Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Neoliberal dünyanın zorunlu çağrısı: Hegemonik mutluluk

Neoliberal dünyanın zorunlu çağrısı: Hegemonik mutluluk


Merve KÜÇÜKSARP


Psikolog Prof. Dr. Edgar Cabanas ile Sosyolog Prof. Dr. Eva Illouz’un kaleme aldığı Mutlu Yurttaş İmalatı isimli eser, “Mutluluk Endüstrisi Hayatımızı Nasıl Kontrol Ediyor” alt başlığıyla İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Eser, son yıllarda hayatımızın her alanında karşımıza çıkan ve üzerine en çok kalem oynatılan “mutluluk” kavramının izinden gidiyor; mutluluğun boyutlarını, anlamını, psikolojik ve de ekonomik arka planını mercek altına alıyor.

Malum bugün mutluluk, üzerine en çok düşündüğümüz, en sık sorguladığımız kavramların başında geliyor. Üzerine binlerce şey yazılıp çiziliyor, kitaplar yayımlanıyor, her geçen gün bu konuya yeni bir yaklaşım getiriliyor. Sosyal medyada mutluluğa dair düşülen notlar, yapılan paylaşımlar ise had safhada… Son yıllarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, mutlu görünme endişesi –bilhassa gençler arasında- bir hayli yaygın. Mutluluk hayatımızda işte o denli yer kaplıyor, en az sağlık kadar olmazsa olmazımız.

Belki eskiden de önemliydi ancak şunu kabul edelim ki, bugünkü kadar hegemonik bir mesele değildi. Üstelik bir zamanlar, –muhakkak ki neoliberal dünyadan önce- bizler mutluluğun kendiliğinden meydana gelen bir şey, talihin bir nevi kıyağı olduğuna inanırken, bugün artık mutluluğa dair beklentilerimiz ve ona yüklediğimiz tanım bir hayli değişti. Artık mutluluk bizim başarmamız gereken, başaramadığımız takdirde kişisel bir eksiklik, bir kusur olarak gördüğümüz bir meziyet. Doğuştan sahip olabileceğimiz değil, irademizle ve gayretle kazanabileceğimiz, işte o vakit hayatımızın bir anlamı olacağına kani olduğumuz bir zaruret aynı zamanda…

MUTLULUĞUN FORMÜLÜ

Eski dünya insanları mutluluğu bir lüks ya da ütopya olarak addederken, bizler artık ondan vazgeçemiyoruz. “Mutluluk biliminin” hatırı sayılır bir dalı olan pozitif psikolojiye göre mutluluğun formülü, yüksek seviyede duygusal zekaya, özgünlüğe, öz-saygı ve dayanıklılığa sahip olmakta, stresi yönetmeyi bilmekte ve hayata iyimser bakabilmekte…

Bilhassa iyimserlik artık mutluluğun hemen yanı başında yer alan başka bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bu inanışa göre iyimserliğe sahip birey sebat ederek hayatını ve kendini sil baştan yaratabilir, tasarlayabilir.

Bu öyle yaygın bir kanıdır ki, pek çok şirket çalışanlarını işe alırken, pozitif psikolojinin örnek verdiği kriterlerin bulunmasını arzu ediyor. Çalışanların belirsiz iş şartlarına uyum gösterebilmelerini, istikrarlı bir performans gösterebilmelerini, ekonomik değişikliklerden etkilenmeden işlerine devam edebilmelerini, son kertede başarılı olabilmelerini kendilerini mutlu hissetmeleriyle ve pozitif olmalarıyla ilişkilendiriyor.

Artık yetenekten ziyade etrafına pozitif bakabilmek ve değişken şartlar karşısında esnek olabilmek geçer akçe, böyle kişiler yönetici pozisyonlarda kendilerine yer edinebiliyor.

Uzmanlara göre mutluluğu garantileyen bir diğer faktör ise özgünlüktür. Bu bakış açısına göre kişinin sorunlarının ve mutsuzluklarının kökeninde kendine ait olmayan bir yaşamı sürdürmesi, kendine ait olmayan tutumlar sergilemesi vardır. Psikolojik esenliği için kişinin, kendine ait olmayan düşünceleri bırakması, özgün olması, kendini korkusuzca ortaya koyması gerekir. Ne kadar özgün olursa, hayatının her alanında kendini mutlu hissedecek, başarı gösterecektir.

Özgünlüğü tavsiye eden bu metodoloji, pek çok psikolojik yaklaşımdan farklı olarak kişinin travmaları, sıkıntıları veya kaygıları ile ilgilenmez. Bunun yerine olumlu bir bakış açısına ve deneyimlere odaklanan bir hayat düsturu sunar. Kişinin potansiyelini ortaya çıkarması, eldekiyle en iyisini yapması için motive eder. En iyi ile kastedilen, ekonomik ve duygusal açıdan üst düzey bir varlıktır. Bu varlık ise kendine yatırım yapan, başarı hikayesi yazan, tırnaklarıyla her şeye sahip olan bir marka, yani son kertede metadır.

