Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Sondergaard: AB üyeliğinin ilk adımı Kürt sorununun çözülmesidir


İSTANBUL – Danimarka Avrupa İşleri Sözcüsü Soren Sondergaard, Türkiye’nin AB üyeliğine dair tartışmasının ilk adımının Kürt sorununun çözümü olduğunu belirterek, “Türkiye’nin yeniden katılımı hiçbir yerde yeniden müzakere edilmiyor” dedi. 

 

Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta 11-12 Temmuz tarihlerinde NATO Zirvesi gerçekleştirdi. Başta İsveç’in NATO üyeliğinin masaya yatırıldığı zirvede, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye’nin AB üyeliğinin önünü açın, İsveç’in önünü açalım” şeklindeki çıkışı, Türkiye-AB tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Erdoğan’ın bu açıklamasının ardından NATO ve ABD’den Türkiye’nin AB üyeliği için destek açıklamaları geldi. Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki Erdoğan’ın açıklamaları sürüyor. 

 

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Danimarka Delegasyonu üyesi ve Danimarka Sosyalist Kızıl-Yeşil İttifakı Milletvekili Soren Sondergaard, Türkiye’nin AB üyeliğinin Kürt sorununun çözümünden geçtiğini vurguladı. Sondergaard, mevcut koşullarda Türkiye’nin AB üyeliğinin çok zor olduğunu belirterek, Türkiye’nin AB üyeliğinin koşullarının örgütlenme, ifade özgürlüğü, siyasi partilerin liderlerinin tutuklanmadan faaliyet gösterme hakkı gibi demokratik kuralları kabul etmesi olduğunun altını çizdi. 

 

 Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğini, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği üzerinden pazarlık haline getirmesi ne anlama geliyor?

 

NATO’nun genişlemesiyle ilgili tartışmada da gördüğümüz gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği için ABD ve NATO’dan taleplerde bulunarak, pek çok taktik hamleyle pazarlık yapmaya çalıştı. Buradaki herkes, Erdoğan’ın İsveç’i kabul etmesi karşılığında bir şeyleri istediğini ve bu konuda bir pazarlık yaptığını gördü. Aslında Erdoğan’ın elde ettiği tek şey, NATO’nun bazı liderlerinin Türkiye’nin AB üyeliği hakkında ortaya attığı bu tartışmayı desteklediklerini söylemeleriydi. Eğer Türkiye AB’ye katılamazsa, Erdoğan, ‘İsveç’in NATO’ya girmesine karşı değilim; NATO bizim AB’ye girmemize karşıdır’ deyip, kendini daha iyi bir konuma getirmenin yolunu arıyor. Fakat bu çok da ciddi bir hamle değil. Çünkü Erdoğan, diğer tüm alanlarda Avrupa değerlerinden tamamen uzaklaştı.

 

 Ülkelerin NATO üyeliğiyle sınırlı mı, AB’ye yakınlaşma mı? 

 

Türkiye’nin, AB üyeliğinin NATO’dan geçtiğine dair çıkışı kesinlikle çok yanlış. AB üyesi olmayan NATO üyeleri var. Örneğin Norveç, AB üyesi değil ama NATO üyesidir. Daha önce de NATO üyesi olan ülkeler vardı ancak hiçbiri AB üyesi değildi. Bu nedenle NATO üyeliği ile AB üyeliği arasında doğrudan bir bağlantı olmadığı çok açık. Bu formülasyon, İsveç’in NATO’ya katılımını Türk hükümetine kabul ettirmek için yapılmıştır. Bu aynı zamanda Erdoğan’ın AB’ye yakınlaşması olarak gösterildi ancak resmi olarak gerçekte herhangi bir bağlantı yok. Kısacası NATO üyeleri aynı zamanda AB üyesi olabilir ama Türkiye’nin AB’ye girebilmesinin NATO’yla bir ilgisi yok ve bağımsızdır.

