Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İran neden savaş istemiyor?


(Serbest Görüş) – Gazze’deki savaş artık pek çok kişinin korktuğu yere doğru ilerledi.

Lübnan, Suriye, Irak ve Kızıldeniz’de çatışmalara dönüşerek genişliyor.

ABD’nin bu ay Yemen’de Husilere yönelik tekrarlanan hava saldırılarıyla birlikte, daha büyük bir bölgesel yangın korkusu giderek artıyor.

Dikkat çeken husus, İran’ın bu arenaların tamamında var olduğudur.

Buradaki soru ise Tahran ve güçlü ordusunun daha geniş bir savaşa katılıp katılmayacağıdır.

İran yıllardır İsrail ile savaşan Hamas ve Hizbullah’ın yanı sıra, Kızıldeniz’den geçen gemileri hedef alan Husilere para, silah ve eğitim sağladı.

İran bunun yanında, bu ayın başlarında meydana gelen ölümcül bombalı saldırıya tepki olarak, Irak’ta İsrail istihbaratına ait karargahı ve Suriye’de IŞİD’i hedef aldığını iddia ederek son günlerde kendi saldırılarını düzenledi.

Ayrıca Pakistan ile ortak sınırları üzerinden birbirlerine karşılıklı saldırılar gerçekleştirdiler.

İran’ın bölgesel huzursuzluğun arttığı bir dönemde askeri gücünün açıkça altını çizdiği dikkat çekiyor.

Ancak bu, liderlerinin daha geniş bir savaşa dahil olmak istediği anlamına gelmiyor.

Nitekim İranlı liderler bunu alenen açıkladılar ve belki daha da önemlisi, İsrail ya da ABD’ye karşı doğrudan askeri eylemden dikkatle kaçındılar.

Şimdilik rejim, vekalet savaşının temsil ettiği uzun vadeli stratejisine güvenmekten memnun görünüyor.

O strateji de İran rejiminin desteklediği örgütlerin Tahran’ın düşmanları ile savaşması.

Buna karşılık şu ana kadar ne İsrail ne de ABD, İran’a doğrudan misillemede bulunma yönünde herhangi bir gayret içinde oldular.

İran’ın büyük bir çatışmaya karışmaktan kaçınmasının arkasında rejimi meşgul eden iç meseleler yatıyor.

Yaşlanan Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney, siyasi rüzgarları atlatarak mirasını güvence altına almaya çalışıyor.

Böylece benzer düşüncelere sahip, nükleer silahlara sahip olmak ve Ortadoğu’ya İslami bir güç olarak hakim olacak rejimin hayatta kalmasını sağlamak için çabalayacak birisini halefi olarak görevlendirmek istiyor.

Bunun için de daha geniş çaplı bir savaşa dalmaktan kaçınmak gerekiyor.

Ayetullah Hamaney’in hükümeti, İslam Cumhuriyeti’nin devrimden bu yana belki de en tehlikeli ayaklanmayla karşı karşıya kaldığı 2022’den bu yana siyasi muhalefeti kontrol altında tutmaya çalışıyor.

Mahsa Amini’nin ahlak polisi nezaretindeyken ölümü, ülke liderlerine karşı geniş çaplı bir hayal kırıklığı yarattı ve teokrasiyi devirmeye kararlı bir milli hareketin fitilini ateşledi.

Örgütsüz protestoların bile rejimi tehdit edebileceğinin bilincinde olan Mollalara bağlı güvenlik güçleri, acımasız yöntemlerle sokakların ve okulların kontrolünü yeniden ele geçirmeyi başardılar.

İran ayrıca yolsuzluk, kronik mali yönetim ve nükleer ihlalleri nedeniyle uygulanan yaptırımlardan ötürü ekonomik bir kriz ile karşı karşıya bulunuyor.

Daha az ciddi koşullar altında bile Hamaney’in halefi meselesi İran içinde hassas bir konu olmaya devam ediyor.

İslam Cumhuriyeti’nin 1979’daki kuruluşundan bu yana yeni bir dini lider seçmek zorunda kaldığı tek zamanın, devrimin babası Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin öldüğü 1989 yılı olduğunu belirtmekte fayda var.

O dönemde Ayetullah Hamaney, rejimin bu süreci düzgün bir şekilde yürütmeyi başaramadığı takdirde, Batı’daki ve ülke içindeki düşmanlarının, ortaya çıkan teokrasiyi devirmek için rejimin tepe noktasındaki bu boşluktan yararlanacağı yönündeki endişesini dile getirmişti.

Bugün, İran Uzmanlar Meclisi (88 üst düzey din adamından oluşan bir organ), bir sonraki dini lideri seçmesine olanak tanıyan anayasal yetkilere sahip bulunuyor.

Dikkat çeken nokta ise bu sürecin büyük bir gizlilikle çevrelenmiş olması. Ancak İran medyasında yakın zamanda yayınlanan haberler, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve iki meclis üyesi Ayetullah Ahmed Hatemi ve Ayetullah Rahim Tevekkul’dan oluşan üçlü bir komitenin Ayetullah Hamaney’in gözetiminde adayları incelediğine işaret ettiler.

