Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Terörle mücadelede 30 yılda ne değişti?

Terörle mücadelede 30 yılda ne değişti?


PROF. DR. SALİH HOŞOĞLU | YORUM 

Geçtiğimiz birkaç gün içinde Irak’ın kuzeyinde PKK ile çatışmaya giren 12 asker şehit edildi. Ajanslara düşen haberler böyle ama gerçek ne bilmiyoruz, belki de baskına uğradılar yahut soğuktan dondular. Türkiye’nin gündemi bir anda bu konuya kilitlendi.

Ülkeyi yönetme sorumluluğunu taşıyanlar ise sırra kadem bastılar, normalde varlığını hiç kâle almadıkları TBMM’yi devreye sokup Meclis’te grubu bulunan partilerin bir kısmıyla ortak “teröre karşı bildiri” yayınladılar.

Bir ülkenin meclisinin böyle bir durumda bildiri yayınlaması ne ifade eder? Mantıklı mıdır? Yoksa, kendi iddialarınca, ülkeyi yöneten irade onlar olduğuna göre bu hadisenin ne idüğünü araştırmak ve sorumlulardan hesap sormak için harekete geçmeleri gerekmez mi?

Heyhat, biz son 40 yıldır küçük varyantlarla tekrarlanan bu filmi seyretmekten bıktık ama filmi oynatanlar da onların kuyruğuna takılmış kitleler de bıkmadılar. Bu haberler beni bundan 25-30 yıl öncesinde yakından tanık olduğum hadiselere götürdü.

Malumdur ki doksanlı yıllarda özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu başta olmak üzere ülke sathında PKK ile çatışmalarda binlerce güvenlik görevlisi ve sivil yurttaş hayatını kaybetti. Bütün bu dönem boyunca Diyarbakır’da hekim olarak çalışıyordum ve bir çok hadisenin arkaplanına da vakıf oldum.

Türkiye’nin yüzleşmek zorunda olduğu bu hadiseleri nasıl yorumlayacağımız ayrı bir konudur. Zira bu meselelerin bir köşe yazısıyla anlatılması mümkün değil. Belki bir kitap yazarak konuyu enine boyuna ele alabiliriz. Bu yazıda otuz yılda nelerin değişmiş olduğunu, yahut hiç bir şeyin değişmemiş olduğunu, daha yakından görebilirsiniz. Bunun için iki hatıramı anlatacağım.

Tuğgeneralin ‘alafranga tuvelet’ hassasiyeti!

İlk hâtıram bizim hastane polisinin şahit olduğu ve kendisini ordudan soğutan bir hadise üzerine. Hastanede görev yapan polislerle iş gereği tanışıyorduk ve zaman zaman farklı konuları konuşuyorduk. Karadenizli bir polis memuruna bu mesleği nasıl seçtiğini sordum. Bana daha önce Jandarma uzman çavuş olduğunu ve yaşadığı bir olay sonrası ordudan ayrıldığını ve ondan sonra polisliğe geçtiğini anlattı. Kendisi İran sınırında bir Jandarma tugayında uzman çavuş olarak tugay karargahında çalışmış. Bana anlattıkları özetle şöyle:

Orduevinde rehin kalan doktor asteğmen!

Anlatacağım ikinci olayın tarihi 1994 güzüdür. Mecburi hizmet yaptığım Diyarbakır Devlet Hastanesi’nin hemen yanında Diyarbakır Asker Hastanesi vardı ve burası bütün o zamanlarda bir savaş hastanesi gibi çalışıyordu. Bazen bir günde 10 hatta 15 şehidin geldiğini söylediklerinde şok olmuştum. Asker hastanesinde çalışan meslektaşların bazılarıyla değişik vesilelerle karşılıyor ve tanışıyorduk.

İlginç bir şekilde 1993 yılından itibaren asker hastanesinde uzman doktor sayısı inanılmaz derecede azalmıştı. Mesela çok sayıda beyin ve omurilik travması/yaralanması gelen bu hastanede sadece bir tane beyin cerrahisi uzmanı vardı. Gene o yaz tanıştığım dahiliye uzmanı meslektaşımız da tek başına çalışıyordu ve kendisi yedek subay asteğmendi. Bu duruma ordu üst kademesi nasıl onay veriyordu, açıkcası benim için malum değil. Aklıma gelen en kuvvetli ihtimal konuyla hiç ilgilenmiyor olmaları.

İşte bu şartlarda hizmet veren bu dahiliye uzmanı meslektaşla zaman zaman şehir merkezinde karşılaşıyor ve ayaküstü konuşuyorduk. Sanırım Eylül ayı içindeki bir karşılaşmamızda bana çok bitkin ve halsiz göründü. Sebebini sorunca, “Hocam sormayın, 48 saattir orduevinde rehin kaldım, daha yeni çıkabildim. Hastanede kritik durumda olan çok sayıda yaralımız ve hastamız var, maalesef onlara da hizmet veremedim. Ruhen ve fiziken perişan haldeyim.” dedi.

Orduevinde niçin rehin kaldığını sorduğumda ise: “Biliyorsun yeni göreve başlayan Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları buradaydılar. Eşleriyle gelmişlerdi. Onlar gelince sağlık durumlarında bir sıkıntı olabilir diye beni orduevine aldılar, hazır olarak bir odada bekledim. Ertesi gün komutanlar buradan helikopterle bir sınır karakolunu ziyarete gittiler, eşleri de her birinin arabasının önüne ve arkasına birer eskort araba verilerek Japon Pasajına alışverişe gittiler. Ben de her ihtimale karşı onlar Diyarbakır’dan ayrılana kadar orduevinde kaldım.” 

Çarşı kapatan komutan eşleri!

Diyarbakır’a maaile gelen komutanlar ertesi gün bir sınır karakoluna gitmiş ve dönemin Genelkurmay Başkanı burada çok sert bir konuşma yapmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla “Ne kadar çok şehit verilse de asla geri adım atmayacaklarını vs” söylemişti.

O tarihte ülkede özellikle güvenlikle ilgili kararları askerler veriyordu ve bu tarz hamasi nutuklara alışkındık, kendilerini merkez olarak gören medya da bu nutukları manşetten verip ne kadar vatansever olduğunu gösterirdi.

Diyarbakır’daki Japon Pasajı o yıllarda kaçak ürünlerin çokca satıldığı bir yerdi ve komutan eşleri de oraya alışverişe gitmişlerdi. Genellikle böyle önemli kişiler gelince pasaj güvenlik amacıyla kapatılır ve diğer müşterilerin girişine o süre zarfında izin verilmezdi.

O tarihten beri o bölgede ve Türkiye’de ne değişmiş, açıkcası bilemiyorum. Ama medyaya yansıdığı kadarıyla gene dağ başlarında, kötü şartlarda, amacı ve getirisi kimse tarafından bilinmeyen bir kısım operasyonlarda Anadolu’nun gariban evlatları can verirken birileri bunun üzerinden istikbal derliyorlar.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version