Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Yeni Said’e giden tren bileti!

Yeni Said’e giden tren bileti!


YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Alimin uykusu, cahilin uyanıklığından daha hayırlıdır!”

Yukarıda epigraf olarak kullandığım cümleyi bazı kaynaklar Hadis-i Şerif (Hatta “Cahilin ibadeti” diye iddialı şekilde geçer) olarak zikretseler de şahsen böyle bir hadise denk gelmedim. Hatta hadis değil, kelam-ı kibar olarak bile göremedim. (Kelam-ı Kibar: Sahabe ve tabiine atfedilen sözler)

Konumuzla ilgili olduğu için alıntılamak ihtiyacı hissettim. 

Aslında çok yeni bir keşif birazdan bahsedeceğim şey. Vakalar insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen bilimin bu keşfi yeni yapması ayrı bir tenakuz. 

Peki nedir DMN ve Bediüzzaman’ın Yeni Said dönemiyle ne alakası olabilir?

Önce kavramı anlayalım: 

“Default mode network” (DMN), beyindeki belirli bölgelerin birbiriyle etkileşim içinde olduğu bir nöral ağdır. DMN, beynin dinlendirici durumda veya görev dışı olduğu zamanlarda aktif hale gelir ve özellikle içsel düşünceler, öz-refleksiyon, hayal gücü ve sosyal düşünce gibi süreçlerle ilişkilendirilir. Bu ağ, bireyin zihinsel durumlarını, hafızayı, duygusal işlevleri ve sosyal etkileşimleri düzenleme görevine sahiptir.

Bilimin epey ağdalı ifadesiyle: 

DMN’nin ana bileşenleri, genellikle medial prefrontal korteks (mPFC), posteriyor singulat korteks (PCC), lateral parietal korteks ve medial temporal lobun bazı bölgelerini içerir. Bu bölgeler, içsel düşüncelerin ve dikkat dağıtıcı etkilerin düzenlenmesinde rol oynarlar.

Beynimiz kalabalıklar içinde farklı çalışırken, uzlete, yani yalnızlığa çekildiğimizde hiç bilmediğimiz bazı bölgeler ve ağlar harekete geçip, inanılmaz yönlerimizi açığa çıkarabilir!

DMN’nin etkinliği, özellikle rüya, hayal kurma, kendi kendine dönük düşünme, geleceği planlama gibi süreçlerle ilişkilendirilir. Aynı zamanda, bazı zihinsel rahatsızlıkların, örneğin depresyon, anksiyete, otizm spektrum bozukluğu gibi durumların incelenmesinde de önemli bir rol oynar. Bu durum peygamberler başta olmak üzere pek çok bilge, alim ve velinin neden deli muamelesi gördüğünü de açıklıyor.

Araştırmalar, DMN’nin beynin farklı ağlarıyla etkileşim halinde olduğunu ve genel bilişsel işleyişte önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Bu ağın işleyişi ve etkileşimleri, beyin hastalıklarının anlaşılması ve tedavisinde de giderek daha fazla araştırılmaktadır.

Olayın basitçesi ise şu: Bir insan dinlendiği, kendi içine döndüğü, hatta uyuduğu zamanlar beyin fonksiyonları durmuyor, hatta daha hızlı hareket halinde işlemeye devam ediyor. 

İsterseniz yazı dizimizin biçimiyle devam edelim. 

Harb-i Umumi cihanı herc-ü merc ederken bilim insanları boş durmuyordu elbette. 

Dünyanın büyük alt üst oluşu, insanlığın yeni keşiflere yol almasına da sebep oluyordu. 

Bunlardan biri de Elektroansefalogramın mucidi Hans Berger’in, beynin sürekli meşgul olduğu fikrini ortaya atmasıydı. Yıl 1929’du.

Bu beyefendinin ismi Hans Berger; alimlerin, mucidlerin, dertlilerin, peygamberlerin ve velilerin beyinlerinin sırrını çözmede önemli adımlar atan bilim insanı.

Aslında Berger’i bu teoriye yönelten yaşadığı doğaüstü bir deneyimdi. 