MUTLULUK EKONOMİSİ

Bizler neoliberal dünyanın -kimi zaman her şeyden habersiz- iyi niyetli neferleri! Boşuna mutluluk hakkında konuşmuyor, mutlu olmaya motive edilmiyoruz. Zira mutluluk kavramı dünyanın en büyük ekonomilerinden birinin membaı… Kuzey Amerika’dan çıkan ve tüm dünya ülkelerine yayılan bu endüstri, kişisel gelişim yazarları, talk-showlar, özel kurum ve vakıflar, yaşam koçları, ünlüler ve daha pek çok enstrümanla birlikte dönüyor. Kişilere mutluluk vaadi ile satılan ürün ve hizmetler, kişisel gelişim üzerine yapılan atölye çalışmaları, seanslar, kitaplar, konferanslar ve terapilere ödenen hatırı sayılır meblağlar da cabası…

Dahası mutluluk artık dün olduğu gibi muğlak bir kavram da değil; ölçülebilir hale gelmiş durumda. Nitekim akıllı telefona indirilebilen uygulamalar sayesinde kişi hem kendini yakından izleyebiliyor, hem de bir dizi kriter üzerinden mutluluğunu ölçümleyebiliyor. Arama motorlarına girilen anahtar kelimeler, sosyal medyada paylaşılan bilgi ve fotoğraflar da bu endüstride kişinin ruh halindeki değişimleri gösteren kapsamlı bir veri kaynağı işlevi görüyor.

Beyin görüntüleme ve ruh hali değişimi izleme teknolojileriyle mutluluğu takip meselesi de en az mutluluk kavramı kadar büyük bir ekonomiyi ihtiva ediyor. Tüm bu mutluluk takip sistemlerinin hakkımızda derlediği bilgiler ışığında uzmanlar artık bizlerin neleri sevdiğini ya da sevmediğini biliyor, neyi sevip neyi sevmeyeceğimizi de öngörebiliyorlar. Mutlulukla imtihanımızda yapmamız veya uzak durmamız gereken şeyleri belirleyip bize reçete sunabiliyorlar.

Ne var ki gönüllü olarak sunduğumuz tüm bu bilgilerle hem her an gözetim altında tutuluyoruz, hem de herhangi bir kültürün hegemonyası altına girmeye teşne hale geliyoruz. Kişinin kendi kendini takip etmesi, yönetmesi ve iyileştirmesi esasına dayanan bu gibi uygulamalar ve teknolojilerin bir diğer sakıncası da, fazla içe dönmesine, duygularını kontrol edebilme dürtüsüyle mutattan daha fazla kaygı duymasına sebep olmasıdır. Çağımızda kaygı, depresyon ve anksiyetenin ayyuka çıkmış olması bir tesadüf olmamalı!

POLİTİK BİR KAVRAM…

Bir de meselenin politik boyutu var, elbette! Neoliberal dünyada mutlu insan olarak bize tarif edilen o ideal vatandaşa dair bir tarif vardır, hemen hemen her kişisel gelişim kitabında okuyabileceğiniz kadar yaygın bir tariftir bu; bir nevi reçetedir. Bu reçeteye göre mutlu olmayı başarabilen kişi bireycidir; kendine sadıktır, kendi kendini motive etmesini bilir, dayanıklıdır, iyimser ve duygusal zekaya sahip biridir. Şükran duygusunu ifade eder, aşırı düşünmekten kaçınır, stresini yönetmeyi bilir, anı yaşamaya ve yaşamın küçük zevklerinden tat almaya çalışır. Mutluluk pazarının bu reçetenin satır aralarında vermek istediği mesaj ise açıktır: “Bu ideal vatandaş gibi bireyci, apolitik ve pragmatik olursanız, siz de mutlu olabilirsiniz!”

Bu ideal vatandaş, neoliberal kültür için asimile olabilen makbul vatandaştır. Bu noktada mutluluk kişiyi belli bir kültürün, belirli davranış ve fikir kalıplarının ve belirli bir hayalin hegemonyasına sokan politik bir enstrüman olup çıkar. Üstelik mutluluğunun ya da mutsuzluğunun kendi eseri olduğuna inanan içe dönük birey, ne yaşarsa yaşasın sistemi sorumlu tutmaz, ondan hesap sormayı aklından geçirmez.

Zaten dünyanın pek çok yerinde psikologlar, bir ülkedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesinin, satın alma gücünün artmasının ve ekonomik kalkınmanın kişisel mutluluğu etkilemediğini, aksine kişiler kendi başlarına iyi oldukça toplumların kalkınacağını iddia ediyorlardır. “Suçlanacak biri varsa o da kişinin kendisidir,” şiarı alttan alta herkesin bilinçaltına sızıverir. Örgütlenerek sisteme itiraz etmek bu yeni dünyada kolay kolay meydana gelmez.

Nitekim mutluluğu “başarmak” isteyen bireyci vatandaş, acı çeken insanları, toplumdaki ahlaki yozlaşmaları ve adaletsizlikleri, dünyanın bir yerinde atılan çığlıkları aklına dahi getirmeyecek, yalnızca kendi duygularına, içsel dünyasına odaklanacak, hiçbir çağda olmadığı kadar apolitik olacaktır. Olmalıdır! Zira “Herkesin kendi acılarından sorumlu tutulduğu bir dünyada merhamete ve şefkate az yer vardır.” Anlamı değiştirilerek kitlelere pazarlanan bu mutluluk artık ideolojik bir araçtır.

Neoliberal dünyada adalet, liyakat, insan hakları gibi kavramlar dururken mutluluğa bu denli vurgu yapılması biraz da bundandır.

Edgar Cabanas ve Eva İllouz’un kaleminden çıkan ‘Mutlu Yurttaş İmalatı’ isimli çalışma günümüzde hegemonik bir kavram haline gelen mutluluğu masaya yatırıyor ve ona bu denli önem atfeden kültürün zayıf ve güçlü yönlerine yer veriyor. Mutluluğun insan psikolojisi ile imtihanını ele alırken, ekonomik boyutunu ve zamanla bizi nasıl değiştirip dönüştürdüğünü de irdeliyor.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version