Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kadim bir paradoks: Hızır idi, İlyas idi!

Kadim bir paradoks: Hızır idi, İlyas idi!


Esrarlı bir teras: Yuşa Tepesi (10)

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Ertem Eğilmez tarafından 1977 yılında çekilen muhteşem komedi filmi Şabanoğlu Şaban’da senarist Sadık Şendil’in enfes zenginleştirici karakterlerinden olan Yunus Kaptan (Şevket Altuğ) kahramanlarımızı laflarıyla sıkboğaz ederken, doğumda konulan isminin tartışmasını uzattıkça uzatır. Hatırlayacaksınız; “Hızır idi, Yunus idi, Hızır idi, Yunus idi” şeklinde uzayıp gidiyordu. 

Senarist Şendil Anadolu’da artık galat-ı meşhura dönmüş olan Yunus’u, aslında İlyas yerine -belki de bilinçsizce- kullanmıştı. 

Dahası bazı İslam alimlerinin de iştirak ettiği ve özellikle oryantalistlerin iddiasına göre Hızır ismi İlyas olan birinin lakabıdır. Beyzavi, Kehf suresinin 65. Ayetini tefsir ederken, “‘alim bir kul’un Alisa ya da İlyas olduğu rivayet edilir” der. (Beydavi, Envar’ül Tenzil, c2, s21)

Özellikle İslam kültüründe Hızır ve İlyas aleyhimesselamlar birer simetriyi ifade eder. Biri karada, diğeri denizlerde adeta bir “Deux Ex Machina”dır. Sayısız söylence, destan ve efsane kurulmuştur bu iki karakter üzerine. Bir de tahmin edeceğiniz üzere “Hıdırellez-Hızır/İlyas” bağlantısını hatırlatayım. 

Bir önceki yazıda da bahsettiğimiz gibi bunun gerekçesi de vardı elbette. Hz. Bediüzzaman bu iki karakterin yaşam boyutunu ölümlü canlıların bir üst katmanı olan bir boyutta ele alır. O boyutta İlyas ve Hızır peygamberler yaşamaktadır. Normal canlıların aksine, mekânda ve zamanda arzu ettikleri bükümlemeyi yapabilmektedir bu iki peygamber. 

Bu iki karakterden konumuzla yakından ilgisi olan Hz. Hızır’ın üzerinde yoğunlaşalım. 

Hazreti Hızır, İslam geleneğinde olduğu gibi çeşitli dinler ve kültürler arasında da yer bulan gizemli bir figür. Bu esrarengiz karakter, bilgelik, rehberlik ve ruhsal derinliğin sembolüdür ve farklı inanç sistemlerinde insanların hayal gücünü yakalamakla kalmamış daha ötesine gitmiştir. 

İslam geleneğinde, Hızır genellikle ölümsüzlük ve ilahi bilgiye sahip bir peygamber veya veli olarak kabul edilir. Hadislerde, Hızır’ın Musa Peygamber ile birlikte manevi anlam taşıyan bir yolculuğa çıktığı belirtilir. Hızır bilgelik, merhamet ve rehberlik ile tanınır ve ihtiyacı olan bireylere yardım eden bir kişi olarak bilinir.

Her ne kadar Hristiyan Kutsal Kitabı’nda açıkça adı geçmese de Hızır ile Hristiyan figürleri arasında bazı benzerlikler çıkıyor. Örneğin, Tekvin Kitabı’nda adı geçen bir rahip ve kral olan Melkisedek’in hikayesi, Hz. Hızır’ın gizemli havası ile paralellik gösterir. Her iki figür de ilahi içgörülerle aydınlatan, ilahi ve insanî arasındaki uçurumu köprüleyen rehberler olarak görülüyorlar.

Hızır, Yahudi kültüründeki bazı karakterlerle de benzerlikler taşıyor. Yahudi geleneğinde, kutsal kitaplarda geçen ve Mesih zamanlarında geri döneceğine inanılan bir peygamber olan İlyas’ın kavramı, Hızır’ın İslam’da nasıl algılandığına benzer. İlyas’ın, düşük ihtimalliğin restorasyonunu ve uyumunun yeniden tesisini simgelemesi, Hızır’a atfedilen manevi anlamla paralellik gösteriyor.