 

 AB üyeliğinin tekrar gündeme getirilmesi ile Erdoğan’ın yeni dönem siyasetine dair hangi ipuçlarını veriyor? 

 

 

 Nasıl aynı anda hem ‘AB’ye girmek istiyorum’ deyip hem de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilebiliyor? Buradaki herkes bu çelişkiyi görebiliyor.

 

Birçok insan, Erdoğan’ın hamlesini AB’ye yaklaşmak gibi bir istek olarak değil, taktiksel bir hamle olarak görüyor. ‘Avrupa Birliği ile ilgileniyorum ama Avrupa Birliği bizimle ilgilenmiyor’ diyerek suçu AB’ye atacak bir oyun oynuyor ama gerçek tam tersi bir durumdur. Örneğin AB’nin çok önem verdiği ve AB’nin bir parçası olan önemli sözleşmelerden biri de İstanbul Sözleşmesi’dir. Türkiye, kadınların haklarını savunan, erkeklerin eşlerine kötü muamelede bulunamayacağını, herhangi bir sebepten kaynaklı kadınların öldürülemeyeceğini, erkek egemenliğini reddeden ve kadına yönelik aile içi ve dışı şiddeti önleyen İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi ve bu kararı veren de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Bu açıdan baktığımızda Türkiye’nin Avrupa standardı açısından AB’ye doğru ilerlemek istediğini anlamak çok zor. Eğer gerçekten AB üyesi olmak istiyorsa o halde neden AB’nin temel sözleşmelerden birisine karşı çıkıyor? Nasıl aynı anda hem AB’ye girmek istiyorum deyip, hem de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilebiliyor? Buradaki herkes bu çelişkiyi görebiliyor.

 

 Türkiye’nin AB üyeliğinin önündeki engeller nedir? 

 

Türkiye’deki temel hak ve özgürlüklere yönelik baskılar göz önünde alındığında, Türkiye’nin AB’ye girmesi mümkün değil. Türkiye’nin bağımsız bir yargı sistemi yok. İnsan haklarına yönelik çok sayıda saldırı var. Siyasi muhalifler başta olmak üzere birçok insan cezaevinde. Dolayısıyla AB’nin normal standardından bakıldığında, bugünkü Türkiye’nin AB’ye üye olması mümkün değil ve hatta imkansız diyebilirim. Bazı değişimlerin ve dönüşümlerin olması gerekiyor. 

 

 Türkiye’nin AB’ye üye olması için ne gibi adımlar atılması gerekiyor? Bahsettiğiniz bu değişim ve dönüşümler hangi başlıklarda olmalı? 

 

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini bir engel olarak söyledim ama üyeliğini tartışabilmemiz için aynı zamanda demokratik haklar alanında da Türkiye’nin ilerleme kaydetmesi gerekiyor. Türkiye’nin AB üyesi olmasının getirdiği yükümlülüklerin hiçbirini yerine getirememe gibi bir durumu var. Türkiye, Türkiye halklarına daha demokratik haklar verirse, bu üyeliğin olacağı ve müzakerelerin başlanacağı çok açıktır. Türkiye siyasi muhalifleri cezaevine koymayı bırakması gibi temel haklarda adım atarsa, o zaman tabii ki ben dahil Türkiye’nin AB’ye girmesi için çabalayacak çok insan olacak. Yani dolayısıyla Türkiye isterse AB’nin bir parçası olabilir ama önce AB’nin standartlarına uyması ve demokratikleşmesi gerekiyor.

 

 Türkiye’nin temel sorunlarının başında Kürt sorunu geliyor. Sizde muhalif herkesin “terörist” ilan edildiğini ve bunun AB kriterleri ile uyuşmadığını söylediniz. Bu konuda en mağdur olan kesim Kürtler. Türkiye’nin AB üyeliği ve Kürt sorunu arasında bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz?

