YORUM | SALİH HOŞOĞLU
Yaşadığımız olayların dünyadaki popülist dalgayla da yakından ilgisi var. Bu dalganın Türkiye sahillerine vuran kısmı ise birileri tarafından iktidara basamak yapılırken, gene aynı kişiler Hizmet Hareketini kitlelere düşman olarak belletmeyi başarmış görünüyor. Bu nasıl oldu? Karmaşık toplumsal ilişkiler içinde buraya nasıl gelindi? Neyi ıskaladık? Ne yapılabilir? Birkaç yazı ile bunu irdelemeye çalışacağım.
Son yıllarda farklı coğrafyalarda popülist politikacıların yükselişi önemli bir problem ve demokrasiler için hayati boyutta bir tehdit olarak ortaya çıktı. Türk Dil Kurumuna göre popülist ‘halkçı’, ‘halkı ve halkla ilgili şeyleri yüceltme eğiliminde olan (kimse, görüş)’ anlamına geliyor. Ancak eskiden halkçı akımlar genelde sol tandanslı iken şimdilerde hem solcu hem de sağcı popülist akımlar (çoğunlukla sağcı) sözkonusudur. Bunlara ilk örnekler olarak Rusya’daki Putin, Venezuella’daki Chavez kabul edilebilir. ABD’deki Trump vakası henüz daha neticelenmedi, dünyanın en büyük ekonomisine sahip bu ülkeyi yüz kızartıcı gelişmelerle sarsmaya devam ediyor. Bunun benzeri çok sayıda başarmış yahut başaramamış örnekler her tarafta mantar gibi bitmekteler ve bu trend uzun süre bütün dünyayı sarsmaya devam edecek gibi duruyor.
Bu popülizm meyli nasıl oldu da bütün demokrasileri bu şekilde tehdit etmeye başladı? Ne oldu da toplumların özellikle alt gelir düzeyindeki kesimini bu kadar ciddi etkileyebiliyor. Bu konuda birçok sosyal bilimci yorumlar yapıyor, arka planını açıklamaya çalışıyorlar. Konuyu en iyi açıklayabilen yaklaşım; toplumun alt gelir ve eğitim düzeyindeki kitlelerin daha eğitimli ve elit üst tabakaya karşı zaman içinde öfke biriktirdiğini ve bu öfkenin popülist politikacılar tarafından ustalıkla kullanıldığı şeklindedir. Bunun Türkiye’ye tercümesi askeri ve sivil bürokrasiye ve zengin laikçi kesime dayanan partilerin özellikle yaşanan ekonomik bunalımların da etkisiyle toplum tarafından diskalifiye edilmesi ve 2002’de iktidar olan Ak Parti’nin giderek artan bir toplumsal destekle ülkeye hakim olmasıdır (yada olmasıydı, artık parti değil bir şahıs iktidarı var).
Konunun bizi ilgilendiren kısmı daha karmaşık ve açıkçası biraz ironik. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yaşanan süreç o kadar yalın ve tek boyutlu olmadı. Ezilenler adına ortaya çıkan ve bir dönem toplumsal eşitsizliği kısmen de olsa tamir etmeye çalışan parti (Ak Parti) ve lideri (Erdoğan) başlangıçtaki mutedil söylem ve eylemlerini yavaş yavaş terk edip yaklaşık on yıllık iktidarın sonunda çok daha radikal ve popülist bir çizgiye kaydı. Bize çok şaşırtıcı gelen bu durum aslında birçok popülist liderin daha önce yaptığı bir pratikti ama biz bu konudan habersizdik. Kitleler ise zaten böyle şeyleri hiç dikkate almazlar. Gene popülist liderlerin iktidarlarının ilk yıllarında görece bir başarı yakaladıkları, ülke ekonomisinde iyileşme sağladıkları ve daha sonra yeni girdikleri popülist yolda ülkelerini ciddi sıkıntılara soktukları, hatta bazen savaşa sokup perişan ettikleri, herkesin bildiği bir sırdı. Bu son aşamada bütün popülist liderler dış güçlerin (bazen de iç ve dış güçlerin birlikte) kendilerini hedef aldığını anlatıp toplumun “eğitimi az ama feraseti çok’ kesimlerinden destek istedikleri ve bu desteği de hemen her daim buldukları da bir vakıadır.
