Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Popüler tarih uydurma tarih midir?

Popüler tarih uydurma tarih midir?


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Türk basınının vazgeçilmezlerinden birisi de popüler tarih yazılarıdır. Bazen akademisyenlerin bazen de “amatör” denebilecek tarihçilerin, günün anlam ve önemine uygun olarak yazdıkları tarih yazıları, gazetelerde ve internet sitelerinde yer almaktadır.

Bu yazıların bir kısmı popüler amaçlı yazılsalar da akademik nitelik taşırken bir kısmı ideolojik amaçlarla kaleme alınmaktadır. Bazılarında ise tek amaç, bazı konuları manipüle etmek olup her şeyi komplolarla açıklama ve bazen de “uydurma” ön plandadır. 

POPÜLER TARİH NEDİR?

Literatürde “popüler tarih”, akademik tarihçiliğin zıddı olarak bilimsel kaygı olmadan, kolay okunabilecek şekilde kaleme alınan yazılardan oluşan tarih çeşidi olarak tanımlanmaktadır. Popüler tarihte, akademik tarihçiliğin tersine çalışmaların bir hakemlik sürecinden geçirilerek bilimsel yönden kontrol edilmesi söz konusu değildir. Bu durum bu tür yazı veya kitaplarda çoğu zaman “tek denetçinin” yazardan ibaret kalmasına neden olmaktadır. 

Ayrıca akademik ve popüler tarih arasındaki farklar şöyle özetlenebilir: Akademik tarihçilikte atıflar ve bibliyografya yer alırken popüler tarihçinin böyle bir derdi yoktur. Akademik yayınlar “orijinal” bir nitelik taşırken popüler yayınlar daha çok günlük olaylar ve gündeme dairdir. 

Akademik yayınlarda belli bir format söz konusu iken popüler tarih yayınları bundan mahrumdur. Akademik yayınlarda bilimsel bir üslup hakimken popüler yayınlar, lise mezununa hitap edecek tarzda kaleme alınır. 

Popüler tarihçiler daha çok “hikayeci” bir yöntem kullanıp olayları ve kaynakları sorgulamazlar. Onlar için önemli olan “kılıcından kan damlayan” bir üslupla yazıyı veya eseri kaleme alıp çok fazla okunmasını sağlamaktır. Bu nedenle hedef akademik camia olmadığından “akademik dil” kullanmamakla ve teknik bilgi vermemekle övünen popüler tarih yazarları vardır. 

Popüler tarihçi genelde birinci elden kaynaklar yerine ikincil kaynakları kullanır. Ayrıca “bilimsel etik” kavramlarını bilmediğinden akademik bir çalışmada okuduğu ancak orijinalini görmediği bir belgeyi veya eseri “kendisi görmüş gibi” kaynak olarak gösterebilir. 

Onun için, bir bilginin yıllar önce akademik ortamda yayınlanmasının bir önemi yoktur. O, yıllardır “akademik çalışmalarda” bilinen bir bilgiyi sanki yeni bir bilgiymiş gibi hatta daha kötüsü “kendi keşfetmiş” gibi kaleme almaktan çekinmez. 

Peki popüler tarihçiliğin motivasyonu nedir? Elbette ilk planda “meşhur olma, para kazanma” gibi amaçların yer aldığı ve özellikle günümüzde “televizyon ekranlarında arz-ı endam ederek popülerlik elde etme” olduğu söylenebilir. 

İkinci bir motivasyon kaynağı da “ideolojik nedenlerdir”. Bu durum hem İslamcı hem de Kemalist kesim yazarları için geçerli olup onlar “tarihi gerçekleri”  bağlamından çıkarıp” ya “İslamcı davaya” ya da “Kemalist ideolojiye” hizmet ettirmek için kurgularlar. Dolayısıyla Kemalist yazarlar hep “Atatürk’ün büyüklüğü” merkezli yazılar yazarken İslamcılar da “Kemalizm yerine Hamidizm” inşa etme derdindedirler. 

YALAN SÖYLEYEN TARİH Mİ? TARİHÇİ Mİ?

Popüler tarihin önemli bir özelliği, geniş halk kitlelerine ulaşma amacına yönelik olmasıdır. Günümüzde ilkokuldan üniversiteye kadar karşılaşılan tarihin ve akademik tarihçiliğin “haklı olarak” detaylı ve bazen de sıkıcı olmasından dolayı popüler tarih yazı ve kitaplarına rağbet artmaktadır.

