Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hüsnü Yusuf Turabiç yazdı… Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürmek


(Serbest Görüş) – HÜSNÜ YUSUF TURABİÇ

AK Parti Meclis grup yöneticisi Leyla Usta ‘Bugün ya da bu hafta Can Atalay’ın milletvekilliği düşecek’ dedi. Konu henüz Genel Kurul’a gelmeden oturdum yazıya. Usta’nın açıklamalarından sonra Atalay’ın milletvekilliğinin düştüğüne kesin gözüyle bakıyorum. Çünkü ‘İrade’ böyle buyurdu.

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve milletvekillerine de ‘İrade’ye’ boyun eğmek düştü. Aksi düşünülemezdi zaten. Oysa Kurtulmuş meselenin suhuletle çözülmesi gerektiğinden söz etmiş ve bu çıkışı bazılarını umutlandırmıştı. Görüldü ki Kurtulmuş’un formül üretecek ne gücü ne de kabiliyeti var.

Cumhur ittifakı milletvekillerinden de herhangi bir itiraz gelmeyeceğine göre sonuç belli. İrade çözümü Atalay’ın milletvekilliğini düşürmekte buldu. Mesele bitti mi? Hayır. Soruna bir düğüm daha atıldı. Ve kördüğüme dönüştü.

İrade, hukuku ve evrensel standartları hiç dikkate almadı. Ankara kriteri olarak Atalay’ın Meclis’te bulunması istenmedi. Ve gereğini yapmak da Kurtulmuş’un Başkanı olduğu Meclis’e düştü.

Meselenin özüne az çok herkes aşina. Konu aylardır ülkenin gündeminde çünkü. Yargıda başlayan kriz siyasete taşındı ve devlet krizine dönüştü. Anayasa Mahkemesi iki defa ‘Atalay’ın tahliyesi’ yönünde karar aldı. Yerel mahkeme karara uymadı. Topu Yargıtay’a attı. Yargıtay siyasetten aldığı güçle AYM’nin kararını yok saydı. Hızını alamadı ve üyeler hakkında suç duyurusunda bulundu.

Ankara’yı tanıyanlar bilir, Yargıtay’ın tek başına verebileceği bir karar değil bu. Zaten siyaset de kendini gizlemedi, elini gösterdi. MHP lideri Bahçeli grup konuşmasında Anayasa Mahkemesi’ne verip veriştiren Yargıtay’ı göklere çıkardı, kararını kutsadı. AK Parti ise biraz daha çekingen olsa da zımni destek verdi.

Türkiye tarihinde ilk kez yüksek yargı organları arasında kılıçlar çekildi. Olansa adalete oldu. Ve tabii Can Atalay’a da…

Bu dönemde hukuksuzluğun sayısız örneği var. Hepsi birbirinden beter. Herkes de bunun farkında. Hiç kimse masum değil. Kararların altındaki imza yargı mensuplarının… Ama onlara arka çıkan da siyaset kurumu. Siyaset kurumunu ayakta tutan, destekleyen hatta alkışlayan ise toplumun en az yarısı. Buna bir de sessizleri de eklerseniz oran daha da artar.

Tarihe de not düşeyim ki bu yazıyı yığından kendimi ayrıştırmak için yazıyorum.

Can Atalay’la siyasi ve fikri yakınlığım yok. Kısa bir süre komşuluk yaptım. Selamlaştım, konuştum… O kadar. Özelde onun hakkını savunuyor görünsem de asıl derdim adaletle… Bütün hücrelerimle hukuksuzluğa ve adaletsizliğe isyan ediyorum. Kime yapılırsa yapılsın bu haksızlıktır, hukuksuzluktur, adaletsizliktir. Siyaset de Meclis’te hukuksuzluğun ortağıdır. Siyasi vebali öncelikle Kurtulmuş’un omuzlarında…

Daha önce de dikkat çekmiş olmalıyım… Can Atalay meselesi hukuksuzluğun Everest’idir. Adaletsizliğin heykelidir. Bir döneme damgasını vuran adaletsizliklerin özetidir. Sırf Atalay konusu bile bir dönemi anlatmaya yeter. Bu sorun ileride birçok açıdan incelenecektir. Kitaplara, hukuk fakültelerinde doktora çalışmalarına konu olacaktır.

Tarih yargı sistemini, siyaset kurumunu ve toplumun desteğini elbette yargılayacaktır.

Benim anlayamadığım siyaset kurumunda hukuksuzluğa vücut verenlerin dünün yargızede ve mazlumları olması. Atalay açıklamasını yapan Hanımefendi ‘başörtüsü’ mücadelesinde sembol olmuş ve geniş kitlelerin desteğini ve sempatini kazanmış bir isim. Dünün üzerine nasıl bu kadar kolay sünger çekebilir? Nasıl ‘sadece kendisi için adalet isteyen’ biri haline dönüşebilir? Hiç aynaya bakmazlar mı? Sadece o Hanımefendi değil AK Parti kadroları içinde benzer hikâyenin kahramanı olan çok isim mevcut. Söyleyebileceğim şu an sadece ‘Yazık…’ demekten ibaret.

Atalay’ın milletvekilliğini düşürmekle sorun çözülmez. Kriz daha da derinleşir. Halkın oylarıyla sandıktan çıkmış birinin yeri hapishane değil, partisi siyasi görüşü ne olursa olsun Meclis’tir. Anayasa Mahkemesi’nin kararı doğruydu. Neredeyse hukuk otoritelerinin çoğu karar doğrultusunda mutabakata varmıştı. Eğer siyaset adaletten yana tavır almış olsaydı, mesele ‘suhuletle’ çözülür, Atalay zindandan çıkar, hak ettiği yere yani Meclis’e gelirdi. Hayır, sorun çözülmedi.

Umutların bütünüyle tükenmediği başka yollar izleneceği de gündemde. Sorun yine Anayasa Mahkemesi’ne gidecek, oradan gelecek karara Meclis’in ‘evet’ diyecek falan. Madem öyle bu kadar yolu yürümeye ne gerek var? Dolambaçlı yollar yerine, kestirme kısa yollardan gitmek daha doğru değil mi? Karmaşık yollarda kaybolma tehlikesi var çünkü. Siyasetin mantığını anlamak güç gerçekten. Üstelik ben dolambaçlı yolların da Meclis’e çıkıp çıkmayacağı konusunda emin değilim. İrade’nin kararıyla pekâlâ çıkmaz sokağa dönüşebilir.

Yazı bitmeden Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğü haberi son dakika duyurusuyla sosyal medyada dolaşıma girdi. İrade’ye ‘hayır’ denemez tabii. Gerisi sadece prosedürdür. Peki kim kazandı, kim kaybetti? Yarın, bu karara yol verenlerin ‘Değer miydi?’ diye sorulduğunda ‘hayır değmezmiş, hataymış’ cevabını vereceğine eminim.

Nasıl ki garip bahanelerle Merve Kavakçı’nın milletvekilliğinin düşürülmesinden rahatsız oldumsa aynı şekilde Can Atalay’ın da aynı garip ve basit gerekçelerle milletvekilliğinin düşürülmesini kabullenemiyorum. İlginç olan Kavakçı meselesinde canı yananların, bu kez can yakma makamında oturması ve daha sert ev keskin role bürünmeleri…

Yazık ettiler bu ülkeye…

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version