Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

El Pençe Divan: Sıradan bir ölümlünün sofrası

El Pençe Divan: Sıradan bir ölümlünün sofrası


El Pençe Divan, geçtiğimiz aylarda çıkardığı yedi parçalık “Sıradan Bir Ölümlünün Sofrası”yla altı kişilik bir masa kurmuş. Altı farklı müzikal tavrı da hissettiren bu masa, altı farklı kişinin hikâyesi olarak da okunabilir.


El Pençe Divan yeni bir topluluk ama toplulukta yer alan müzisyenler tanıdık. Dinar Bandosu’ndan bildiğimiz solist Ali Asaf Sarıca, yine kısa bir dönem Dinar Bandosu’nda çalan bas gitarist Kayahan Balta’yı harekete geçirir ve 2017 yılında El Pençe Divan’ın temellerini atarlar. Sonrasında topluluğa Climb grubundan tanıdığımız Melih Balta (gitar) dahil olur. Derken Kerim Altaylar (davul), Burak Irmak (klavye, klarnet), çeşitli caz orkestralarında yer alan Barış Ertürk (saksafon), Umur Meriç Öztürk ( trompet) ve Ecem Su Salih (trombon) de katılır.

El Pençe Divan, geçtiğimiz aylarda çıkardığı yedi parçalık “Sıradan Bir Ölümlünün Sofrası”yla altı kişilik bir masa kurmuş. Altı farklı müzikal tavrı da hissettiren bu masa, altı farklı kişinin hikâyesi olarak da okunabilir. Albümdeki karakterlerin hikâyeleri farklı olsa da, ölüm imgesinin ortak bir tema oluşturması, bütüncül bir anlayışı yansıtıyor. Ancak şarkı sözlerinde veya anlatımda sıçramalar da söz konusu.

Anlatımda fantastik bir atmosfer yaratılması bir anda yabancılaşmanıza, dikkatinizi başka yöne çevirmenize neden oluyor. Bu durum, müziklerinde progresif bir tavrı gözetmeleriyle de ilgili. Dolayısıyla müzik de ona göre şekilleniyor. Seslerin, tonların değişmesi, yaratılan kompozisyonlarda beklemediğiniz anda melodik yapının kırılması, inişler çıkışlar, bir tarzdan başka bir tarza geçiş gibi dalgalanmalar, “Sıradan Bir Ölümlünün Sofrası”ndaki kişilerin ruh halleriyle birleşiyor.

“Sıradan Ölümlülerin Sofrası” albüm kapağında resmedilmiş. Kapakta çizilen insansız sofrada altı tabak, bir takım yiyecekler ve tabakların yanında sahiplerine ait olduğu düşünülen bir takım nesneler var. Bu nesneler ve tabaktaki yemekler bu insansız masanın karakterlerini analiz etmeye yardımcı oluyor.

Nesnelere bakınca, kimin kim olduğunu anlıyorsunuz. “Zaman Makinesi” şarkısında adı geçen, karısını kaybeden ve zaman makinesiyle geçmişe gitmek isteyen Ercan’ın masada duran kartviziti, yine karısının ölüm ilanın olması, alyansın tabağın kenarına bırakılması, o karakteri açığa çıkartıyor.

“Ur” şarkısında geçen karakterin hikâyesini de masadaki nesnelerden anlıyoruz. Boş tabağın yanında bir akciğer röntgeni hastalığın, ölüme yaklaşmanın enstrümanıyken, kırmızı kurdeleyle bağlanmış küçük hediye paketi umudun simgesi olarak değerlendirebilir. Fal için kapatılan kahve fincanı da, ölümlülerin sofrasında, insandaki geleceği bilme arzusunun nesnesi. Ki, “Zaman Makinesi” şarkısı ileriye değil de geriye gitme arzusunu taşısa da, bir kişinin ölen karısını geçmişte bulup onu ölümden kurtarma, bedeniyle ona nefes olma istediğini taşımasıyla, sonsuzluk arayışını dile getiriyor.

Başka bir açıdan baktığımızda, ölüm imgesinin ardında zamana hâkim olma duygusunun açığa çıktığını söylemek, sanırım yanlış olmaz. Gerçi grup tüm bu sorunsalları şarkının bir aşamasından sonra ironiyle dağıtıyor. İnsanın ölümlü olduğu gerçeğini, ironiye sığınarak atlatmaya çalışıyorlar da diyebiliriz buna. Ya da sonsuzluk arzusunun insanın ironisi olarak görülmesi bu.