Bu süreç ile parçalanmış bir siyasi ortamda açık bir araştırma yürütülüyor gibi görünmek kastediliyor olabilir, ancak kesin olan şu ki, bu sadece başka bir devrimci muhafazakar figürün atanması için yürütülen bir aşama.

Ayetullah Hamaney’in bakış açısına göre tek uygun aday, İran’ın bölgesel hegemonyasını dayatma çabalarını sürdürecek veya mirasının bir diğer önemli kısmını, nükleer silaha ulaşma çabalarını koruyacak, katı görüşlü bir din adamıdır.

Dünyanın gözleri Ukrayna ve Gazze’deki savaşlara odaklanırken Tahran, uranyumu daha yüksek oranlarda zenginleştirerek, daha gelişmiş santrifüjler yaparak, balistik füzelerinin menzilini ve yükünü artırarak nükleer bomba üretmeye yaklaşıyor.

İran’ın nükleer bomba üretmesi umut verici derecede yakın görünürken, Ayetullah Hamaney’in bu tesislere saldırıyı gerektirebilecek davranışlarda bulunarak bu durumu tehlikeye atması pek olası değil.

Bir halef bulma çabalarını ve İran’ın nükleer emellerini denetleyen Ayetullah Hamaney, şimdilik Ortadoğu’daki Arap milislerin Tahran’ın onlara yapmaları için para ödediği ve eğittiği şeyleri yapmasına izin vermekten memnun görünüyor.

Burada, Hamas, Hizbullah ve Husileri kapsayan ve İran direniş ekseni olarak adlandırılan şeyin, İslam Cumhuriyeti’nin İsrail, ABD ve bölgeye karşı izlediği büyük stratejinin merkezinde yer aldığını belirtmekte fayda var.

Bu strateji, rejimin devlet güçlerine başvurmadan veya topraklarını tehlikeye atmadan muhaliflerine saldırmasına olanak tanıyor.

Desteklediği çeşitli milis gruplar ve terör örgütleri sayesinde, Tahran dolaylı olarak Washington’u Irak’tan çıkarmayı başardı, Suriye rejimini destekledi ve 7 Ekim’de Yahudi devletine karşı çok acı verici bir saldırının düzenlenmesine yardımcı oldu.

Vekil savaşçıları, Hizbullah’ın ara sıra yaptığı füze saldırılarıyla İsrail’in kuzey cephesini alevlendirirken, Irak’taki ABD üslerine yönelik saldırıları kışkırtırken ve Kızıldeniz ile Aden Körfezi’ndeki deniz nakliyatını aksatırken, İran uluslararası topluma İsrail’i dizginlemesi için baskı yapmayı umuyor olabilir.

Şu ana kadar ABD ve İsrail politikaları, İsrail ile Gazze arasındaki savaşın kapsamını genişletmeme zorunluluğunu dikkate alarak hareket etti.

Bu da her ikisinin de İran’a misillemede bulunma ihtimalinin düşük olduğu, yalnızca onun vekillerine karşı misillemede bulunacakları anlamına geliyor.

İsrail’in tasfiye etmeyi vadettiği Hamas’ın İran açısından büyük önem taşıdığı kesin. Rejim kendisine çok fazla zaman ve para harcadı.

İran’ın birçok vekil ve müttefikinden farklı olarak Hamas, Sünni mezhebe mensup ve bu da İran’da iktidarda olan dini rejimin bölgedeki mezhepçiliği aşmasına yardımcı oluyor.

FKÖ’nün 1979’da Şah’a karşı onlara yardım etmesinden bu yana İranlı devrimcilerin aşık oldukları Filistinlileri özgürleştirme hedefi, İran rejiminin “İslami anti-emperyalizm” misyonunun merkezinde yer alıyor.

Ancak Ayetullah Hamaney’in bakış açısına göre öncelik, çevredeki sorunlardan ziyade iç cephe olmayı sürdürüyor.

Dolayısıyla sonuç olarak, eğer İsrail Hamas’ı ortadan kaldırma hedefinde başarılı olursa, İran rejimi büyük ihtimalle isteksiz de olsa onun ölümünü kabul edecektir.

Doğal olarak, İran doğrudan veya dolaylı olarak ne kadar çok çatışmalara dahil olursa, hedefinden sapmış veya yanlış hesaplanmış bir saldırının, şiddetin İran’ın tercih etmeyeceği bir yöne doğru kontrolden çıkmasına neden olma olasılığı da o kadar artar.

Gerçekten de tarih yanlış hesaplamalarla dolu ve İran’ın kendisini uzun süredir kaçınmaya çalıştığı daha büyük bir çatışmanın içinde bulması ihtimali bir gerçek.

Ancak şu da bir gerçek ki Ayetullah Hamaney kendi sınırlarının son derece bilincinde ve devrimin ölümünden sonra ayakta kalabilmesi için güvence altına alması gereken mirasın ne olduğunu iyi biliyor.

***Bu makale, Reul Marc Gerecht & Ray Takeyh tarafından The New York Times gazetesi için kaleme alınmış ve Independent Türkçe tarafından tercüme edilmiştir.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version