Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Yerel Demokrasi Konferansı’nın sonuç bildirgesi açıklandı


HABER MERKEZİ – İstanbul’da gerçekleştirilen “Yerel Demokrasi Konferansı”nın paylaşılan sonuç bildirgesinde, halkın egemen olduğu yeni bir yönetim sistemi inşa etmeye yönelik öneriler sıralanıp, demokrasi güçlerinin ortak bir mücadele hattı oluşturmasının önemine dikkat çekildi.

 

31 Mart yerel seçimleri öncesi halkçı, toplumcu, eşitlikçi, barışçı, çoğulcu ve ekolojik bir yerel yönetimin temel ilkeleriyle bütün demokrasi güçlerini ortaklaştıracak bir zemin yaratmak amacıyla 11 Şubat’ta İstanbul’da gerçekleştirilen “Yerel Demokrasi Konferansı”nın sonuç bildirgesi açıklandı.

 

Bildirgede, “Bu konferansı ortak emekle gerçekleştirenler ve konferansa katılanlar, iktidar eliyle büyük bir insani, toplumsal yıkıma dönüştürülen depremin yıl dönümünde olduğumuz yakıcı gerçeğini konferansın tam kalbine koyuyor. Seslerini Dikmece’nin, Hatay’ın sesine katıyor. “Ma rıhna nıhna hon!” Buradayız Gitmiyoruz. Unutmak yok, affetmek yok, helalleşmek yok!” denildi. 

 

ATALAY VE DİĞER GEZİ TUTSAKLARI 

 

Konferansın hazırlık aşamasında, hukuksuz biçimde tutuklanan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tanınmadığı hatırlatılarak, Hatay halkının vekilliğini yapabilmesi için Atalay’ın ve bütün Gezi tutsaklarının serbest bırakılmaları için mücadelenin sürdürüleceği vurgulandı.

 

TUTUKLU SİYASETÇİLER

 

Yine Kobane Davası ve benzeri hukuksuzluklarla tutuklanmış, demokratik yerel yönetimi hayatı geçirmek istedikleri cezalandırılmış bütün belediye başkanı ve eş başkanlarının selamlandığı bildirgede, “Özgür bırakılmalarını talep etmekle yetinmeyip, bu konuda mücadeleye devam edeceğiz. Bu konferansı gerçekleştirenler gücünü ve umudunu Fatsa’da Fikri Sönmez, Batman’da Edip Solmaz öncülüğünde gerçekleşen özyönetim deneyimlerinden, Gezi direnişinden, Gültepe ve Dikili deneyimlerinden, Akbelen’den Dikmece’ye ülkenin dört bir yanında devlet şiddetine rağmen engellenemeyen yaşam alanı savunmalarından aldı. Konferansımızın bütün çalışmalarına toplumsal cinsiyet eşitliğinin yol gösterdi. Eşit yurttaşlık ve eşit temsil bağlamında eş başkanlık uygulamasına dikkat çekiyoruz” ifadelerine yer verildi.

 

BÜTÇENİN SAVAŞ HARCANMASI

 

Halkın temel ihtiyaçlarının karşılanmasına ayrılması gereken bütçenin savaş ve yıkım için harcanmasına itiraz edilen bildirgenin devamında şunlar kaydedildi: 

 

“Yerel yönetimlerin bir işlevinin de, planlamadan, kentte ve kırda yaşayanların barış ve güvenlik içinde bir arada yaşamasını sağlayacak politikalar geliştirmesi olduğunu vurguluyor. Konferansımızı yoksulluk, güvencesizlik, zorbalık ve şiddetin yayıldığı; yargının iktidarın sopası haline geldiği, bütün demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edildiği, faşizmin kurumsallaşma ve toplumsallaşmasının büyük adımlarla ilerlediği, laikliğin aşındırıldığı, sermayenin genel ve yerel yönetim süreçlerinde bire bir etkili olarak ülkeyi yıkıma uğrattığı koşullarda gerçekleştirdik. 

 

KAYYIM YÖNETİMİNDEKİ BELEDİYELER 

 

İktidar, bütün toplumsal itirazları bastırarak, arta kalan hukuki ve anayasal engelleri de yok ederek talan, yağma, rant ve savaş ekonomisini sürdürmek, kentleri, doğayı, tarım alanlarını yok etmek halkın kendi yaşam alanları ve geleceği hakkında söz ve karar sahibi olmadığı bir sistemi zorla dayatmak istiyor. Elliye yakın kayyım atanmış yerel yönetim bunun en açık göstergesi.

