Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Osmanlı Devleti, Filistin’e Yahudi göçünü engelleyebilir miydi?

Osmanlı Devleti, Filistin’e Yahudi göçünü engelleyebilir miydi?


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Dört yüz yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Filistin, II. Abdülhamit devrinden itibaren yoğun bir şekilde Yahudi göçlerine maruz kaldı. Alınan bütün tedbirlere rağmen göçler hem bu dönemde hem de İttihat ve Terakki devrinde devam etmiştir.

ABDÜLHAMİT DEVRİ UYGULAMALARI 

Yahudilerin Filistin’i yurt edinme kararı sonrasında Osmanlı Devleti’nin tavrı çok önemliydi. İlk akla gelen Osmanlı yönetiminin göçe izin vermesi için ikna edilmesiydi. Bu olmadığı taktirde Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’ne baskı yapabilir, son çare olarak da illegal yollarla Filistin’de toprak satın alınarak Yahudi göçmenler buraya yerleştirilebilirdi.

Yahudiler öncelikle Osmanlı yönetimini ikna politikası izlediler. Laurence Oliphant 1879’da Abdülhamit’e bu konuda bir layiha sunmuştu. Güney Afrika’da dünyaya gelen Oliphant, İngiltere’de yazarlık, avukatlık, diplomatlık ve milletvekilliği yapmıştı. 1882’de kendisi de Filistin’e gelip Hayfa’ya yerleşmiş ve burada ölmüştür.

Oliphant’ın layiha vermesinin nedeni, Berlin Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’nin terk ettiği topraklarda yaşayanların mal ve emlaklarını satarak göç etmelerine imkân vermesiydi. Her ne kadar antlaşmada açıkça Yahudilerden bahsedilmese de onlar da göçmen gruplara dahil olabilirdi.

Oliphant sunduğu layihada, Anadolu ve Rumeli’den Arz-ı Filistin’e göç edecek Yahudiler için bir göç merkezi kurulmasını talep ediyordu. Buraya yerleşen Yahudiler sayesinde ziraat gelişecek, bölge güvenli hale gelecek ve bedevi Araplar medenileşecekti. Ayrıca hazine, arazi satışlarından para elde edecekti.

Oliphant layihasında; bu amaçla padişahın himayesinde bir kumpanya kurulacağını, Osmanlı yönetiminin bu kumpanyaya 4.356.000 dönümlük bir arazi satmayı taahhüt edeceğini, bu arazideki maden, orman ve binaların kumpanyaya ait olacağını, arazinin yönetiminin Suriye vilayetine bağlı ayrı bir mutasarrıflığa verileceğini, bu idarenin görevlilerinin göçmenler tarafından seçileceğini, idarenin vergi de toplayacağını belirtiyordu.

Oldukça kapsamlı olarak hazırlanan otuz iki maddelik layihanın amacının Osmanlı Devleti’nin Filistin topraklarında araziler satın alıp özerk bir yönetim kurarak bir Yahudi devletinin temelini oluşturmayı amaçladığı açıktır. Abdülhamit bu layihayı görüşülmek üzere bir komisyona havale etmiş, sonrasında da layiha Meclis-i Vükela’da tartışılarak reddedilmiştir. Ret gerekçesi, bölgede bağımsız bir idare kurulacağı ve bunun çok ciddi çatışmalara neden olacağı endişesidir.

Osmanlı Devleti’nin Oliphant’ın layihasını reddettiği sırada Avrupa’da özellikle de Rusya’da Yahudi karşıtı hareketler iyice artmış, bu durum Yahudilerin yaşadıkları yerleri terk etmeleriyle sonuçlanmıştır. Yahudi göçlerinin ilk dalgası Rusya’dan 1881-1891 arası gerçekleşmiş ve yaklaşık 145.000 Yahudi göç etmiştir. İkinci büyük dalga ise 1892’den itibaren Doğu ve Güneydoğu Avrupa’dan başlamış ve bu kitle Amerika, İngiltere, Kanada ve Osmanlı topraklarına gitmiştir.

Osmanlı topraklarına gelenlerin bir kısmı 1877-1878 Savaşı’nda kaybedilen yerlerdeki Osmanlı vatandaşı Yahudileriydi. Diğer grup ise yabancı devletlerin vatandaşı olup Osmanlı topraklarına gelmek isteyenlerdi. Osmanlı Devleti kendi tabiiyetinde olan Yahudileri ülkeye kabul ediyordu. Ancak Yahudiler genel itibarıyla Filistin’e ya da oraya yakın yerlere gitmek istiyorlardı.

