Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Duhoklu yönetmen Reber Dosky ile ‘Güneş’in Kızları’ üzerine

Duhoklu yönetmen Reber Dosky ile 'Güneş'in Kızları' üzerine


Bircan DEĞİRMENCİ


“Tanrılardan ateş çaldım
Yüzyıllarca tutuştum, üst üste yandım
Bir Anka kuşu gibi anne, bir Anka kuşu gibi
Kendimi külümden yarattım”

Yusuf Hayaloğlu’nun ‘Bir Anka Kuşu’ şiirindeki bu dizeler, yönetmen Reber Dosky’nin Güneşin Kızları filminde DAİŞ tarafından kaçırılan binlerce kadından biri olan Sarap’ın dilinden dökülüyor. Filmde bedenleri, ruhları tahrip olmuş dokuz kadının yeniden hayata adapte olabilmeleri için birbirlerine desteği ve terapi süreci anlatılıyor. Film Duhok’taki Ezidi kampının yanında kadınların siyah bir kıl çadırı kurmasıyla başlıyor. Onlara eşlik eden psikolog, yazar ve tiyatrocu Hüseyin isminde Xalo (Dayı) dedikleri biri de var. Bu çadırda Fevziye, Feyza Emira, Cemila, Sarap, Hedya,Makbule, Ixlas ve Hayfa hikayelerini anlatarak kendilerini sağaltıyor. Birbirlerine sarılıyor ve “Biz kız kardeşiz. Acılarımız aynıdır” diyor.

Uzun yıllardır Hollanda’da yaşayan, Radyo Kobani, Sıddık û Panter filmiyle tanıdığımız Duhoklu Yönetmen Reber Dosky ile filme ilişkin konuştuk.

2014’te DAİŞ’in saldırıları başladığında Kobani’ye giden Dosky burada savaş devam ederken Meryem ve Kobani Nişancısı adlı iki kısa filmin yanı sıra Radyo Kobani filmini çeker. 3 Ağustos 2014’te DAİŞ’in bu kez özellikle Kürdistan’da yaşayan Ezidi halkını seçmesi kafasını kurcalar ve bunun kayıt altına alınması için yola çıkar.

“Direk savaşla ilgili bir film yapmak istemiyordum. Özellikle savaştan sonra insanların yeni yaşama nasıl adapte olduğu benim daha çok ilgimi çekiyordu. 2015’te DAİŞ’in elinden kaçan henüz 16-17 yaşlarında olan 3 kızla tanıştım. Cemile onlardan biri. Bu bende büyük bir tesir yarattı. Bütün hayatları yıpranmış, dinleri, bedenleri, ruhları ellerinden alınmış bir nevi başka bir insana dönüştürülmek istenmiş. Bu insanlar yeniden bir yaşama başlayabilirler mi? sorusuyla yola çıkarak, belgeseli yapmaya karar verdim.”

Dosky belgesele hazırlanırken öncelikle kadınların güvenini sağlaması gerekir.

“Bu filme karar verdiğimde karşımdaki insanların çok acı çektiğini biliyordum. Serap’la ilk tanıştığımızda ‘Bana çok zor soru soracaksın, bu filmi yapmak istemiyorum’ dedi. Bu da benim için bir sinyaldi. Bu insanlar bazı şeyleri aşmalı ki konuşabilsinler. Bir insana işkence yapılmış, itibarı kırılmış, tecavüze maruz bırakılmış. Bu soruların tekrar ve üstelik bir erkek tarafından sorulacağı korkusunu yaşıyordu. Benim bu insanların güvenini kazanmam için onlara zaman ayırmam gerekiyordu.”

İki yıl boyunca kendilerine soru sormadan sadece vakit geçirir. Pikniğe, alışverişe gider, gündelik yaşamdan konuşur.

“Özellikle gazetecilerden çekinirlerdi. Çünkü “Bir gazeteci geldiğinde üç gün burada kalıyor ve benden çok şey istiyor. Daha benim ismimi ezberleyemeden neler yaşadığımı soruyor. Ben ona nasıl güvenebilirim? Daha ailem ve çevremdeki insanlar yaşadıklarımı bilmiyor.” Kendisi bile kabullenmemiş, ailesinden utanıyor, toplumdan utanıyor. Bu başlı başına bir sorun. Özellikle bir gazeteciyle film yapanın arasındaki farkı göstermeye çalıştım. Ben onlara ‘benim her şeyi sorma hakkım olduğu gibi sizin de buna cevap vermeme hakkınız var ‘dedim. Böylece başladık çekimlere”

Hüseyin, kendisi de Ezidi olan, bu kültürü bilen kabiliyetli biri. Her şeyi bir tarafa bırakıp bu insanlara sahip çıkmaya adamış kendini. DAİŞ’ten kurtulan kadınlar öncelikle Ezidilerin kutsal tapınağı olan Laleş’e götürülüyor. Hüseyin onları orada çiçeklerle karşılıyor. ‘Sen güzel bir kadınsın ve bizim için çok değerlisin” diyor.

