Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Yeni anayasa tartışmaları ışığında Cumhuriyet’in anayasaları


Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşına girmeye hazırlanırken yeniden anayasa değişikliği tartışması gündemde. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin kuruluşunun arifesinden itibaren Türkiye, 1921, 1924, 1961 ve 1982 tarihlerinde toplam dört anayasa gördü. Son darbe anayasası da 21 kez değişikliğe uğradı. İktidarının ilk döneminden beri önemli anayasa değişikliklerini hayata geçiren AK Parti’nin “yeni ve sivil anayasa” çağrısının yanı sıra genel seçimlerde Altılı Masa’yı oluşturan muhalefet partilerinin de 2022’de ortaklaşa hazırladığı taslak bir metinle anayasa değişikliği talebi bulunuyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin her döneminde tartışma konusu olan anayasa değişikliklerini VOA Türkçe’ye değerlendiren anayasa hukuku profesörleri, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında da yeniden anayasa değişikliğinin gerekli olduğunda hemfikir. Ancak yeni anayasa hazırlanmasının önünde siyasi ve toplumsal sorunlar görüyorlar.

“1921 Anayasası özgür iradeyle gerçekleşen bir oy birliğinin ürünüdür”

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından Türkiye’nin anayasal bir devlet olma süreci Cumhuriyetin ilanının öncesinde 1921 yılında başladı. İşgal girişimine karşı Anadolu’da başlayan direnişin merkezi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı yıllarında yeni kurulacak olan ülkenin temellerini de attı. 20 Ocak 1921’de TBMM tarafından hazırlanan ve toplam 24 maddeden oluşan Teşkilatı Esasiye Kanunu, yeni kurulmakta olan Türkiye’nin de ilk yazılı anayasası oldu.

VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Can, 1921 anayasasının “TBMM tarihinin en çoğulcu meclisi tarafından ‘kırmızı çizgi’ tartışması olmadan hazırlanan ilk ve tek anayasa” olduğu görüşünde.

Eski Anayasa Mahkemesi raportörü ve 25. Dönem AK Parti milletvekili de olan Can, “Bu dönemde seçmenlerin iradesini belirleyebilecek, domine ya da manipüle edebilecek ne İstanbul hükümetinin ne de Ankara’daki Temsili Heyet’in bir gücü vardı. 1920 meclisi, Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar, iktidar merkezlerinin etkisinin olmadığı özgür ortamlarda gerçekleşen seçimler sonucunda oluştu. Bağımsız olarak tek başına milleti temsil iradesiyle ortaya çıkan ve millet dışında başka hiçbir tarafa hesap verme yükümlülüğü bulunmayan, hiyerarşiye tabii olmayan milletvekillerinden oluşan bir meclisti. Böyle bir meclis, 1921 Anayasası’nı ‘biz nasıl yöneteceğiz ve nasıl var olacağız’ sorusuna verdikleri cevaplar çerçevesinde, yoğun müzakerelerle, kırmızı çizgi tartışması olmaksızın hazırladı. Her bir vekilin kendi başına bir otorite olduğu böyle bir mecliste anayasa oy birliğiyle geçti. 1921 Anayasası özgür iradeyle gerçekleşen bir oy birliğinin ürünüdür. Bu, bizim anayasacılık tarihimizde bir istisna” dedi.

Can, “1921 Anayasası, toplumun bütün farklılıklarının kendini ifade edebileceği, kurucu olarak sürece dahil olabileceği ve ademi merkeziyetçilik ilkesi gereği kendileriyle ilgili kararları kendi bölgelerinde alabilmesine imkan sağlayan bir idari yapılanma ve siyasi yapılanma öngörüyordu. Bu açıdan bakıldığında 1921 Anayasası toplumsal barışı sağlama potansiyelini barındıran, insanları, inanç, etnisite, farklı dil ve kültüre mensup olmaları nedeniyle dışlama gibi bir pratiğe izin vermeyen bir anayasa” diye konuştu.

“1924 anayasası sonrası cumhuriyet dönemi 40 yıllık bir barış dönemi”

1923’te muhaliflerin meclisin dışında kaldığı genel seçimlerin ve Cumhuriyetin ilanının ardından yeniden anayasa çalışmaları da başladı. 20 Nisan 1924’te TBMM tarafından hazırlanan yeni anayasa yürürlüğe kondu. Ancak bu anayasa, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) tek parti iktidarında hazırlandığı için 1921 anayasası kadar demokratik olmamasıyla eleştirildi.