 

Yaşam alanlarımız kamu hizmetlerinin piyasalaştırıldığı, kimsenin kendini ait ve güvende hissetmediği, bir arada yaşamayı değil gettolaşmayı yaratan, kimsenin eşit hizmet alamadığı, her gün yeni bir kent hakkı ihlali ve kent suçuyla yıkıma uğrayan, dev tüketim ve atık yaratım merkezlerine, deprem ve diğer afetlerin kader haline geldiği plansız, denetimsiz yerleşimlere dönüştü. Her alanda seçilmişlerin yerine atanmışları geçiren aşırı merkeziyetçi yönetim tarzı bu tablonun ayrılmaz bir parçası. 

 

‘KÖKLÜ BİR REFORMA İHTİYAÇ VAR’

 

Demokratik bir yerel yönetim sistemini inşa edebilmek için, yasalarda köklü bir reforma ihtiyaç var. Bu reform yeni bir anayasa gerektirmekle birlikte içinde bulunduğumuz koşullarda bir anayasa tartışması yapmayı reddediyoruz.

Yaşam alanlarımızın, sermayenin saldırısı kadar, onunla eşgüdümlü çalışan tarikat-mafya-çete, uyuşturucu kıskacında, metalaşmış, parçalanmış, güvensiz yerlere dönüşmesi, faşizmin kurumsallaşması ve toplumsallaşmasına da zemin yaratıyor. Yerel demokrasi mücadelesinin aynı zamanda faşizme karşı mücadele olduğunu vurguluyoruz.”

 

‘KAYYIM UYGULAMASINA SON VERİLMELİ’

 

Bu saptamalar ışığında ise bildirgede şu önerilerde bulunuldu: 

 

“* Kayyım uygulamasına son verilmeli, yerel yönetimlerin idari ve mali yetkileri merkezle yetki paylaşımı yapılarak genişletilmeli, kamu yönetimi ademi merkeziyet esasına göre yeniden yapılandırılmalı,  Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekinceler kaldırılmalı ve katılım hakkını düzenleyen ek protokole taraf olunmalıdır. 

 

* Yerel yönetimlerin idari ve mali yetkilerini sınırlayan valilik bünyesindeki Yatırım izleme Koordinasyonları, halkı mülksüzleştirme amacını taşıyan Kentsel Dönüşüm Yasası, Rezerv Alan Yasası ve TOKİ derhal iptal edilmelidir.

 

* Belediyelerde Kadın-Erkek Eşitliği ya da Toplumsal Cinsiyet Eşitliği birimleri kurmayı engelleyen, bu alanda ancak ‘Aile’, ‘Kadın’ vb. birimleri kurulmasını öngören İç İşleri Bakanlığı genelgesi iptal edilmelidir. 

 

‘BÜTÜNŞEHİR-BÜYÜKŞEHİR YASASI İPTAL EDİLMELİ’

 

* Büyükşehirlerde köy muhtarlıklarının kaldırılması, köylerin mahalle olarak kabul edilmesi, köy tüzel kişiliklerinin kısıtlı da ekonomik ve idari konulardaki yerel karar alma yetkilerini tamamen yok etti. 6360 sayılı Bütünşehir-Büyükşehir yasası iptal edilmeli, kırsal kesimin temsili yeniden düzenlenmeli, belde ve köylerin gasp edilen ortak malları ve alanları iade edilmelidir.

 

Kent hizmetleri, belediye şirketleri ya da taşeron şirketlerle değil, güvenceli-örgütlü ve yerel yönetimde de söz ve karar sahibi olan çalışanlarla yürütülmeli, temel ilkesi tüm hizmetlerin piyasallaşması olan, müteahhitlere ve özel şirketlere bağımlı kılan GATS-Hizmetler Anlaşması’ndan çıkılmalıdır. 