Birçoğumuz için tarihi ilginç kılan da bu tür yazarların yazıları veya kitapları olmuştur. Ben de daha ortaokul yıllarında Tercüman gazetesinde merhum İlhan Bardakçı’nın yazılarıyla karşılaşmış ve her zaman ilgiyle okumuştum. 

Bardakçı’nın “nazlı Budin (Budapeşte), sen … yıl, … ay ve … gün bizim hakimiyetimizde kaldıktan sonra” gibi cümleleri hala hafızamdadır. Hele Filistin cephesinde savaşıp Mescid-i Aksa’da nöbetçi bırakılan ve yıllar sonra Bardakçı’nın karşılaştığı Iğdırlı Onbaşı Hasan’ın hikayesi de kulaklarımdadır. Elbette burada tek kaynak, 1972’de Filistin’e giden Bardakçı’nın kendisidir.

Nedense Bardakçı “gazeteci” kimliğine rağmen Hasan’ın bir fotoğrafını çekip yayınlamamıştır. Ama yıllar sonra AA, 1982’de vefat eden Hasan’ı gören bir alimle röportaj yaparak Bardakçı’nın anlatımına yeni bir tanık bulacaktır. 

Popüler tarih için bu tür “harikulade olaylar” vazgeçilmezdir. Özellikle ideolojik bir maksatla yazılan yazı ve kitaplarda ilgi çekici bir başlık seçilerek bu olaylara yer verilir. “Abdülhamit’i deviren Siyonistler”, “Osmanlı Devleti’ni İçeriden Hançerleyen Devşirmeler”, “Osmanlı’ya İhanet Eden Yerli İşbirlikçiler” öne çıkarılır.

Bu tür yazarların kaynak gösterme gibi bir derdi olmadığı gibi genelde ulaştığı bir belge veya hatırayı mukayese yapma ihtiyacı duymadan “doğru” kabul ederler ve okuyucuyu da buna inandırırlar. Elbette yazı veya kitap, bir hakem heyetinden geçmediğinden içindeki bilgilerin doğruluğunu denetleme imkânı yoktur. 

Bu tür yazı ve eserlerin diğer özelliği de akademik bir nitelik taşımadıklarından içerik olarak karışık olmalarıdır. Başlık ya da yazarın herhangi bir vurgusundan “büyülenen” okuyucu kitabı satın alır ama kitap sadece kütüphanede bir süs olarak kalır.

Benim için buna verilecek örnekler Mustafa Müftüoğlu ve Kadir Mısıroğlu’nun kitaplarıdır. “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” serisi ve “Lozan Zafer mi Hezimet mi?” kitaplarını özellikle “başlığından dolayı” birçok kişi merakla almış ancak “muhtemelen benim gibi” özellikle içeriğinin düzensizliğinden dolayı sonuna kadar okumayı başaramamıştır. 

Bu tür yazarlar için önemli olan “Muhteşem İmparatorluğu Yıkanlar” içerisine yeni bir “hain” daha ilave etmek ya da “eski hainin” ihanetini daha da güçlü hale getirmektir. Bu yazarlara göre “muhteşem Osmanlı” normalde yıkılması mümkün değilken ihanetler sonucu ortadan kalkmıştır ve suçlu “hainlerin” tekrar tekrar teşhir edilmesi gerekir. Onun için, mesela bütün padişahlar sadece ismiyle söylenirken Abdülhamit, “Abdülhamit Han” olur.

Onun döneminde Osmanlı Devleti’nin “yalandan kim ölmüş” denecek cinsten “hiç toprak kaybetmediği” söylenir. Halbuki Abdülhamit’in hükümdarlık yaptığı dönemdeki toprak kaybı bugünkü Türkiye’nin iki katıdır (1.500.000 kilometre kareden fazla).

O aynı zamanda “çok merhametli olup hayatı boyunca idam kararlarını infaz ettirmemiştir”. Buna karşılık Osmanlı Arşivleri’ndeki basit bir taramada bile bulunabilecek bu bilgilerin nasıl olup da yıllarca bir efsaneye dönüştüğünü anlamak mümkün değildir. Nitekim araştırmacı Ahmet Aksın, Osmanlı arşiv kayıtlarından Abdülhamit’in onayladığı idam cezalarının sayısını “129” olarak tespit etmiş olup bu sayıya askeri idamlar dahil değildir. Hele “güya merhametinin bir yansıması olarak” cezası sürgüne çevrilip de “menfalarda (sürgünlerde) ölüme terk edilenler” düşünüldüğünde sayı çok daha fazladır.