Anayasa hukuku profesörü, akademisyen ve eski CHP Milletvekili Profesör İbrahim Kaboğlu ise 1924 anayasasının çok partili hayata geçişte köprü görevi gördüğü düşüncesinde. Kaboğlu, “1924 Anayasası genellikle ‘Mustafa Kemal’in dayatması’ olarak nitelendirilir. ‘Birinci meclisin çoğulcu yapısı ikinci mecliste artık yoktur. Çünkü vekil adaylarını Mustafa Kemal istediği biçimde belirlemiştir. Dolayısıyla o da kendi iradesini dayatmıştır’ biçiminde bir görüş öne sürülebilir. Bu görüş belli ölçüde doğru olsa da aslında 1923’ün sonlarında Mustafa Kemal’in el yazısıyla yazdığı anayasa taslağında yer alan maddelerin 1924 anayasasına girememiş olması, bu anayasanın tek kişi iradesinin ürünü olduğu biçimindeki görüşü de çürütüyor” dedi.

1924 Anayasası’nın parlamenter rejime doğru bir adım olduğunu kaydeden Kaboğlu, “1921 anayasası Meclis hükümetini öngörmekteydi. 1961 Anayasası tam bir parlamenter rejim öngördü. 1924 Anayasası ikisi arasında bir köprü olarak görülebilir. Şubat 1950’de çıkarılan seçim kanunuyla Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi arasında uzlaşma yoluyla çıkarılan seçim kanununa göre 14 Mayıs seçimleri yapılmıştır ve 1924 Anayasası sürecinde böylece ilk serbest seçimler yoluyla, dünya ölçeğinde özgün şekilde tek parti yönetimi, çoğunluğu elde eden bir başka partiye iktidarı devretmiştir. Buna biz ‘siyasal münavebe’ diyoruz. Cumhuriyetin ilk çeyreğinde demek ki siyasal münavebe sağlandı. Yani Cumhuriyet dönemi demek ki yaklaşık olarak 40 yıllık bir barış dönemi. 40 yıllık bir süreçten sonra bir kırılma oluyor” diye konuştu.

Güçler ayrılığı ilkesi bulunmayan 1924 anayasasında yürütmenin yanı sıra yargı da parlamentonun kontrolü altında bulunuyordu. Kaboğlu, anayasaya uyulup uyulmadığını denetleyecek bağımsız bir yargının olmamasını, 1924 anayasasının en büyük zaafı olarak nitelendirdi.

“1924, 1961, 1982 aslında aynı anayasal tercihler üzerine kurulu”

Prof. Dr. Osman Can ise 1924 anayasasını Türkiye’nin demokrasi açısından istikametini günümüze kadar değiştiren keskin bir ayrım olarak görüyor. Can, “1924 Anayasası katı merkeziyetçi, devlet tarafından toplumu biçimlendirme imkanlarını sağlayan, egemenliği paylaşmayıp tek bir siyasi parti elinde tutmaya ve bu çerçevede toplumu ve bireylerin zihinlerini, dünyalarını biçimlendirme iddiası ve imkanını barındıran ve bu imkanı da Ankara’daki otoriteye teslim eden, bunun hukuki çerçevesini yaratan bir anayasa. Demokrasiden vazgeçildi diyemeyiz ama demokrasi bir gündem olmaktan çıktı” dedi.

Türkiye’de en uzun süre uygulamada kalan 1924 Anayasası’nın ardından darbe dönemi anayasaları geldi. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin sonrasında asker kökenli isimlerin ve akademisyenlerin yer aldığı bir komisyon 1961 Anayasası’nı hazırlayarak yürürlüğe koydu. 12 Eylül 1980’de yönetime el koyan darbecilerin hazırladığı yeni anayasa da 13 Temmuz 1982’deki referandumda yüzde 92 oy ile kabul edildi.

Can, “1924, 1961, 1982 aslında aynı anayasal tercihler üzerine kurulu. Biraz daha dar, biraz daha katı, biraz daha yumuşak ama aynı anayasal sistem, aynı anayasal mantalite üzerine kurulu anayasalar” dedi.

Prof. Dr. Kaboğlu ise 1961’de hazırlanan anayasanın ‘kurumlar ve kurallar yönünden Batı ülkelerinin anayasalarıyla paralelliğine’ dikkat çekti. Kaboğlu “1961 Anayasası içerik olarak, yani yapım tarzındaki kusurlarına rağmen askeri dönem sonrası bir metin olduğu için çok eleştiriliyor olmasına rağmen, tıpkı İtalya, Fransa Anayasası gibi klasik parlamenter rejimin bütün parametrelerine sahip olan bir anayasa. Fakat tabii ki yapım sırasında Demokrat Parti’nin dışlanmış olması, askeri yönetim gölgesinde yapılmış olması en büyük zaafıydı. Onu uygulayanlar da başta Adalet Partisi olmak üzere hep anayasaya karşı tavır koymuşlardır. İlk karşı dalga 1971’de oldu. İkinci temel kesilme 1980’de oldu ve askerler her şeye rağmen 1980 darbesinden sonra demokratik sivil yönetime geçiş yönünde irade harcamışlardır. 1982 Anayasası otoriter ya da güvenlikçi bir anayasa oldu” diye konuştu.