Üniversitede araştırmacı iken Cihan Harbi’nin başlamasıyla Alman ordusuna yazılan Berger süvari birliğindeydi. Bir eğitim tatbikatı sırasında atı aniden şaha kalktı ve atlı bir topun yoluna indi. Topçu bataryasının sürücüsü atları zamanında durdurarak genç Berger’i sarsılmış ama ciddi bir yaralanma olmadan kurtarmıştı. Enteresan olan ise olaydan kilometrelerce uzaktaki evindeki kız kardeşi, onun tehlikede olduğunu hissetmiş ve babasının ona telgraf çekmesi için ısrar etmişti. Olay Berger üzerinde öyle bir etki bıraktı ki, yıllar sonra 1940’ta şöyle yazacaktı: “Ölümcül bir tehlike anında ve kesin ölümü düşünürken, kız kardeşimle birlikte düşüncelerimi ilettiğim bir spontane telepati vakasıydı. Özellikle bana yakın olan, alıcı olarak hareket etti.” (Berger, Psyche, s6)

Ancak her büyük insan gibi Berger de başta meslektaşları olmak üzere kimse tarafından ciddiye alınmadı. 

Ölümünden (1941) tam 10 yıl sonra bir meslektaşı;  Amerikalı nöröşürist Louis Sokolof, taa Philadelphia’da bir keşif yaptı. Sokolof ve arkadaşları, dinlenme durumundan bir kişinin zahmetli matematik problemleri yapmaya geçtiğinde beyindeki metabolizmanın aynı kaldığını fark ettiler, bu da beyinde aktif metabolizmanın dinlenme sırasında da olması gerektiğini düşündürmüştü. Kısa sürede bu büyük buluşun yaklaşık 30 yıl önce Alman bir bilim insanı tarafından zaten dile getirildiğine dair, bilimsel makalelerine ulaştılar. Bu işin piri Berger’di! Gelin görün ki, tamamen teorik olan bu çalışmaları laboratuvar ortamına taşıyan ise 70’lerin ortalarında David Ingvar oldu. 

Meselenin dört başı mamur izahı ise 2014 yılında ancak mümkün oldu. Artık şurası kesin: Biz kendi içimize kapansak da toplumdan uzaklaşsak da beynimiz çalışmaya devam ediyor, hatta daha da iyi üretiyor. 

Bu durum pek çok peygamberin, bilgenin, alimin, velinin, kâşifin mağaralara çekilme, halktan uzaklaşma, yani uzlet kavramının önemini daha da artırıyor. 

Bir önceki yazıyı okumadıysanız, (Şurada) 40 yaşın önemini anlamak için tekrar bir göz atmanızı salık veririm. Çünkü aslında “Default mode network” denilen şeyin (elbette istisnalar var) genellikle kırklı yaşlarda artık bir yaşam tarzına dönüştüğünü görüyoruz. 

Teşbihte hata olmasın, şöyle diyebiliriz; insan 40 yaşına kadar dağlardan, ovalardan, vadilerden polen topluyor sürekli ve yaş 40 olduğunda ise bal verme süreci başlıyor. Birikim esere, hammadde ürüne dönüşüyor. 

Bütün peygamberlerin hayatında böyle bir evre görmek mümkündür. Ve dahi bütün alimlerin, velilerin vs…

Buyurun size, tam da şu an hatırlamamız gereken muhteşem bir ayet: “Nihayet insan, gücünü kuvvetini bulup daha sonra kırk yaşına girince “Ya Rabbî!” der, “Gerek bana, gerek anneme babama lütfettiğin nimetlerine şükür yoluna beni sevket. Senin razı olacağın makbul ve güzel iş yapmaya beni yönelt ve bana salih, dine bağlı, makbul nesil nasib eyle! Rabbim! Senin kapına döndüm, ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf, 15)

Keza Bediüzzaman, bizzat tecrübe ederek bu konuya zaman zaman değinmiştir: 

“Ve keza, yaş kırka baliğ olduğunda, iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun, rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz. Bu Zâtın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılâb-ı azîmi âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celp ve cezb ettiren, o Zâtın (a.s.m.) evvel ve âhir herkesçe malûm olan sıdk ve emaneti idi. Demek o Zâtın (a.s.m.) sıdk ve emaneti, dâvâ-yı nübüvvetine en büyük bir burhan olmuştur.” (İ’şarat-ül İ’caz, s225)