Osmanlı yönetiminin genel tavrı ise Yahudilerin Filistin hatta Suriye’ye yerleşmelerinin önüne geçilmesiydi. Bunun için de izinsiz olarak Suriye limanlarına gelen Yahudi muhacirlerin gemilerden inmeden geri gönderilmesi, Akka’ya kadar ulaşanların da başka yerlere sevk edilmesi emrediliyordu. Ayrıca Babıali’nin onayı olmadan kimse tabiiyete kabul edilmeyecekti. Babıali’nin bulduğu diğer çözüm ise bölgeye Kafkas ve Rumeli muhacirlerinin yerleştirilmesiydi.

Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirlere karşılık Yahudiler, bu sefer de “hacı” görünümü altında Filistin’e gelip yerleşmeye başladılar. Babıali de buna karşılık vize şartı koydu. Bölgeye gitmek isteyenler Osmanlı elçiliklerinden vize alacaklar hatta geri dönüşte iade edilmek üzere bir miktar depozit vereceklerdi. Ancak bu da çözüm olmayacak ve hac ziyareti üç ayla sınırlanacaktır.

Filistin’e gelen Yahudiler, bölgede yerleşmek için yerli ahaliden toprak satın almaktaydı. Babıali buna karşı da 1858-Arazi Kanunnamesi’nde değişiklik yaparak Osmanlı vatandaşı olmayan Yahudilere toprak satışını yasakladı. Ancak bu da Osmanlı vatandaşı Yahudilerin ve İngilizlerin, göçmen Yahudiler adına emlak satın almaları nedeniyle çözüm olmadı.

Bu arada Yahudilerin, memurları da değişik yollarla toprak satışına göz yummaya ikna ettikleri anlaşılmakta ve bu nedenle Kudüs evkaf muhasebecisi Ziya Bey gibi bazı kişiler hakkında soruşturmalar açıldığı görülmektedir.

Aynı dönemde Siyonistler bir banka kurmuşlar ve bu banka vasıtasıyla kurdukları İngiliz-Filistin şirketi vasıtasıyla Yahudi kolonizatörlerin toprak satın almalarına yardımcı olmuşlardır.

Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirlere karşılık İngiltere uzun bir süreden beri Yahudilerin hamisi gibi hareket etmekteydi. Bunun için bölgeye bir süre hâkim olan M. Ali Paşa’ya bile teklif yapılmıştı. 1840 yılında İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerston, İstanbul’daki İngiliz elçisine “Avrupa’da zulme uğrayan Yahudilerin Osmanlı topraklarına yerleştirmelerinin Osmanlı Devleti için de iyi olacağını” yazmıştı.

Osmanlı Devleti, kendisiyle iki defa görüşen Siyonist lider Herzl’e II. Abdülhamit’in ifade ettiği gibi Osmanlı topraklarına Yahudi göçüne karşı değildi. Ancak arazilerin parayla satın alınması hatta Osmanlı borçları konusunda yardımcı olma gibi tekliflere rağmen Filistin’in bir Yahudi yerleşimine dönüşmesine her zaman karşı çıkıldı.

İngilizlerin Yahudileri himaye politikası 1880’lerden itibaren açık bir şekilde ortaya çıkmış ve Filistin’e onları yerleştirerek stratejik bir avantaj elde etmeyi amaçlamışlardı. Ancak bu dönemde bölgede söz sahibi olmak isteyen Fransa’yı karşılarına almamak için Siyonistlerin talep ettiği “Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması”  desteğini açıktan ifade etmemişlerdi.

Buna karşılık Siyonist lider Herzl’e Uganda’da bir Yahudi devleti kurulmasını teklif eden İngilizler böylece Afrika’daki sömürge yönetimleri için önemli bir üsse sahip olacaklardı. İngilizlerin bu politikasının İsrail’in kuruluşunu geciktirdiği açıktır.

Sonuç itibarıyla izlenen politikalara rağmen Yahudilerin Filistin’deki sayıları Abdülhamit’in tahta çıktığı 1876’dan II. Meşrutiyetin ilan edildiği 1908’e kadar üç misli artarak 80.000 olmuş, 40.000 dönüm toprak Yahudilere geçmiş, otuz üç de Yahudi yerleşim merkezi kurulmuştur.