 

 

 Kürt ve diğer azınlıkların sorunlarını çözmek, Türkiye’deki herkes için daha adil bir toplum yaratmak ve Avrupa Birliği’ne üye olması için de çok daha kolay olur.

 

Kürt sorunu, sadece Kürt sorunundan çok daha fazlasıdır. Çünkü bu Türkiye’deki azınlıkların haklarıyla ilgili bir sorundur. Türkiye’de Kürtler ve birçok azınlık var. Türkiye, AB’ye katılımı konusunda ilerleme göstermesi için azınlıklarla ve Kürtlerle olan sorunlarını çözmesi gerekiyor. Türk hükümetinin Kürt sorununa baskı, tutuklamalar ve yasaklarla tepki vermesi kesinlikle çok yanlış bir yoldur. 2014-2015 yılları arasında Türkiye’deydim. ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ için insanların umutlarını gördüm ve Türkiye’de pek çok insanın bu ümidi taşıdığını hissettim. Sonuçta Türkiye’deki bütün insanların barışı hak ettiği bir mutabakattı. Türk hükümeti temsilcileri ile Abdullah Öcalan arasında yapılan bu mutabakat, barış için büyük bir umuttu, Türkiye için gerçek bir barışa ve ilerlemeye yol açabilirdi. Unutulmamalıdır ki Türkiye, ülkede yurttaşlardan aldığı çok yüksek vergileri askeri alanda kullanıyor ve bunun sonucunda insanlar gerçekten günlük ekmek ve domates almanın ne kadar zor olduğunu ve ne kadar pahalı olduklarını dile getiriyor. 

 

Savaşı durdurmak ve Kürtlerle barış yapmak, aynı zamanda herkesin yaşam standardını yükseltmenin bir yoludur. Kürt ve diğer azınlıkların sorunlarını çözmek, Türkiye’deki herkes için daha adil bir toplum yaratmak ve Avrupa Birliği’ne üye olması için de çok daha kolay olur. AB’ye entegrasyon yolunda atılacak ilk adım, Kürtler ve diğer azınlıklarla barışçıl bir çözümün sağlanması ile gerçekleşir.

 

 Türkiye’nin AB üyeliğinin ilk adımı için Kürt sorununa işaret ettiniz. PKK Lideri Abdullah Öcalan ile diyalogun sonuçlarına değindiniz. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinden bir tecrit söz konusu ve 29 aydır kendisinden haber alınamıyor. Bunun Türkiye’nin demokrasisine ve bugün gündemde olan AB üyeliğine etkilerine dair neler söylersiniz? 

 

Açıkçası Abdullah Öcalan meselesi, AB’nin yeterli düzeyde meşgul olduğu bir mesele değil. Çoğu insan Abdullah Öcalan’a yapılan muamelenin adil olmadığını düşünüyor ancak dış dünyayla gerçek anlamda izole ederek bir insanı yıllarca tecrit altında tutulması, AB veya AB’deki hükümetler için çok önemli bir sorun olduğu anlamına gelmiyor. Fakat AB, Abdullah Öcalan’ın tecrit durumunu, Türkiye’nin Kürt halkına nasıl davrandığının bir sonucu olarak görüyor. Bu biraz PKK’nin AB’nin ‘terör’ listesinde yer almasıyla bağlantılı ve bu nedenle farklı bir şekilde görülüyor. Daha önce Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), Abdullah Öcalan’ı birkaç kez ziyaret etti ve orada şartların daha iyi olması gerektiğini ifade ettiler ama maalesef bir değişiklik olmadı. 

 

AİHM’in, Abdullah Öcalan’a verilen ağırlaştırılmış müebbet cezası ile ilgili 2014’te verdiği bir ihlal kararı bulunuyor. Ancak karara rağmen herhangi bir adım atılmıyor. Karara uyulmaması ve AB’nin bu duruma dair tutumunu nasıl değerlendirirsiniz? 