“Hüseyin ‘DAİŞ özellikle bizi kadınlar aracılığıyla küçültmek istedi. Ben de yine kadınlar aracılığıyla bizim kültürümüzü yüceltmeye çalışacağım.’ diyerek yola çıkmış. Hüseyin Laleş’te onları çiçekle karşılayıp şiir okuyordu. O esnada o kızın yüzünde bir değişiklik oluyordu. İster istemez özgüveni artıyordu. Çünkü DAİŞ bunlara ‘siz gittiğinizde sizi öldürecekler ‘demiş oysa ki çiçeklerle karşılanıyorlar. Hüseyin’in bu davranışı çok güzeldi. Bu kadınların Hüseyin’le karşılaşmaları büyük bir şans olmuş.”

Kurdukları siyah çadırın sembolik bir anlamı var. Ezidilikte beyaz renk sadeliğin, temizliğin ve meleğin sembolüyken siyah ise DAİŞ’i ve karanlığı temsil ediyor.

“O siyah çadırın altında kendi travmalarından kurtulmaya çalışıyorlar. Aslında bu insanlar tek olduklarında açılmıyor, konuşmuyorlar ama grup halinde terapiye girdiklerinde yalnız olmadıklarını anlıyorlar. Yara iyileşir ama yaranın izi kalır.”

2 BİN 700 İNSAN KAYIP

DAİŞ saldırılarının ardından Ezidi halkından 2700 insan kayıp. Bunların 1700’ü kadın ve çocuklardan oluşuyor. Toplu mezarlar açılıyor. Çıkarılan kemiklere DNA testi yapılarak kimlikleri yavaş yavaş belirleniyor.

“1700 kadın ve çocuğun DAİŞ’in elinde olduğunu biliyoruz. Türkiye’deki göçmen kamplarında çok var. Özellikle Arap DAİŞ’liler götürmüşler. Mesela filmde Urfa’da normal bir evde başka bir kimlikle yaşayan birinin varlığını duyuyoruz. Suudi Arabistan, Fas, Lübnan, Çeçenistan, Filistin her tarafa götürmüşler. Neçirvan Barzani bir vakıf kurmuş. Siz gidip buraya ‘benim kızım bunların elinde ve gelmek istiyor’ dediğinizde size 15 ya da 20 bin dolar para veriliyor. Sen gidip o yakınını parayla satın alıyorsun. Özgür bırakma diye bir şey yok. Çoğu kişi de peşmerge tarafından DAİŞ’in elinden alınmış. Rojava’da YPG YPJ bu konuda bayağı iyi çalışmalar yapıyor. Gidip kamplarda bütün aileleri kontrol ediyor ve tespit ettikleri Ezidi kızlarını bulup özgürleştiriyorlar.”

ŞENGAL’E DÖNMEK İSTEMİYORLAR

Bu kadınlar bir şekilde özgürlüğüne kavuşmuş. Hepsi kampta kalıyor. Kimisi ailelerinin akıbetini bilmiyor. Acılarını tazelememek için hiçbiri Şengal’e dönmek istemiyor. Yardım kuruluşları sayesinde kampta açtıkları giyim mağazalarında çalışıp hayata tutunmaya çalışıyorlar.

“Onların yaşadığı kampta 7 bin insan var. Adapte olmaya çalışıyorlar. Makbule evlendi. Aslında evlenmeyi düşünmüyordu ama filmi tamamladıktan sonra evlendi. Şu anda kampta eşiyle beraber kalıyor. Bayağı sahip çıktılar ama hala erkek egemen zihniyeti hakim.”

İlk gösterimi Hollanda İnsan Hakları Film Festivali’nde yapıldıktan sonra uluslararası alanda pek çok yerde gösterildi. Kürdistan’daki ilk gösterimi Duhok Film Festivali’nde oldu. Dosky Hollanda’daki festivale yedi kadını da beraberinde götürmüş. Orada kaldıkları bir ay boyunca film izlemelerinin yanısıra Hollanda Parlamentosu’na giderek lobi faaliyetlerinde bulunmuşlar.

“Hollanda hükümeti Ezidilere yapılan şeyi jenosit olarak kabul etti. Ayrıca buraya gelen DAİŞ’lilerin yargılanması ve anlattıklarının mahkemelerde delil olarak kullanılması için Almanya, Belçika parlamentolarına giderek hikayelerini anlattılar. Bu kadınların aileleriyle birlikte Hollanda’ya kabul edilmesi için hükümete öneri sunuldu. Çünkü Şengal’de teminat yok.Çünkü orada onları DAİŞ’e satan bazı Arap aileler hala orada yaşıyor. Dün olan şey bugün de yaşanabilir.”

Dosky film sürecinde anlatılanlardan ve yaşadıklarından çok etkilendiği için bir süre film çekmeye ara vermiş.

“En rahat çektiğim ama aynı zamanda içerik olarak duygusu en ağır olan bir filmdi. Mesela Kobani’de çektiğim film savaş ortamıydı, ölümle burun burunaydım ama o kadar zorlanmadım. Sadece beraber yiyip içtiğin bir insanın şehit düşmesi beni etkiliyordu. Ama iki gün sonra ‘ben bu insanlar için buradayım’ deyip tekrar kamerayı alarak çalışmaya devam ediyorsun. Bu filmden sonra ise biraz durmak hatta hiçbir şey yapmak istemiyorum. Çünkü onların acıları çok ağır geldi bana. Ben genelde bir filmi bitirdiğimde hemen yenisine başlayabilirim ama bir yıldır hiçbir şey yapmış değilim.”

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version