Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Gazze’de soykırıma G. Afrika karşı çıkıyor; Erdoğan nerede?

Gazze’de soykırıma G. Afrika karşı çıkıyor; Erdoğan nerede?


YÜKSEL DURGUT | YORUM

Neden dünyadaki hiçbir Müslüman ülke değil de Güney Afrika, İsrail’in Gazze’deki soykırım eylemlerine karşı hukuki mücadeleye öncülük ediyor? İsrail söz konusu olunca ‘mangalda kül bırakmayan’ Türkiye’nin AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Lahey’de İnsanlığa karşı işlenen suçlar için kurulan böyle bir mahkeme salonunda Gazze’yi savunma cesareti neden gösteremiyor?

Güney Afrika’nın bu cesurca hareketini anlayabilmek için tarihin sayfalarında kısa bir gezinti yapmak gerekiyor. İsrail, beyazların yönetimde olduğu en kötü yıllarda Güney Afrika’daki apartheid rejiminin askeri müttefikiydi. Hatta yaşanan olayların sıcaklığıyla apartheid rejimine nükleer silah satmayı bile teklif etmişti.

Güney Afrika demokrasiye adım atmasının ardından yeni kurulan hükümeti, Afrika Ulusal Kongresi ile Filistin Kurtuluş Örgütü o kadar yakınlaşmıştı ki aralarındaki ilişki kardeşlik bağları olarak anılmaya başlandı. Yaser Arafat, Mandela’nın 1990 yılında hapisten çıkmasının ardından tanıştığı ilk liderlerden biriydi ve G.Afrika’nın yeni demokratik parlamentosuna hitap eden yabancı liderlerin arasında bir ilk olmuştu.

Peki Türkiye’deki Hizmet Hareketi mensuplarına karşı da sıklıkla dile getirilen ‘soykırım’ ne demek?

Soykırımın gerçekleşmesi için kısmen veya tamamen ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu yok etme niyetinin ortaya konulması gerekiyor. Kanıtlanması en zor uluslararası suç tanımı ve bir grubu yok etmek için ‘özel bir çaba’ sarf edilmesini öngörülüyor.

Özel bir kasıt olmaksızın kitlesel imha insanlığa karşı suç olarak kabul edilirken, soykırım olarak adlandırılmıyor. Soykırım terimi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Yahudilerin bir grup olarak yok edilmeleri amacıyla gerçekleştirilen Holokost’u ifade etmek üzere bir suç kategorisi oluşturulmasını isteyen Polonyalı Avukat Raphael Lemkin tarafından ortaya atılmıştı.

Güney Afrikalı uluslararası hukukçular 1960’larda sık sık Uluslararası Adalet Divanı önüne çıkmak zorunda kalıyorlardı. O dönemde Namibya’daki ırk ayrımcılığını meşrulaştırmakla görevlendirilmişler ve bunu da başarmışlardı. Irk ayrımının herkese fayda sağladığını, ırk çatışmasını ve çöküşü önlediğini, her insanın gelişiminde farklı evreler olduğunu ve bu nedenle farklı yasalara ihtiyaç duyduğunu savunmuşlardı.

Bu yüzden de Gazze adına Lahey’de İsrail’in iftira ve antisemitizm suçlamalarının daha az hüküm sürdüğü bu eski apartheid ve sömürge devletinden daha iyi bir başvuru sahibi olamazdı. Güney Afrikalı siyah avukatların yıllar sonra aynı mahkeme önünde, kendi ırkçı hükümetleriyle işbirliği yapan bir ülkenin soykırımdan sorumlu tutulması gerektiğini savunmaları tarihe geçecek nadide bir olaydır.

Arap ya da Müslüman devletleri böyle bir davada yer almayarak görevi Güney Afrika’nın üstlenmesi izin vermesi ne kadar utanç verici. Müslüman olmayan ve yerleşimci sömürgeciliğinin üstesinden gelmiş bir ulusun bu davayı açmış olması davaya elbette ilgiyi arttırıyor. ‘One Minute’ restiyle tabuları yıkan Erdoğan’ın, hizmet mensuplarına yaptığı soykırım sürerken, İsrail’i mahkum edecek görüntüleri mahkemeye sunduklarını açıklaması ne kadar itici. İsrail Dışişleri Bakanı da Erdoğan’a “Ermenileri, Kürtleri hatırlıyoruz.” diye yanıt vermişti.

Ne Erdoğan ne de diğer Müslüman ülke liderleri böyle bir mahkeme önünde Gazze’yi asla savunamazdı. Çünkü kendi halklarına kötülük yapan, demokratik hiçbir değere sahip çıkmayan, insanları ötekileştiren bu zihniyetler ne hakla Adalet Divanı önünde adil davranabilirler ki?

Güney Afrika’nın hukuk ekibinin başındaki John Dugard, “Ben apartheid dönemini yaşamış bir Güney Afrikalıyım ve İsrail’in işlediği suçların Güney Afrika’daki apartheid rejiminin işlediği suçlardan çok daha kötü olduğunu söylemekte hiç tereddüt etmiyorum.” açıklamasında bulunmuştu. Delegasyonunun bir diğer üyesi İrlandalı Avukat Blinne Ní Ghrálaigh mahkemede şunları söylemişti: “Tarihte ilk defa, kurbanlarının dünya ülkelerinin bir şeyler yapabileceği umuduyla kendi yıkımlarını gerçek zamanlı olarak yayınladıkları ilk soykırımdır. Gazze ahlaki bir başarısızlıktan başka bir şey değildir.