“Yeni anayasa yapım ortam ve koşulları Cumhuriyetin yüzüncü yılında ne yazık ki mevcut değildir”

41 yıl önce yürürlüğe giren 1982 anayasasında birçok değişikliğe gidildiğini anlatan Kaboğlu, 2017’de referandum yoluyla “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin kabul edildiği değişikliğin anayasanın kendisine aykırılık taşıdığı görüşünde. Kaboğlu, “1987-2004 arasında Meclis’te partiler arasında uzlaşma sağlanarak yapılan değişikler, özgürlükleri pekiştirici, otoriteyi, iktidarı dengeleyici değişiklikler olmuştur. 2017’deyse, iktidarı pekiştirmekle kalmaksızın iktidar sahibi kişiyi güçlendirme yönünde olmuştur. Tarihimizde ilk kez bütün devlet yetkileri bir kişiye verilmiştir. ‘Cumhuriyet tarihimizde’ demiyorum, Osmanlı dahil olmak üzere bütün devlet başkanlığı ve hükümet yetkileri bir kişiye verildi. O kişi de anayasa değişikliğini izleyen haftalarda eski partisinin başına döndü ve böylece ‘parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme’ adını verebileceğimiz bir anayasal kurgu ortaya çıktı” dedi.

Yeni anayasanın böyle bir siyasi ortamda hazırlanamayacağını vurgulayan Kaboğlu, “2017’de hükümet kaldırıldı, siyasal sorumluluk kuralları kaldırıldı, hesap verebilir yönetim ilkesi ortadan kaldırıldı. Anayasa değişikliği tartışmasının ön koşulu olarak, bir; bugünkü anayasaya saygıyı öneriyorum. İki; anayasa değişikliğini masaya koyacaksak, o zaman hemen 2017’de geri alınan, yıkılan hükümetin kurulması ve o hükümetin meclis önünde sorumlu olması gerekiyor. Biz meclisi merkez almak istiyorsak, cumhuriyet meclis yoluyla kuruldu ve meclis yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ancak yaşatılabilir. Yeni anayasa yapım, ortam ve koşulları Cumhuriyetin yüzüncü yılında ne yazık ki mevcut değildir” diye konuştu.

“Türkiye’de aslında bir toplum sözleşmesi var ama negatif toplum sözleşmesi”

Türkiye’nin anayasal düzeninin artık ülkenin ihtiyaçlarına cevap vermediğini savunan Can ise toplumdaki “kırmızı çizgilerin” yeni anayasa hazırlanmasına engel oluşturduğunu belirtti. Can, “Bu anayasal düzen 1924 Anayasası ile başlamak üzere dışlayıcıdır. Toplumun önemli bir kesimini kurucu olarak kabul etmiyor. Türkiye’de aslında bir toplum sözleşmesi var ama negatif toplum sözleşmesi. Herkesin ötekine karşı güvensizliği, korkusu ve herkesin ötekini kendisiyle eşdeğer görmemesi üzerine kurulu aslında bir negatif işbirliği var. Bu negatif işbirliği böyle bir anayasal düzeni ayakta tutuyor. Ancak güvensizlik ve korku üzerine hayat inşa edebilmek mümkün değildir. Kırmızı çizgilerden bahsetmeden, toplumun, bütün farklılıklarını ve unsurlarını eş değerli kabul etmek suretiyle bir anayasal sürece girdiğimiz zaman daha başka bir sonuca ulaşabiliriz” dedi.

Anayasa hazırlığı için “kurucu meclis” önerisi

Can, yeni anayasanın hazırlanmasında siyasi partilerden bağımsız bir meclisin görev alabileceğini söyleyerek, “Bugünkü şartlar içerisinde bakıldığında güvenliği sağlanmış ve tamamıyla özgür harekete geçebilecek, partilerin aday göstermediği tamamen bağımsız şekilde davranabilen toplumsal kesimlerden kurulu yeni bir kurucu meclis ortaya çıkarılabilir. Bu kurucu meclis, özgür bir şekilde çalıştığında ve bunun da imkanları yaratıldığında, bunun güveni verildiğinde bu kurucu meclis Türkiye’nin anayasasını yapabilir” diye konuştu.

Kaboğlu da anayasa konusunun anayasacılara, hukukçulara bırakılamayacak derecede ciddi bir konu olduğunun altını çizerek, “Dahası anayasa konusu oylarımızla seçtiğimiz temsilcilere bırakılamayacak kadar ciddi bir konudur. Anayasayı bütün demokratik kitle kuruluşları, meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri sahiplenmeli, bütün bireyler tartışmalı” dedi.

Exit mobile version