Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Türkiye’nin İsrail-Filistin sorununun çözümü için önerdiği garantörlük modeli dünyada nasıl algılandı?

Türkiye’nin İsrail-Filistin sorununun çözümü için önerdiği garantörlük modeli dünyada nasıl algılandı?


Türkiye, İsrail ile Hamas arasında devam eden ve giderek şiddetlenen çatışmanın, iki devletli çözüm kapsamında egemen ve bağımsız bir Filistin devleti kurulamamış olmasından kaynaklandığını düşünüyor ve Orta Doğu’da kalıcı barışı sağlamanın öncelikleri arasında olduğunu ifade ediyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, geçen hafta yaptığı açıklamalarda, bu unsurun altını çizerken son 30 yılda yürütülen müzakerelerin sonuç vermediğini, dolayısıyla başta garantörlük mekanizması olmak üzere yeni araçların devreye sokulması gerektiğini açıkladı.

Fidan, Türkiye’nin bu pozisyonunu 21 Ekim’de Kahire’de düzenlenen Barış Zirvesi toplantısında dile getirirken, “Yeni bir garanti mekanizması tasarlanıp hayata geçirilmelidir. Tarafların adil bir barış için attığı adımların garanti edilmesi gerekmektedir,” dedi.

Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin bu amaç için adım atmaya hazır olduğunu belirtirken, tarafların uygun bulması durumunda Filistin adına garantör olmak istediği mesajını verdi.

Fidan’a göre bölge ülkelerinden dileyenler Filistin için, Batılı ülkeler de İsrail için garantör olabilirler ve olası bir barış anlaşmasının tam ve eksiksiz uygulanması için süreci sahiplenebilirler.

Bugüne kadar Türkiye’nin önerisine sadece Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov açık bir yanıt verdi. Lavrov, barışın sağlanması için her türlü olumlu katkıyı destekleyeceklerini, bu konuda Türkiye ile çalışmaya istekli olduklarını kaydetti.

‘Türkiye’nin önerisi muğlak’

Diplomatik kaynaklar ise özellikle Batı ülkelerinde Türkiye’nin önerisine ilişkin bazı çekinceler olduğunu dile getiriyorlar. Bu çekincelerin başında garantörlük modeli olarak sunulan öneriden tam olarak neyin kastedildiğinin anlaşılamamasının geldiği kaydediliyor.

Kaynaklara göre şu ana kadar yapılan açıklamalar iyi formüle edilmiş bir sistem önerisini ortaya koyamıyor. Bu nedenle, Ankara ile temasta olan bazı Batılı ülkelerin bu konuda daha fazla bilgi talep ettiği belirtiliyor.

Fidan, geçen hafta basına yaptığı açıklamalarda, garantörlük önerisini tartışılmak üzere gündeme getirdiklerini, somut bir sistem önermek yerine ilgili tüm tarafların katılımıyla bir yapının oluşmasını istediklerini kaydetmişti.

Türkiye, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının ardından başlayan barış görüşmeleri kapsamında da Ukrayna’ya garantör ülkeler arasında yer alabileceğini gündeme getirmişti. Ancak barış görüşmelerinden bir sonucun çıkmaması nedeniyle garantörlük mekanizması da yaşama geçmemişti.

Benzer bir sorunun İsrail-Filistin çatışması açısından da geçerli olduğu, ateşkes sağlansa bile taraflar arasında kalıcı barışı sağlayacak bir adımın gelmesinin güç olduğu vurgulanıyor. Özellikle İsrail’in iki devletli çözümden uzaklaşmış olması, Filistin tarafının da derin bir bölünmüşlük içinde olması Türkiye’nin kalıcı barış sonrası garantörlüğü içeren düşüncesinin yaşama geçmesini zorlaştıran bir durum olarak değerlendiriliyor.

Türkiye ne kadar etkin rol oynayabilir?

Garantörlük önerisini dile getiren Türkiye, 7 Ekim’den bu yana aktif bir diplomasi izleyerek süreçte etkin olmaya çalışıyor.

Ancak diplomatik kaynaklar, insani yardımlar ve esirlerin serbest bırakılması gibi önemli süreçlerde Mısır ve Katar’ın merkezi rolüne dikkat çekiyorlar.

Kaynaklara göre, mevcut koşullarda Türkiye’nin merkezi rol oynaması öngörülmüyor.

Mısır’ın Orta Doğu barış sürecinde oynadığı tarihsel rol, Refah Sınır Kapısı’nı kontrol ediyor olması ve İsrail ile yoğun diyalog içinde olması bu ülkenin önemini ortaya koyuyor.

Katar da son dönemde bölgesel süreçlerin hemen hepsinde kritik roller üstlenmesi ile biliniyor. Her iki ülkenin rolünün ABD ve diğer güçler tarafından kabul edilmiş olması Mısır ve Katar’ı farklı kılan unsurlar arasında.

Diplomatik kaynaklara göre, Türkiye’nin devreye girmek istemesine karşın, merkezde bir rol oynayamamasının başka nedenleri de var. Bunların başında Türkiye’nin doğrudan Hamas’ı kınamaması ve 7 Ekim’de yaşanan olaylara karşın “terör örgütü” tanımlaması yapmaması geliyor.

Türkiye, Batı ülkelerinin aksine Hamas’ı bağımsızlık mücadelesi veren bir örgüt olarak tanımlıyor ve özellikle siyasi kanadı ile temas içinde kalmayı sürdürüyor.

Buna ek olarak Gazze’de El-Ehli Hastanesi’nde meydana gelen ve 500’e yakın sivilin hayatını kaybettiği patlamadan İsrail’i sorumlu tutan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “soykırıma varan nitelikte” ifadelerini kullanması da Batı tarafından krizin ilk günlerinde gösterilen dengeli yaklaşımdan bir sapış olarak değerlendiriliyor.

İsrail ve Batı ülkeleri hastane saldırısının Gazze’den fırlatılan bir füzenin hedefinden sapması üzerine olduğunu iddia ederken, Filistin ve aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok Müslüman ülke saldırıdan İsrail’i sorumlu tuttu.

Ayrıca Erdoğan’ın ve diğer hükümet yetkililerinin artan bir tonda Batı karşıtı söylem içinde olmalarının da Türkiye ile bu süreçte istenilen düzeyde işbirliği yapılamamasının önündeki engeller arasında olduğu da kaydediliyor.

Ankara, rehinelerin serbest kalması için neler yapabilir?

Bu değerlendirmelere karşın birçok Avrupalı ülke, Hamas’ın elinde rehine olan vatandaşlarının serbest bırakılması için Türkiye ile temas halinde olmayı sürdürüyorlar.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve İngiltere Dışişleri Bakanı James Cleverly’nin Dışişleri Bakanı Fidan ile yaptığı birden fazla görüşmede konuyu gündeme getirdikleri biliniyor.

Diplomatik kaynaklar, Türkiye’nin merkezi rolde bir arabulucu olmamasına karşın bölgedeki temas noktalarının fazlalığı sayesinde Hamas’tan rehineler konusunda sonuç alabilecek ülkeler arasında olduğunu söylüyor.

Türkiye de esirlerle ilgili sürecin aslen Katar tarafından yürütüldüğünü, Ankara’nın olumlu bir sonuç alınması için katkıda bulunmaya çalıştığını kaydediyor.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version