Soykırım suçu için ne mağdurlar da ne de faillerde sayı şartı yoktur. Tek başına hareket eden ve sadece bir kişiyi öldüren bir birey, bunu özel kasıtla yaptığı sürece soykırım suçu işlemiştir. Yahudi soykırımında 6 milyon Yahudinin öldürülmesi nasıl soykırımsa, Srebrenitsa’da öldürülen on binlerce Boşnak Müslümanın öldürülmesi de o kadar soykırımdır.

Soykırım kavramı ‘suçların suçu’ olarak bilinir. Uluslararası hukukta suçlar arasında bir hiyerarşi yoktur. Bir soykırım, insanlığa karşı işlenen bir suç ya da bir savaş suçu kadar zalimanedir. Soykırımın en kötü suç olduğunu iddia etmek, Kızıl Kmerler’in Kamboçya’daki ölüm tarlalarında kendi etnik gruplarına karşı işledikleri vahşetin – ki bu insanlık suçudur – Avustralya’daki Aborijin çocukların siyahları yok etmek amacıyla beyaz ailelere zorla verilmesi – ki bu soykırımdır – kadar kötü olmadığı anlamına gelir. Acılar kategorize edilebilse de derecelendirilemez.

İsrail 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’ni onaylamış olsa da, Uluslararası Adalet Divanı’na insanlığa karşı suçlar ya da savaş suçları konusunda yargı yetkisi veren böyle bir anlaşma bulunmamaktadır. Yani söz konusu soykırım değil de insanlığa karşı suç ya da savaş suçuysa, Uluslararası Adalet Divanı’nın buna karşı karar verme yetkisi yoktur.

İki gün süren duruşmada Güney Afrika, İsrail’in Filistinlileri yok olmalarına sebebiyet verecek ciddi kayıplar verdirerek soykırım suçu işlediğini ve bombardımanlarla, kuşatma altındaki halkın temel gıda ve insani yardımları temin edememesi nedeniyle açlığın eşiğine getirildiğini ve bunları soykırım kastıyla yaptığını savunmaktadır. İsrailli siyasi ve askeri yetkililerin açıklamalarıyla bu niyetin sayfalar dolusu kanıtı ortaya konulmuştur.

İsrail ise bunun bir soykırım olmadığını, beyanların bağlamından koparıldığını ve Filistin halkıyla değil Hamas’la ilintili olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye “her çatışma soykırım değildir” diyen davanın avukatı, İsrail’in meşru müdafaa hakkına sahip olduğunu ve savaşın, savaş hukukuna uygun olduğunu savunmuştur. Ne kadar ilginç bir tesadüf ki; bu avukat daha önce de AKP’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde savunmuştu.

Güney Afrika, “İsrail’in Gazze’deki Filistinlileri kasıtlı olarak yok etmeye çalıştığını kanıtlamak” gibi zorlu bir görevi var. Uluslararası Adalet Divanı’na sunulan delillerin çokluğu ve daha önceki emsal kararları göz önünde bulundurulduğunda, mahkemenin en azından Filistinlilere yönelik makul bir soykırım ve zarar riski olmadığına karar vermesi pek olası değil.

Mahkemeden bir karar çıksa bile İsrail muhtemelen bu kararı yok sayacaktır. Birleşmiş Milletler’in başlıca yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı’nın, Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden oluşan 15 yargıcı bulunuyor. BM’nin 94. maddesi uyarınca Güvenlik Konseyi bir devleti Uluslararası Adalet Divanı’nın kararına uymaya yönlendiren bir karar çıkarabilir. Ama ABD muhtemelen bunu veto edecektir. Yine de Yüksek Mahkeme’nin kararı ahlaki ve hukuki bir ağırlık kazanacak ve İsrail’e yaptırım uygulayan ya da boykot eden devletlerin bu karara uymamaları halinde atacakları adımları etkileyecektir.

Yüksek Adalet Divanı Güney Afrika’nın Namibya’yı işgalinin hukuka aykırı olduğuna karar verdiğinde, işgalin sona ermesine yardımcı olmuştur. Reagan ve Thatcher yönetimlerindeki ABD ve İngiltere o dönemde Güney Afrika’ya yönelik yaptırımları durdurmak için veto kullanmalarına rağmen, aradan geçen kısa bir sürenin sonunda apartheid rejimi devrilmiş ve işgal sona ermişti. Margaret Thatcher ve Ronald Reagan’ın Afrika Ulusal Kongresi ve Nelson Mandela’yı terörist olarak ilan ettiklerini de hatırlamak gerekiyor. Mandela neredeyse ölümüne kadar ABD’nin terör listesinde kalmıştı.

Güney Afrika Lahey’deki mahkeme salonunda, Gazze’de yaşanan bir soykırımı önlemeye yönelik ahlaki yükümlülüğünü yerine getirmek için başvuruda bulunduğunu vurguladı. Adalet Divanı önünde kendi insanlarına karşı ahlaki değerlerden yoksun kararlar veren diğer ülke liderlerinden bu tür bir başvuru beklemek ne kadar yanlış olurdu. İsrail milyonlarca insanı yok ederken, 7 Ekim’den bugüne İsrail’e silah satışlarının arttığını da hatırlamak gerek.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version