 

Kent hakkı, kentte yaşayan tüm canlıların ayrımcılık gözetmeksizin toplumsal adalet çerçevesinde sağlıklı, güvenli ve adil bir çevrede yaşama hakkı ve bu çevreleri şekillendirme hakkıdır. Aynı zamanda, demokratik katılıma, güvenli konutlara, temiz suya, sağlıklı gıdaya, temel hizmetlere, kentsel altyapıya, ulaşım sistemlerine ve yeşil alanlara eşit erişim hakkını içerir. Bütün hizmetlerden kentte yaşayanların enerji, gıda, bilişim tekellerinin dayatmalarına tabii olmadan erişilebilir bedeller karşılında ya da ücretsiz olarak yararlanması haktır. Yerel yönetimlerin sosyal yardım politikaları da hak temelli olmalıdır. Yoksulluk ve işsizlikle mücadelenin kamusal görev olarak kabul edilmelidir.

 

* Kentlerin ve kırın, planlamadan alt yapı donanımlarına, elektrik, su, enerji üretim ve dağıtım sistemlerine, kentsel mekânların oluşumundan, ulaşım politikalarına, bilişim ve iletişim sistemlerine kadar bütün faaliyetlerinde sermayenin ihtiyaçları, neoliberal dönüşümünün gerekleri değil, kamusal yarar gözetilmelidir. Harcamalar, ihaleler, kadro ve istihdam konusunda şeffaflık, saydamlık, hesap verebilirlik ve geri çağrılma ilkeleri devreye sokulmalıdır.

 

‘AYRIMCILIK VE NEFRET SUÇLARIYLA MÜCADELE EDİLMELİ’ 

 

* Kent çoğuldur. Gençler, yaş almış olanlar, LGBTİ+’lar, farklı etnik kökene ya da inanca sahip topluluklar, Aleviler, Kürtler Romanlar, Pomaklar, Çerkesler, Lazlar, Ermeniler Rumlar, Yahudiler, mülteciler, kadınlar, engelliler, emekliler, işçiler, çocuklar ve sokak hayvanlarıdır. Kentin her bir bileşenini o yerelin eşit birer parçası olarak gören, bu zenginliği ve çoğulluğu, hemşerilik bilinci yaratmak için koruyan ve geliştiren, hak odaklı bir perspektif geliştirilmelidir. Yerel yönetimler eşitlikçi anlayış gereği her türlü ayrımcılıkla, ötekileştirmeyle, ırkçılıkla, türcülükle ve nefret suçlarıyla mücadele etmelidir.

 

‘TÜM İNANÇLARA EŞİT OLANAKLAR SUNULMALI’

 

* Yerel yönetimler tüm inançlara eşit olanaklar sunmalı, Cemevleri Alevilerin ibadethanesi olarak tüm yerel yönetimler tarafından tanınmalı, Alevilerin yönetim kadrolarında ayrımcılığa uğramadan yer almasını sağlayarak Alevi örgütleriyle işbirliği yapmalı. 

 

* Kentin planlaması engelsiz kentler anlayışıyla yapılmalı, sağlamcılık anlayışına karşı mücadele edilmeli, engellilerin bütün kent hizmetlerine eşit biçimde şiddet ve ayrımcılığa uğramadan erişimi sağlanmalı, engelli istihdamı konusunda belediyeler sorumluluk almalı, engellilerin evlerinde kapanması yerine açık ve kapalı kamusal mekânlarda, sokakta, kent yönetimine etkin bir biçimde katılarak yaşaması sağlanmalıdır. 

 

* Mültecilik Türkiye’nin de imzacısı olduğu tüm sözleşmelerde hak olarak kabul edilmiştir. Mültecilere yönelik ırkçı, nefret söylemlerine karşı mücadele edilmeli, yerel yönetimler karşılıklı entegrasyon anlayışıyla birlikte yaşamın koşullarını sağlamalıdır.

 

‘TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ SAĞLANMALI’

 

* Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmalı ve kimseye cinsiyeti, cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği nedeniyle ayrımcılık yapılmamalıdır. Yerel yönetimler kadına ve LGBTİ+lara yönelik şiddetin engellenmesinde aktif sorumluluk almalıdır.

 

* Tüm karar organlarında eşit temsil ve eşitlikçi yerel eşitlik mekanizmaları oluşturulmalıdır. Kadınların seçilme hakkının önündeki engellerin(bakım yükümlülüğü, siyasal şiddet, ekonomik, toplumsal ve kültürel) kaldırılmalıdır.

 

* Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuat gereği merkezi ve yerel yönetimler toplumsal cinsiyet perspektifi ile kurumsal yapılarını değiştirmeli ve dönüştürmelidir. İstanbul Sözleşmesine geri dönülmelidir.