 

 AB, Abdullah Öcalan’ın tecrit durumunu Türkiye’nin Kürt halkına nasıl davrandığının bir sonucu olarak görüyor. CPT şartların daha iyi olması gerektiğini ifade etti ama maalesef bir değişiklik olmadı. 

 

Türkiye’nin AİHM’in kararlarına uyması gerekiyor. AİHM kararlarının uygulanıp uygulanmayacağı konusunda AB’nin Türkiye’ye yönelik tutumu belirleyici bir konuma sahip. Çoğu hükümet ve politikacı, Avrupa Konseyi’nin kurallarına uymayan ülkelerin uyarılmasını ve Türkiye’nin, AİHM’in tavsiyelerine ve kararlarına uyması gerektiğini istiyor. Türkiye bunu yapmayı reddettiği sürece işleri çok zor olacak. AB ülkelerinin, Türkiye’den Abdullah Öcalan’a insanca davranmasında ısrar etmesinin nedeni, Abdullah Öcalan’a sempati duymaları değil (ki bu tartışılır bir konu), bir insanın hangi gerekçeyle tutuklanırsa tutuklansın, doğru düzgün muameleye tabi tutulması gerektiğidir. Çünkü bir insanın ailesi, arkadaşları veya dış dünyayla olan ilişkilerini keserek, tamamen izole etmek doğru bir durum değildir.

 

 Türkiye-AB ilişkisi “mülteci pazarlığına” indirgenmiş durumda. Türkiye’nin demokrasisindeki gerilemede AB’nin bu pazarlıktan dolayı göz yummasının etkisinin olduğunu düşünüyor musunuz?

 

Türkiye’deki mevcut rejimin, insan haklarını ihlal etmesi ve hatta Avrupa’yla yapılan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine rağmen onlar Türkiye’ye çok az tepki gösterdiler. Çünkü Erdoğan’la bir anlaşma yapmazlarsa, Suriye ve diğer başka ülkelerden Avrupa’ya çok sayıda sığınmacının gelmesinden korkuyorlardı. Bu nedenle Avrupa’daki hükümetlerin Erdoğan’dan çıkar sağlamak için Türkiye’deki insan hakları ihlallerine göz yummayı göze alabildiklerini söyleyebiliriz. Aynı şeyi NATO içinde söyleyebiliriz. İsveç’in NATO’ya katılabilmesi için Erdoğan’ın söyledikleri çoğu zaman kabul edildi. Ancak insan hakları her şeyden öncelik olmalıdır. Eğer insan hakları ve insani değerler üzerine pazarlık etmeye başlarsanız, o zaman ortalık karışır. Ama öte yandan son yıllarda Türkiye’ye liderlik eden Erdoğan’ın yolunu çok net görmek lazım ve hiçbir müdahale edilmiyorsa, AB’deki ülkelerin hiç biri AB üyesi olma hedefi için çalışmıyor demektir. Maalesef Avrupa üyesi ülkeler de Türkiye’deki insan hakları ihlallerini çok yüksek bir şekilde kınamıyor. Erdoğan’la mülteciler konusunda bir anlaşma yapmak istedikleri için kamuoyunda fazla ses çıkarmadılar, Türkiye ile Avrupa Birliği’ne katılım konusunda gerçek müzakereleri durdurdular.

 

 AB’nin üyelik ilkeleri ve ölçüleri göz önüne alındığında, Türkiye’nin geçmişten bu yana AB karnesi ne şekilde?

 

 

 Türkiye’nin yeniden katılımı hiçbir yerde yeniden müzakere edilmiyor. Türkiye uzun süredir bir noktada çıkmaza girmiş durumdadır. AB ile Türkiye arasında güncellenmiş bir anlaşma, ticaret anlaşması tartışması yok.