Mehmet Talat Paşa

İTTİHAT VE TERAKKİ DÖNEMİ 

Abdülhamit’ten sonra II. Meşrutiyet devrinde önce iktidarı kontrol eden sonra da doğrudan yönetimi üstlenen İttihat ve Terakki de Filistin’e Yahudi göçünü engellemeyi bir devlet politikası olarak devam ettirmiştir.

İttihatçılar Yahudileri önce yıllardır devam eden kriz nedeniyle Avrupalı devletlerin müdahalede bulunduğu Makedonya’ya yerleştirmeyi düşündüler. İttihatçılar adına görüşmeler Dr. Nazım tarafından yürütülmüş ve Vardar nehri kıyısına 200.000 Yahudi’nin yerleştirilmesi gündeme gelmişti.

Abdülhamit de İstanbul’da sayıları artan Yahudilerin Selanik, Üsküp ve Manastır civarına yerleştirilmesini istemişti. İttihatçılar da benzer politikayı “Makedonya’ya yerleştirme” şeklinde devam ettirmişlerdir. Bunda bölgeyi ele geçirmek isteyen Bulgar, Sırp ve Yunanlılara karşı bir denge oluşturmak amaçlanmış olmalıdır.

Bu proje gerçekleşmeden Yahudilerin Mezopotamya’ya yerleştirilmeleri gündeme geldi. Bu amaçla Talat Bey başkanlığındaki bir heyet, İngiliz-Siyonist örgütü ile görüştü. Nitekim bu konuda hazırlanan bir raporun Sadrazam’a sunulması, İttihatçıların ciddiyetini göstermektedir. Ancak heyet, diğer taraftan da Bulgar ve Arnavut meseleleri varken bir de Yahudi meselesiyle uğraşmak istemediklerini ve Yahudilere kesinlikle “otonomi verilmeyeceğini” ifade etti.

Bunlardan bir sonuç alınamadığı gibi İttihatçılar 1913’te “kırmızı pasaport” uygulamasına son vermişler, 1914’te de Filistin’e gelen Yahudilerin ikamet tezkerelerinin uzatılmaması uygulamasını kaldırmışlardır. Ayrıca arazi satın almayla ilgili hususların Dahiliye Nezareti tarafından belirlenmesi kararlaştırılmıştır. Ancak kısa bir süre sonra ziyaret için Filistin’e gelen Yahudilerin yerleşmelerine izin verilmemesi emredilecektir.

Yahudilerinse bu dönemde de Filistin’de araziler satın aldıkları, buralarda kurdukları çiftliklerde çalışan Yahudilerin bir süre sonra çiftlik ve emlak satın aldıkları görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin cephesinde görev yapan Şerif Güralp kaleme aldığı hatıratında bu sürece dair gözlemlerini ayrıntılı bir şekilde aktarmıştır.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında da Yahudilerin Filistin’e göçü devam etti. İttihat ve Terakki Hükümeti ise bir taraftan göçe engel olmaya çalışırken diğer taraftan Filistin’deki Yahudilerin silahlanmalarının önlenmesi ve ellerindeki silahların toplanmasını kararlaştırmıştır.

İttihatçıların diğer uygulaması ise bölgede meşhur “Tehcir Kanunu’nun” çıkarılmasından sonra “Yahudi tehciri” yapmalarıdır. Osmanlı vatandaşı olan Yahudilerden “Osmanlı Devleti aleyhine husumette bulunanlar” ve İngilizler lehine casusluk yapanlar Anadolu’ya sürgüne gönderilmiştir.

Düşman devletlerin tebaası olan Yahudilerden Osmanlı tabiiyetine geçmeyenlerin de sınır dışına çıkarılmaları istenmiştir. Bu durumun vatandaşlığa geçişleri hızlandırdığı görülmektedir. Hatta Yahudi nüfusun artması üzerine Yahudiler idare meclislerine daha fazla üye seçmek istemişlerdir.

Bu süreçte en dikkat çeken husus, IV. Ordu Komutanı ve Suriye Valisi Cemal Paşa’nın Yahudilere karşı çok sert tedbirlerden yana olmasına karşılık muhtemelen ABD başta olmak üzere tarafsız devletlerin tepkilerini dikkate alan Talat Bey’in (Paşa) daha ılımlı bir siyasetten yana olmasıdır.

Yahudilerin Çanakkale Muharebeleri’nde İngilizlere Siyon Katır Kolu (Zion Mule Corps) denilen bir kuvvetle sembolik de olsa destek vermeleri de dönemin hükümetinin tepkisinin artmasında etkili olmuştur.