CEMAL KUTAY’IN TARİHE YAPTIĞI

Popüler tarih yazarlarının çoğu doğrudan tarih eğitimi almayan hukuk, gazetecilik ya da sosyal bilimlerin herhangi bir alanında lisans eğitime sahip “gazeteci-yazar”, “araştırmacı” veya “araştırmacı-yazarlardır”. Mesela Kadir Mısıroğlu ve İlhan Bardakçı “hukuk” mezunu olup, Cemal Kutay “Kadıköy Lisesi’ni bitirmiş fakat yükseköğretim imkânı bulamamıştır”. Müftüoğlu’nun eğitimi hakkında ise herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Bu yazıda popüler tarihçilerin yaptığı tarih katliamına dair sadece bir örnek vermek istiyorum. Türkiye’de önce “muhafazakâr kesimin tarihçisi” olarak tanınan,  yaşlılığında ise “Kemalist tarihçiye evrilen” Cemal Kutay’dan birkaç örnekle popüler tarihin ne gibi sonuçları olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Kutay, Konya’da 1910 yılında Cizre Emiri Bedirhan Bey’in torunu olarak dünyaya gelmiş ve Konya Lisesi’nin son sınıfını bırakarak Ankara’ya gitmiştir. Burada musahhih olarak çalışan Kutay, CHP’nin yayın organı Ulus’un yazı işleri müdürlüğüne kadar yükselmiş ve sonra da İstanbul’da hayatına devam etmiştir.

1996’da yapılan bir yüksek lisans tezinde, yazdığı kitapların sayısı yüz altı olarak tespit edilmişse de 2004 yılında bu sayının yüz seksen üç olduğu belirtilmektedir. Bunlar arasında Kuşçubaşı, Çerkez Ethem, Talat Paşa, Rauf Bey, Mehmet Akif, Celal Bayar gibi tarihimizin önemli şahsiyetleri üzerine yazılmış kitaplar bulunmaktadır. Onun ilk kitaplarından birisi de sonradan “Atatürkçülükten ayrılmakla suçlayacağı” İnönü hakkındadır (İsmet İnönü’nün Seçme Sözleri, İstanbul, 1939). 

Hayatının son yıllarını Atatürk’e ve Türkçe ibadete adayan Kutay, 1993’te “Atatürk Olmasaydı” adlı kitabını yayınladı. Halbuki o, “Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslümanı: Bediüzzaman Said Nursi” adlı kitabın da yazarıdır (İstanbul, Yeni Asya Yayınları, 1980). Ancak “muhtemelen ısmarlama olarak yazılan”, bu kitabın bir daha baskısı yapılmadığı gibi Üstad’ın hayatını kaleme alan Necmettin Şahiner de kitabının ilk baskısında Kutay’dan aktardığı bazı bilgileri, eserinin diğer baskılarında kullanmamıştır.

Kutay’ın Said Nursi hakkındaki iki iddiası, “onun Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu ve Birinci Dünya Savaşı’nda cihad fetvasını veren heyette yer aldığıdır”. Ancak bu iddialar “Savaştan Esarete: Birinci Dünya Savaşı’nda Bediüzzaman” yazımızda belirttiğimiz gibi doğru değildir. Şahiner bu iddiaları sonraki baskılara almamasını, Kutay’ın “bu iddiaların belgeli olduğunu söylemesine rağmen belgeleri hiçbir zaman teslim etmemesiyle” açıklamaktadır.  

Ali Birinci, “Tarih Konuşuyor” mecmuası münasebetiyle Kutay’ın tarihçiliğini anlamayı kolaylaştıracak şu ifadeleri kullanır: “Kutay’ın bu mecmuayı kendi derleme, daha doğrusu aktarma ve çırpıştırmalarını basmak için çıkardığı anlaşılıyor. Bunun içindir ki ilk on üç sayı, daha önce çıkardığı ve sonra çıkaracağı diğer tarih mecmuaları gibi, tarihçilik bakımından hiçbir kıymeti haiz değildir, tıpkı Cemal Kutay imzalı bütün diğer kitaplar gibi…”

Bu şekilde nitelendirilen Kutay’ın nasıl olup da Babıali’de yıllarca tarih dergisi çıkardığı, kitaplar bastığı ve “muhafazakâr kesimin tarihçisi” olarak kendisini kabul ettirdiğini anlamak gerçekten çok zordur.