 

Türkiye’nin var olan durumu AB üyeliği için yeterli değil. Örneğin; örgütlenme, ifade özgürlüğü, siyasi partilerin liderlerinin tutuklanmadan faaliyet gösterme hakkı gibi demokratik kuralları kabul etmesi gerektiği çok açıktır. AB, Türkiye’deki mevcut Erdoğan rejiminin AB yönünde değil, tam tersi yönde ilerlediğini çok açık bir şekilde görebiliyor. Bu nedenle, Türkiye’nin yeniden katılımı hiçbir yerde yeniden müzakere edilmiyor. Türkiye uzun süredir bir noktada çıkmaza girmiş durumdadır. AB ile Türkiye arasında güncellenmiş bir anlaşma, ticaret anlaşması tartışması yok. Fakat AB çok net bir şekilde vize serbestisi için Türkiye’deki ‘terör’ tanımının daha spesifik olması gerektiğini söyledi. Çünkü mevcut haliyle Türkiye’de her şeye ‘terör’ denilebiliyor ve herkes ‘terörist’ olunabiliyor. Bu ‘terör’ kavramı AB’ye de kabul ettirilmeye çalışılıyor. Türkiye’de Erdoğan rejimini eleştiren insanlar bile terörist olmakla suçlanabiliyor. Bu nedenle AB daha fazla vize serbestisi için terörle ilgili ceza teklifindeki bu söylemi değiştirmeleri gerektiğini söyledi ve Erdoğan rejimi bunu yapmayı reddetti. Bu yüzden Türkiye çıkmaz bir durumdadır ve bu durumda da gerçek bir adım atılmadan bir değişiklik olmasını beklemek de çok zordur.

 

 Siz de 14 Mayıs’ta gerçekleştirilen genel seçimleri takip etmek için Türkiye’ye gelmeyi planladınız. Ancak Türkiye ülkeye giriş yasağı kararıyla ülkeye girişinizi engelledi. Türkiye’nin bu tavrını nasıl karşıladınız? 

 

Bu yükümlülüklerin ihlalidir. Türkiye AGİT ve AGİT-PA üyesidir. AGİT üyesi olmayı kabul ederseniz, seçiminizi parlamenter heyetin izlemesini de kabul etmiş olursunuz ve güvenilir bir rapor alabilmek için elbette bu heyetin farklı siyasi güçlerden oluşması gerekiyor. Bazıları Türkiye’den hoşlanıyor, bazıları hiç hoşlanmıyor, mesele bu değil. Test edilmesi gereken kişi bireysel değildir. O kişi bir organizasyonun temsilcisidir. Türkiye’de neler olup bittiğine dair farklı anlayışa ve siyasi fikirlere sahip 100’den fazla gözlemciyi Türkiye’ye gönderiyorduk. Türkiye’nin kimin seçimleri takip etmesine karar vermesi çok ciddi ağır eleştiriler aldı. 

 

Engellemenin asıl sebebi ise benim daha önce Rojava’da bulunmamdı. Yani ‘terörü destekleme’ suçlamasıyla engellendim. Rojava’yı ziyaret ettim ve tüm halkların IŞİD’e karşı mücadelesini kendi gözlerimle görmek istedim. Türkiye’nin ‘terörist’ tanımı çok geniş. Yani QSD ve Rojava özyönetimini ‘terörist’ ve PKK’den oluşmuş olarak tanımlıyor. Bu nedenle benim orada bulunarak PKK’yi desteklediğim sonucuna varıyorlar. Amaç bizi siyasi sürecin dışında bırakmaya çalışmaktı.

 

SOREN SONDERGAARD HAKKINDA

 

Danimarka Kızıl-Yeşil İttifakı milletvekilliğinin yanı sıra Avrupa İşleri Sözcüsü, Türkiye ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı-Parlamenter Asamblesi (AGİTPA) ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Danimarka Delegasyonu üyesi ve Avrupa Parlamentosu eski üyesi.

 

MA / İbrahim Irmak – Stêrk Sütçü

 

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version