Bu arada benim hayretler içinde gördüğüm çok ama çok enteresan bir ayrıntıyı da yine Hz. Üstad yakalamış. Hz. Peygamber’in “Neden 63 yaşında vefat etti?” sorusuna hayatı 40’lık dilimlere, sonra her iki dilimi de yine ikiye, yirmilik dilimlere bölerek yorumluyor ve insanın son yirmi yılı “altmıştan sonraki meşakkatli ve musibetli olan ihtiyarlık zamanında…” diyor. Hatta buraya paragrafı tam olarak alayım ki meseleye siz de hayret edin: 

“Amma ömr-ü saadetinin altmış üç olması ise, çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Şer’an ehl-i iman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı gayet derecede sevmek ve hürmet etmek ve hiçbir şeyinden nefret etmemek ve her halini güzel görmekle mükellef olduğundan, altmıştan sonraki meşakkatli ve musibetli olan ihtiyarlık zamanında, Habib-i Ekremini bırakmıyor; belki imam olduğu ümmetin ömr-ü galibi olan altmış üçte Mele-i Âlâya gönderiyor, yanına alıyor, her cihette imam olduğunu gösteriyor.” Mektubat, s397)

Biraz önce bahsini ettiğimiz ister kırılma diyelim, ister hakikate doğru hayatı bükümleme, sadece imanî ve ruhî açıdan böyle değil. Pozitif bilimler açısından da böyledir. Yine bir önceki yazıda belirttiğimiz üzere Isaac Newton gibi bir dahi dönemin pandemisi dolayısıyla evinde birkaç yıl mahsur kaldığı dönemi, “Keşif yapmak için en uygun dönemimdi” diye nitelemesi buna şahane bir örnektir. 

İşte Hazreti Bediüzzaman’ın hayatına da böyle bakmak lazım.

“Eski Said” olarak tanımladığı dönem, tahsil ve kültürel birikim için çok aktif bir süreçtir. Adeta hızlandırılmış bir eğitim sürecinden geçer ki, 15 yaşında “Bediüzzaman” gibi bir lakap alır. 

Ve sosyolojik, siyasi, kültürel birikimi, edinimleri ve ilişkileriyle kader onu esarete iter. 

Esaret onun için tam kırılma anıdır. 

Tam da burada, Sibirya’da keşfeder kendi içine dönmeyi (Bakınız İçe doğru derinleşme başlıklı yazı) ve hem problemin tespitinin tam yapılmasını hem de reçetesi üzerinde bir fikir edinmeyi. 

Bu anlamda esaret yılları onun eğitiminin son evresi olmuştur, demek mümkündür. 

“Rusya’da esarette iken niyet ettim ve niyaz ettim ki, âhir ömrümde bir mağaraya çekileyim. Erhamürrâhimîn, bana Barla’yı o mağara yaptı, mağara faydasını verdi. Fakat sıkıntılı mağara zahmetini zayıf vücuduma yüklemedi.” (Mektubat, s50.)

Bıraktığımız yere geri dönecek olursak, esaretten İstanbul’a döndüğü ilk dönem (1918-1923) bir ara dönemdir ve o kadar açık şekilde kırılma evresini izah eder ki akıllara ziyan: 

“Harb-i Umumide Rus’un esaretinden kurtulduktan sonra, İstanbul’da, iki üç sene Dârü’l-Hikmette, hizmet-i diniye beni orada durdurdu. Sonra, Kur’ân-ı Hakîmin irşadıyla ve Gavs-ı Âzamın himmetiyle ve ihtiyarlığın intibahıyla, İstanbul’daki hayat-ı medeniyeden usanç ve şaşaalı hayat-ı içtimaiyeden bir nefret geldi.” (Lem’alar, s389)

Hatta size daha net bir tarih vereyim, neredeyse günü ve saatine kadar!