HÜSEYİN, SANKİ EMELLERİN YOK OLMUŞ GİBİ

Nihayetinde, “hayat çok kısa” nidası albüm boyunca bize ölümü tekrar tekrar duyuruyor. Mesela “Ölüm Fermanı” ve grubun adını taşıyan “El Pençe Divan” şarkısı beden, ölüm ve aşk arasında bağlantı kuruyor. “El Pençe Divan”da, “bedenin ruhu hapseden bir kefen” olduğu söylemi, kefenle bedeni bağdaştırması, hem ölüme hem de bedenin hazla ilişkisine, dolayısıyla da aşka el altından bir gönderme yapıldığı sonucuna götürüyor bizi. Aynı şekilde “Ölüm Fermanı” şarkısındaki “Benim ölüm fermanım/ uzansa ileri/ korkar bedenim/ öldürme beni” sözleri de yaşam ve ölüm arasındaki bağ, beden üzerinden kuruluyor.

Yine masaya dönersek, kibrit kutusu, ucu yanmış bir kaç kibrit çöpü, çerçevelenmiş on milyon değerindeki para, kırbaç, viski gibi nesneler albümde geçen Hüseyin şarkısındaki, Hüseyin karakterinin simgeleri. Şarkıda geçen “Elinde kaynananın perdeleri/ aklında başka kadın imgeleri/ sahi sen viski içerdin/ ne oldu gereksiz aşık oldun ve son buldu…/ Hüseyin Hüseyin sanki hiç hayal kurmamışsın gibi/ Hüseyin Hüseyin sanki emellerin yok olmuş gibi… Zaman akıp gitmiş sen yoksun gibi, vakitsiz gelen tüm servetler çöpe dönmüş kibritler gibi…” sözleri, Hüseyin’in yükseliş ve iniş hikâyesini anlatıyor. Başta da sözünü ettiğim gibi, ortak bir tema olan ölüm imgesi, Hüseyin’in hikâyesinde hayallerin ölmesiyle ele alınıyor. Ancak Hüseyin’in hikâyesi yoğun bir humor da barındırıyor içinde.

Bu altı kişilik masada, tabaklardaki yiyeceklerin kimisi yenmiş, kimisi yarım bırakılmış, kimisine hiç dokunulmamış. Bir tabağın boş olması ise, altıncı kişinin hiç gelmediği düşüncesine götürüyor bizi. Belki de geç gelmiş, daha yemeğe başlayamadan, masadaki herkesle sigara molasına çıkmıştır. (Fotoğrafa dikkatli bakıldığında, tabağın etrafındaki nesneler gelmiş olabileceğini söylüyor.) Albümün son parçası olan “Sigara İçen Adamlar”, masadakilerin çıktığı sigara molasını ve müziğin akışına göre önce bir rehaveti, sonra sizi kuşku duygusuna götüren bir dalgalanmayı duyumsatıyor. Ve kuşkunun dağıldığı anlarda, temponun da değiştiğini görüyorsunuz. Davulun, bas gitarın ve üflemeli çalgıların devreye girmesiyle, kuşkunun adım adım dağılıp yerini tamamen gevşemeye bıraktığı hissediliyor. Aynı zamanda belli bir ironiyi de taşıyan bu ritimler, kendini bırakmanın, belki de aralarında yaşanan bir şakalaşmanın yansıması olarak okunabilir. Ama bu hissiyat kısa sürüyor. Bir anda sizi yakalayan agresif gitar tonları, patlayan davullarla durumun ve atmosferin değiştiğini duyuyorsunuz. Masadaki altı kişinin duygularının değiştiği, hararetli bir ortama geçildiği izlenimi yaratıyor bu. Ve bestenin son bölümünde, yine hava değişiyor ve başa dönülüyor. Kuşkudan arınılmış bir sakinlikle, soft duygularla veda ediyorsunuz albüme.

Elbette finaldeki bu yumuşak dokunuş “Sıradan Bir Ölümlünün Sofrası”nın gerçeğini değiştirmiyor. Bedenin ölümü, sıradanlığımızın ve sıradan hayatlarımızın imgesi. Bu anlamda kuşkudan arınmayı farkındalık olarak değerlendirilebiliriz. Albüm ölüm, beden gibi temaları içerdiği halde, müziğiyle çok keyifli, leziz bir tat bırakıyor bize. Dinleyin, seveceksiniz.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version