek’ kelimelerini bilir. İki rakam birleşmiş ‘Çaryek’ olmuş ve Türkçeye ‘çeyrek’ olarak geçmiş.

Dörtte bir demek. ‘şanba’ Farsça gün anlamına geliyor. ‘Çar-şanba’ haftanın dördüncü günü demek. ‘Penç’ Farsça ‘beş’ anlamında. Pençe oradan türeme. Penç-şembe, beşinci gün… Çar-çube, dört çubuktan yani çerçeve olmuş. Çar-su, ‘dört kenar’ demek, çarşının adı olmuş. Çar-tag dört kemerden çardak, çar-mıh ‘dört çivi’den çarmıh…

HAYDAN GELEN HUYA GİDER…

Taraf’taki yazılarını biraz daha genişleterek ‘Kelimebaz’ adını verdiği kitapta topladı. ‘Haydan giden huya gider’ deyimini okuduğumda çok şaşırmıştım. Hayy Allah’ın ismi, Hu da öyle. Tasavvuf anlayışına uygun, Allah’tan gelen Allah’a gider. Deyimin çıkış noktası bambaşkaymış.

Nişanyan diyor ki; ‘Hay Ermenice ‘Ermeni’ demek. Huyn da Rum demek. Ermeniden kazandığı parayı Rum’un meyhanesinde, lokantasında yemek gibi bir şey mantıklı duruyor. ‘Hay’dan gelen Huyn’a gider’ tezinde ısrarcı olmasa da Nişanyan’ın iddiası son derece mantıklı.

Kelimelerle oynayan Nişanyan Kelimebaz kitabına şu notu düşer: ‘Kullandığımız her kelimede adeta arkeolojik katmanlar gibi dünya tarihinin izleri var’. Büyük emekler harcayarak hazırladığı etimoloji sözlüğü ‘Sözlerin Soyağacı’ kitabı da okuması yazması olanın masasında bulunması gereken başucu kitaplardan. İsmet Zeki Eyüboğlu’nun Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nden de çok faydalandım. Onu da öneririm.
Çocuk kelimesinin eski Türkçe’de ne anlama geldiğini söylesem şaşırırsınız. Hiç merak ettiniz mi deniz olmadığı halde o şehre neden Denizli denmiş? Keçinin pek az olduğu ilçeye niçin Keçiborlu adı verilmiş? Oysa koyun sayısı daha fazla… Her şeyi bilen ‘google’ sorar cevaplarını öğrenebilirsiniz.

Fakat biraz beyni çalıştırmak, üzerinde düşünmek lazım. Çalışmayan, her şeyi hazır bulan beyin tembelleşir giderek küçülür ve demansla başlayan rahatsızlık alzheimer hastalığına kadar gider. Google’dan öğrenmeye itirazım yok ama kitapları ihmal etmeden, zihni öldürmeden, beyni pörsütmeden.

Beynin damarlarının sürekli açık olması düşünmeyle, akletmeyle, okumayla, düşündüğünü fikretmeyle, zikretmekle mümkün. Kuran’da ‘Akletmiyor musunuz? Düşünmüyor musunuz?’ en çok sorulan sorulardan…

‘Bir kelime kararını, bir duygu hayatını, bir insan seni değiştirebilir’. Ve ‘Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır’. ‘Kelime bilginiz arttıkça zekanız da artacak’. ‘Öyle zaman olur ki bir kelime bir orduyu batırır’.

Onun için Ey okur! Kelime deyip geçme…

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version