 

* Yaş almış bireylere yönelik kent politikaları yalnızca bakım ve rehabilitasyonla sınırlanmamalı, kent yönetiminde temsilini ve katılımını sağlayacak mekanizmalar inşa edilmeli, hareketliliğini artıran sosyalleşmeyi güçlendiren hizmetler yaşama geçirilmelidir. 

 

* Çocuklar kentin aktif birer öznesi olarak görülmelidir.

 

* Eğitim ve sağlık hizmetlerinde, yerel yönetimlerin rolü artırılmalı, bu hizmetler ücretsiz, nitelikli ve anadilinde verilmelidir. 

 

‘İKLİM ACİL EYLEM PLANI’

 

* Kentler ve tüm yaşam alanları afetlere karşı dirençli hale getirilmelidir. Kentlerde afet birimleri kurulmalı ve toplumsal cinsiyete ve ekosisteme duyarlı afet acil eylem planı hazırlanmalıdır. Afetlere karşı acil toplanma merkezleri, müdahale birimleri, acil müdahale ekipleri ve ekipmanları oluşturmalıdır.

 

* İklim değişikliğine karşı mücadelenin bir aracı olarak, toplumsal cinsiyet duyarlı, uzmanlar ve ekoloji örgütleri ile birlikte “İklim acil eylem planı” hazırlanmalı,  planın uygulanmasını ve belediyenin imar planlarının hazırlanması, altyapı, ulaşım hizmetleri gibi tüm faaliyetlerini iklim değişikliği açısından izlemesini yapan “iklim izleme birimi” kurulmalıdır. 

 

* Metalaştırmanın yarattığı ekosistem tahribi ve kirlenme insan ve insan olmayan var oluş için büyük bir tehdit unsurudur. Kent ve onun çeperindeki kırsal ve doğal varlıklar aynı ekosistemin farklı parçalarıdır. Kentler, kırı, tarımsal ve yerel ekonomiyi tahrip eden tüketim merkezleri olmaktan çıkarılmalı, yerel yönetimlerin bütün faaliyetlerinde ekolojiyi, tarihi ve kültürel mirası, doğal dokuyu korumak esas alınmalıdır. 

 

* Köyü kente katarak yok etmek yerine, kırsal yerleşimlerde özyönetimi doğrudan demokrasiyi esas alan politikalarla güncellenmeli, özgür belediyecilik ve diyalektik doğa anlayışı buluşturulmalı. Doğayla koparılmış ilişkiler yeniden kurulmalıdır. Kent çeperlerinin, kırsalın ve yaban hayatın madencilik, enerji projeleri, yapılaşma ile yıkıma uğratılması olgusu karşısında kırsal yaşamı, üretici köylülere gelir sağlayan, kaynakların israf edilmediği, toprakların zehirlenmediği küçük ölçekli, geleneksel, doğayla uyumlu tarımsal üretim teşvik edilmelidir. 

 

* Tarım arazilerini ve su havzalarını tahrip etmek yerine koruyacak, yağmur suyu hasadı, suyun geri dönüştürülmesini sağlayacak yasal düzenlemeler ve birlikte çözüm üretebilme mekanizmaları yaratılmalıdır. Dayanışma ağları, üretim ve tüketim kooperatifleri yoluyla yerel ekonomi canlandırılmalı, 

 

* Spor pahalı bir hobi değil, erişilebilir mesafede ücretsiz olarak sunulması gereken bir toplumsal ihtiyaçtır. Açık ve kapalı alanlarda düzenli ve kamusal spor altyapısı kurulmalıdır.

 

SANATÇILARA DESTEK

 

* Sanatçıların bağımsız, devlet ve kamu baskısından korunarak özgür üretim yapmaları için olanaklar sağlanmalı, belediye, sanatçıların yaşamlarını ve üretim süreçlerini, özerk sanat kurumu gibi sanatçı örgütlenmelerini desteklemeli. Sanat, ücretsiz etkinliklerle kentin açık- kapalı bütün kamusal alan ve mekânlarında yaşama dâhil olmalıdır. 

 

* Dışarıya kapalı, cemaat eksenli, barınmadan sosyal etkinliklere kadar parçalanmış mekânlar yerine kentin, ortak alanları, meydanları ortak ve birlikte yaşamı güçlendirecek, gettolaşmayı engelleyecek biçimde planlanmalı, kentli olmak, hemşeri olmak bilincini geliştirecek, kentin çeperlerinde yaşayanları tarikat eksenli sosyalleşmeye mahkûm etmeyecek seküler, sokağı canlandıracak açık ve kapalı kamusal mekânlar oluşturulmalıdır.