Buraya kadar anlattıklarım konuyla ilgili olanların bildiği, bütün dünyada ortak olan seyir. Trump gibi ülke kurumlarını yeterinde aşındıramadığı için ilk dönem sonunda iktidardan düşenler de var, ustalıkla iktidarlarını sürdürenler ve hatta Chavez gibi öldükten sonra da kurdukları sistemleri devam edenler de var. Bizim ironik dediğim yerli seyrimiz aslında diğer örneklerden çok da ayrık değil ama bizdeki saçmalık popülist liderin haklarını koruduğunu söylediği kitleyle olan ilişkisindeki çarpıklık. Türkiye’de Cumhuriyet öncesinden başlayan elitlerin bürokratik ve ekonomik hegomonyasını aşındıran ve içten çökmesine sebep olan toplumsal hareketin en önemli parçasına karşı olan tutum bu çelişkinin merkezinde duruyor. Hizmet Hareketi bu iktidarın başlangıç safhasında destekçilerindendi. Gerçek popülist dönemde ise bir numaralı düşman ilan edilerek soykırıma tabi tutuldu. İktidar bu işleri yaparken popülist lider ve partisinin daha önce ölümüne düşmanı olan (aslında hala düşman olan) elitlerden de destek aldı. Elitlerin desteği asker-sivil bürokraside hayati öneme sahipti ama tek başına asla yeterli değildi. Uzun zamandır ezilen kitlelerin kesin desteği olmadan bu süreç sürdürülemezdi. İşte bu kitleler kendi içlerinden çıkan bu insanları düşman bellemekte tereddüt etmediler.
İşte bizim ironik durumumuz burada başlıyor. Osmanlı Devletinin uzun süren gerileme dönemi ve yaşanan yüzyıllık yenilgiler toplumsal hafızada ciddi travmalara yol açtı. Şimdilerde birileri çıkıp topluma büyük laflarla şatafatlı bir çıkış vaat ediyor, bir kısım illüzyonlarla ülkeyi uçurduklarını iddia ediyor ehlince gülünç olan gösterilerle onları ikna ediyor. Bir taraftan kapı kapı gezip para dilenirken, artık dünyada söz sahibi bir devletiz vs. diyerek toplumun kırılan gururunu okşuyor. Toplumun yarısı (tam sayı bilinemiyor, her şeyde olduğu gibi seçimlerde de güven kayboldu) bütün ekonomik kötüleşmeye ve gözle görünen fakirleşmeye rağmen bu illüzyonu kabul edip destekliyorlar. Bu fenomenin ekonomik eşitsizliğin ötesinde bir ezilmişlik psikolojisine dayandığı açıktır. Bu psikolojiyi anlamak için Psikiyatri Uzmanı Vedat Bilgiç Hoca ile yapılan röportaja ve Alper Görmüş’ün son yazılarına bakmanızı istirham edeceğim. İşte burada bu ezilmişliğin gerçek sahipleri usta bir hareketle bu öfkeyi tamamen farklı bir kesime yönlendirmeyi başardılar. Artık uzun yıllar süren askeri vesayet, dindarların itilip kakılması, başörtüsü yasakları vs. hepsi ya unutuldu ya da Hizmet’in sorumluluk hanesine yazılarak cahil kitlelere yutturuldu.
Esas konuya gelebildik nihayet. Halk Hizmet’in neyinden rahatsızdır sorusunun cevabı bizim zannettiğimizden farklı olabilir mi? Hizmet Hareketi’nin eğitime yaptığı katkı ve başarılı insanlar yetiştirmesi herkesin bildiği (ve hala anlatılan) bir vakadır. Ama bu durum eğitimsiz halkımızın ne kadar hoşuna gitmektedir? Her alanda çok sayıda iyi eğitimli insan yetiştirmenin iyi bir eğitim almayı başar(a)mamış halk için anlamı nedir? Benzer şekilde her kesimden eğitimli insanların ülkeyi terk ediyor olması elitlere öfkeli halk tarafından bir kayıp olarak mı algılanıyor, yoksa onları mutlu eden bir vetire midir? Mesela doktorların ülkeden topluluklar halinde göçmeleri niçin halkı çok da ilgilendirmez ve üzmez? Bunun yukarıda bahsi geçen öfkeyle nasıl bir ilgisi olabilir? Bu konuyu başka bir yazıda değerlendirmeye çalışalım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***