17 Nisan 1923.. (iki yıllık geçiş süreci var elbette) 

Okuyalım: 

“Bediüzzaman’ın, kendisine tevdi edilen mebusluğu ve teklif edilen Diyanetteki müşavere azalığını ve Şark Vilayetleri Umumi Vaizliğini kabul etmeyerek, Ankara’dan Van’a giderken Eski Said’i Yeni Said’e götüren tren bileti…” 

Bu hayır dönüşümün, (hayırlı olduğunu ise “Sizi temin ediyorum ki, Eski Said’in on senelik gençliğini bana verseler, ben şimdi Yeni Said’in bir senelik ihtiyarlığını vermeyeceğim.” (Lem’alar, s373) Cümlesiyle bizzat kendisi söyler.) içsel sebepleri kadar dünyevi uçları da vardır. 

Bediüzzaman bu konuda insanlar hakkında -belki de suizan oluşturmamak için- isim vermeden geçer. 

Aslında zahiri düzlemden bakıldığında Bediüzzaman’ın hayatı tabiri hoş görün ‘tıkırında’dır!

“Esaretten geldikten sonra, İstanbul’da Çamlıca tepesinde bir köşkte, merhum biraderzadem Abdurrahman ile beraber oturuyorduk. Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye cihetinde bizim gibilere en mes’ûdâne bir hayat sayılabilirdi. Çünkü esaretten kurtulmuştum; Darü’l-Hikmette, meslek-i ilmiyeme münasip, en âli bir tarzda neşr-i ilme muvaffakiyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref, haddimden çok fazla idi.Mevkice İstanbul’un en güzel yeri olan Çamlıca’da oturuyordum. Hem her şeyim mükemmeldi.” (Lem’alar, s377)

Ancak dünyevi imtihan da hem bitmemiştir hem Bediüzzaman’ı bir sevk-i ilahi ile vazifesine doğru yönlendirmekte, o bu yönelişi geciktirdikçe, kader daha da zorlamaktadır: 

“O sıralarda, en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi.”

Ve kendi içinde meseleyi analiz ediyor: 

“Kalbime dedim: Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki, hakikat noktasında acınacak halimize, pek çok insanlar gıptayla bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuşlar? Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divane görüyorum?” (Onbirinci Rica)

Ve işin esrarlı sınırına yaklaştığını hissettiğinden olsa gerek durumu hemen toparlıyor: 

“Her neyse…(Lem’alar, s377)

Bu iç muhasebe hep Onbirinci Rica’da oluyor. Ancak esas kırılma noktası bir sonraki ricada geliyor sanki: 

“Birden, esarette, Kosturma’daki camideki intibah-ı ruhî yine başladı. Onun eseri olarak, kalben merbut olduğum ve medar-ı saadet-i dünyevîye zannettiğim hâlâtı, esbabı tetkike başladım. Hangisini tetkik ettimse, baktım ki, çürüktür, alâkaya değmiyor, aldatıyor.” (Lem’alar, 2. Rica)

Şan ve şöhretin aldatıcılığı, dünyevi konfor…

Bunları zaten sorgularken üzerine bir de “bir dost ihaneti” (kendisi sadakatsizlik ve vefasızlık diyor kibarlığından) artık karar vermesine yeterli sebep teşkil ediyor. 

Hiçbir tafsilata hakim olamayıp, sadece yazdıklarından paralel okuma yapacak olsak bile, iki Said arasındaki geçiş tünelinin açılma zamanını bulmak mümkün:

“Eski Said’in en mühim eseri ve Risale-i Nur’un fatiha’sı, Arabî ve matbu olan İşaratü’l-İ’caz tefsiri, Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş. Eski Said’in en son telifi ve yirmi gün ramazanda telif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemaat Risalesi, Otuz İkinci Lem’a olması ve Yeni Said’in en evvel hakikatten şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabî ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şule ve onların zeyllerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuz Üçüncü Lem’a olması ihtar edildi.” (Emirdağ Lahikası, c1, s40)

Anlaşılacağı üzere bugünkü beraberliğimizin de sonuna geldik. Ancak yapıştığımız Bediüzzaman’ın eteğini kolay kolay bırakacak kadar saf değiliz. Devam edeceğiz yani.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version