Kutay’ın tarihçiliğinde neyin bir belgeden aktarıldığı, hangisinin kendi yorumu olduğunu anlamak mümkün değildir. Zaten onun böyle bir derdi de yoktur. Kendi varsayımlarını çok rahat bir şekilde bir hatıratın içine ilave eder ya da  “dinlediklerine dayanarak” bazı bilgileri araya sıkıştırır. Bazen de tarihi şahsiyetleri “istediği gibi” konuşturur.

Onun bu yönlerinin bir örneğini de geçen haftaki Emanuel Karasu hakkındaki yazımızda bahsetmiştik. Kutay, Fethi Okyar’ın hatıralarını yayınladığı eserde Karasu’nun Abdülhamit’e “Museviler için Filistin’de yurt teklifi” yapan heyette yer aldığını belirtmekteydi (Üç Devirde Bir Adam, İstanbul, Tercüman yayınları, 1980, s. 45).

Buna karşılık Okyar’ın oğlu Osman Okyar ve Mehmet Seyitdanlıoğlu’nun hazırladığı hatıratta böyle bir bilgi yer almadığı gibi indekste de Karasu ismi bile yoktur (Fethi Okyar’ın Anıları, Ankara, İş Bankası yayınları, 1997). Diğer ilginç nokta ise Okyar ve Seyitdanlıoğlu’nun yayınladığı hatırat 236 sayfa iken Kutay’ın yayınladığı hatıratın 606 sayfa olmasıdır. Zaten Okyar’ın kızı da Kutay’ın yayınladığı hatıratın, sadece Serbest Fırka döneminin babasına ait olduğunu söylemiştir. 

Kutay’ın bu yönüyle ilgili bir çalışma yapan Ayşegül Yılmaz da onun derlediği Süleyman Tevfik’in 31 Mart Günlükleri’nin Süleyman Tevfik tarafından yazılmadığını, Kutay tarafından kurgulandığını iddia etmektedir. Hatta Yılmaz, Kutay’ın Pertev Demirhan ve Nadir Ağa’nın hatıralarında da “oynamalar” yaptığı görüşündedir.

Bütün bu olumsuz yanlarına rağmen popüler tarihin en büyük katkısı,  akademisyenlerin ulaşamadığı geniş halk kitlelerine tarihi sevdirmek olmuştur. Böylece popüler tarih çalışmaları, tarih biliminin temel kuralları çerçevesinde “yer ve zaman göstererek, neden-sonuç ilişkisiyle, belgelere dayanarak (elbette ikincil kaynaklardan da yararlanarak) ve objektif bir şekilde” yapıldığı takdirde “sadece akademik seviyede kalan” çok değerli bilgilerin halka ulaşmasını sağlamaktadır. 

Popüler tarih okumalarında, okuyucunun da yukarıda belirttiğimiz çerçeve içerisinde “sorgulamayı” öğrenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde okuduğunu ya da seyrettiğini kritik etmeden “doğru” kabul eden bir anlayışın, tarihten alacağı bir şey yoktur. Onun gerçeklikle ilgisi olmadığından, ihtiyacı, sadece efsane ve hikayelerdir.

Bu tür okuyucu, zaten örneğin “Çanakkale’de çocuk yaşta askerlerin savaştığına, Çanakkale cephesinde askerin yağlı buğday çorbası ve üzüm hoşafı dışında bir şey yemediğine” çok rahat inanır ve hiçbir zaman bilimsel bilgilerle yüzleşmek istemez.  

Kaynakça: A. Aksın, “Sultan Abdülhamit Dönemi Ölüm Cezalarının Değerlendirilmesi”, Sosyal Bilimler Dergisi, 2021, S. 31, s. 1029-1040; F. Acun, “Popüler Tarih Nedir? Popüler Tarih Nasıl Yapılır?”, Uluslararası Halil İnalcık Tarih ve Tarihçilik Sempozyumu Bildiriler, Ankara, 2022, C. II, s. 365-381; A. Birinci, “Babıali’nin Tarih Mecmuaları”,   Türk Yurdu, S. 132, s.129-138; H. Özdiş,  “Cemal Kutay ve Osmanlı Mizahı”, Kebikeç, 2004, S. 17, s. 27-40; S. Gök, Bir Tarihçi Olarak Cemal Kutay Hayatı ve Eserleri, CBÜ SBE Yüksek Lisans Tezi, Manisa, 1996; A. Yılmaz, “Tarihsel Hatıratların Tahrifine Bir Örnek: Cemal Kutay, Süleyman Tevfik’in Günlükleri”, Tarihyazımı, 2022, S. 4, s. 41-66.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version