SONRASI

İngilizler Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Suriye’yi Fransa’ya vererek Filistin’de kendi manda yönetimlerini kurdular. Fransa’nın bu paylaşıma razı olmasıyla Filistin’de Yahudi devleti kurulmasının önündeki bir engel ortadan kalkmıştı.

Almanya ise Yahudilerden kurtulma politikası izlemekteyse de Osmanlı Devleti ile yakın ilişkilerinden dolayı mesafeli bir politikayı tercih etmekteydi.  Rusya da Yahudilerin göçünü teşvik etmekteydi.

İngilizler dışında diğer önemli destekçi devlet ise ABD oldu. Osmanlı topraklarında; misyonerlik faaliyetleri, Amerikan okulları ve ticari faaliyetlerle büyük bir nüfuz elde eden ABD, Yahudilerin göçünü engelleyen yasakların kalkması için çalışmaktaydı. ABD bir taraftan da göçlere izin verildiği takdirde Osmanlı Devleti’nin Yahudi sermayedarların desteğini alabileceği şeklinde propaganda yapıyordu.

Sonuçta gerek Abdülhamit gerekse İttihatçıların Avrupa’da baskılara maruz kalan Yahudilerin Osmanlı topraklarına göç etmelerine karşı olmadıkları görülmektedir. Ancak bir devlet politikası olarak Yahudilerin özerk bir yönetim kurmalarına zemin hazırlayacak şekilde Filistin’e göç etmelerine izin verilmemiştir. Fakat alınan tedbirlerin göçü engellediği söylenemez.

Bunda Osmanlı Devleti’nin siyasi gücünü kaybetmiş olması, 93 Harbi’ndeki ağır mağlubiyetin sonucunda büyük toprak kayıplarına uğraması ve kayıpların devam etmesi yanında ekonomik güçsüzlüğü de önemli bir faktördür. Yahudilerin bütün girişimlerinde bunlar birer realite olarak Osmanlı yöneticilerinin karşısına çıkmıştır.

Osmanlı Devleti’nin diğer çaresizliği ise Yahudilerin İngiltere ve yakın ilişkiler içinde bulunduğu Almanya tarafından bile destek görmesidir. Birinci Dünya Savaşı’nda da 1917’ye kadar “tarafsız devlet olan “ ABD, Yahudileri himaye etmiştir.

Rothschild’ler gibi Osmanlı borçlanmalarında önemli yer tutan bir banker ailesinin de bizzat koloniler vasıtasıyla yerleşmeye zemin hazırlaması, göçlerin önlenememesinde diğer önemli faktör olmuştur. İlginç olan Rothschildler’in bu parayı, Osmanlı Devleti’ne verdikleri borcun faizinden karşılamalarıdır. Balfour Deklarasyonu bile bu ailenin İngiltere temsilcisine gönderilmiştir.

Bu dönemdeki arazi satma süreci de yerli halkın gönüllüğünden değil; baskı, borçlandırma, icra, sahtecilik, rüşvet, fahiş fiyatlarla satın alma ve bazı memurların göz yummasıyla gerçekleşmiştir.

Buna karşılık bölgenin demografisini asıl değiştiren olay, Filistin’in Osmanlı yönetiminden çıkmasından sonra kurulan İngiliz mandası döneminde çok daha hızlı bir göç süreci yaşanması olmuştur.

Kaynaklar: Arı, M. S. (2005), “II. Abdülhamit Döneminde Yahudilerin Filistin’e Yerleşme Çabaları”, Akademik Araştırmalar, S. 109-126; Arslan, A. (2007); “Avrupa’dan Türkiye’ye Yahudi Göçünün Stratejik Olarak Kullanılması (1880-1920); Güvenlik Stratejileri Dergisi, S. 5, s. 7-40;  Ortak, Ş. (2014), “İttihat ve Terakkî Yönetimi’nin Filistin’e Yahudi Göçlerine Karşı Politikaları”, XVII. TTK Kongresi Bildirileri, Ankara, S. 24, s. , C. IV, II. Kısım, s. 693-712;  Kodaman, B., İpek, N. (1993), “Yahudilerin Filistin’e Yerleştirilmeleriyle İlgili 1879’da II. Abdülhamit’e Sunulan Bir Layiha”, Belleten, S. 219, s. 555-580; Tellioğlu, Ö. (2014), Filistin’e Yahudi Göçü, İstanbul Üniversitesi SBE Doktora Tezi, İstanbul.

 

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version