 

İFADE, ÖRGÜTLENME, TOPLANTI VE GÖSTERİ YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜ

 

* İfade ve örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü önündeki anayasaya aykırı engeller kaldırılmalıdır. Kentin manzarası özgürlük, mutluluk huzur ve güvendir. Kentte güvenlik sorunu haline gelen TOMA, zırhlı araç ve diğer şiddet biçimlerine meydan kapatmalara, ablukalara son verilmelidir. 

 

* Yerel yönetimler sınırlar çizmekten, kentte ve kırda yaşayanları sabitlenmiş kültürel ve siyasal anlamlara hapsetmekten çok yaşamın içinde özneleşen insanların çözüm üretmesine olanak sağlamalıdır. Yaşam alanlarıyla ilgili bütün politikalarda kentlilerin ve kırda yaşayanların yeni yollar bularak geleneksel yöntemleri devreye sokarak, dayanışma kültürleri yaratarak kentle birlikte kendilerini de dönüştürmesinin yolunu açacak bir politika izlenmelidir.

 

HALK MECLİSLERİ ÖNERİSİ

 

* Bu çerçevede, yerelde halkın kendisiyle ilgili kararları alacağı kanalların açılmasını, halkın kendi önceliklerini saptamasını, kendi bütçesini yapma hakkına sahip olmasını, aktif siyasi özneler olarak bütün yönetim ve denetim mekanizmalarına katılmasını öneriyoruz. 

 

Halkın siyasi özneler olarak yer alacağı, yaratıcılığını devreye sokabileceği, kapasitesini artıracağı, kendisini ve hayatı dönüştüreceği mekanizmalardan biri de halk meclisleridir. Kenttin tüm toplumsal dinamiklerini, kurum ve örgütlerini kapsayan halk meclislerinin talepleri yerel yönetimlerce esas alınmalıdır.”

 

BU DAHA BAŞLANGIÇ!

 

Konferans bileşenlerinin topluma dayatılan verili durumu temel almak, ufuklarını bu verili durumla sınırlamak yerine halkın kendini yönettiği yeni sisteminin mümkün olduğu inancı ve kararlılığıyla yola çıktığının altı çizilen bildirgede. “Yerel demokrasinin hayata geçirilmesi, Türkiye’de yeni bir siyaset anlayışının inşasıyla birlikte iktidarın tek bir kişiden halka devredilmesi, piramidin tersine çevrilmesi, yerelden yükselen demokrasi talebinin merkezi kuşatması anlamına gelecek” denildi. 

 

Gerçekleştirilen konferansın bu anlamda bir başlangıç olduğu belirtilerek, şu çağrıda bulunuldu: “Yerel demokrasi konusunda denetleyici, ortaklaştırıcı, bilgilendirici ve kolektif düşünme ve tartışma süreçlerinde ve ortak mücadelede etkili olacak bir yerel demokrasi inisiyatifi-halk inisiyatifi oluşturmayı orta vadede önümüze koyduk. Kısa vadede bir “Kent Sözleşmesi’nin” oluşturulmasını, OHAL’i olağanlaştıran, tahakkümcü yönetim tarzını tahkim eden yasal düzenlemelerin ilgası için çalışma yapılmasını, yerel seçimlerden sonra konferans sonuçlarını hayata geçirecek bir modelleme çalışmasının yapılmasını öngörüyoruz.

 

Halkçı belediyelerin ve muhtarlıkların sayısının artması demokrasi mücadelesi açısından bir kazanımdır. İktidarın antidemokratik, hukuksuz uygulamalarına, kayyım girişimlerine karşı bütün demokrasi güçlerini ortak bir mücadele hattı oluşturmalıdır. Yaşamı, doğayı, kentleri ve kırları savunmak için bütün demokrasi güçlerini yerelden yükselen itirazla merkezi kuşatmak, halkın egemen olduğu yeni bir yönetim sistemi inşa etmek, ormanın, denizin. Nehrin dağın, kuşun, geyiğin tilkinin, mevsimlerin, yağmurun hakkını savunmak için ortak mücadele zorunluluktur. Rıza Türmen’le birlikte konferansın açılış konuşmasını yapan Mücella Yapıcı’nın vurguladığı gibi; “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber hiç birimiz.”

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version