Bir de Sufizm bağlamında bakacak olursak, dini sınırların ötesine geçen şekilde, Hızır’ın gizemi halk hikayelerine ve Sufi geleneklere de yansır. Onun mucizevi müdahalelerin, kaybolmuş yolculara rehberlik etmenin ve sıkıntı içindekilere yardım etmenin hikayelerinde görülmesi, onun merhametli karakterini yansıtır. Sufizm’de Hızır, bilgiye ve ruhsal aydınlanmaya olan sonsuz arayışı sembolize eder ve arayanları ilahi birliğin yolunda yönlendirir.

Farklı kültürler, Hızır figürünü kendi yorumlarına göre şekillendirmiştir. Örneğin, Türk ve Güney Asya kültürlerinde Hızır, denizcilerin ve yolcuların koruyucusu olarak kabul edilir. Onun varlığı, güvenli yolculuklar ve bereketler için çağrılır. Hızır kıssalarının hepsi, gizli bilgelik ve ezoterik bilgiyi temsil eder şekilde, Pers edebiyatında motif olarak yer bulur.

Özetlemek gerekirse, Hazreti Hızır’ın gizemli varlığı dinler ve kültürler arası manzarada yankılanır. Onun bilgelik, rehberlik ve iyilik sembolizmi, insanların inançlarına bakılmaksızın ilham ve anlayış arayanlara hitap eder. Hızır’ın dayanıklı çekiciliği, onun yeryüzü ile ilahi arasındaki köprü rolüne dayanır ve umut, rehberlik ve ruhsal aydınlanmanın zaman ötesi sembolü olarak hizmet eder.

Jung disiplininde Hızır motifi

İnsan tipolojilerini disipline etmesiyle bilinen İsviçreli Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung, Hızır arketipine beklenilen dikkati verir. 

Jung’a göre Hızır (as) ‘kendilik’i yani ‘öz ben’i temsil ediyor olmalıdır. Kendilik kavramını kullanan Jung’un kastettiği Ben’le örtüşmeyen ama Ben’i büyük bir dairenin küçük daireyi kapsadığı gibi kapsayan ruhsal bir bütünlük ve merkezdir. (Dört Arketip, s72)

Kendilik, iki psişik sistemin yani bilinçlilik ve bilinçsizliğin ortak nokta vâsıtasıyla birleşmesine yol açan arketipsel bir imgedir. Sadece bilinci değil bilinçdışı psişeyi de kapsadığı için olduğumuz kişilik olarak da tarif edilebilir. Bireysel tamlığı ifade eden kendilik yani orta nokta, bize hem çok yakın hem de çok yabancıdır. Gizli bir sır, gizemli bir kaynak ve ilâhî bir yansıma olarak görülebilir. Jung’a göre o, kendini yenileyen (yani kendi dönüşümünü geçekleştirebilen) uzun ömürlü biridir. Hz. Mûsâ onu yüksek bilinç olarak kabul etmiş ve onun tarafından eğitilmek istemiştir. Hızır, Yüce Bilgelik’in yanında insan aklının eremeyeceği davranışları da temsil etmektedir.

Carl Gustav Jung, İsviçreli bilim adamı Hz. Musa ve Hızır karakterine ayrı bir önem verir, kitaplarında çokça bahseder.

İsterseniz çok kısaca Jung, Hızır karakteri ve Kehf suresiyle ilgili neredeyse tefsir hacmini zorlayan yorumuna değinelim. 

Jung, Sufi literatüründe ve halk dilinde anlatılan Hızır kıssalarını, düşünce ve kanaatlerini desteklemek için kullanır. Ona göre, Kendilik’in kişilik özelliği Kur’an kökenli olmayan Hızır kıssalarında dikkat çekici belirginliğe sahiptir. Hızır; halk inancına göre, insanın dostu, danışmanı, teselli eden ve müjde getiren öğretmeni olarak günümüzde de yaşamayı sürdürmektedir.

Hızır’a sokakta bir insan görünümünde rastlamak mümkündür. Hızır geceleri saf beyaz ışık olarak görülebilir. Bir Müslüman Jung’a, Hızır’ın kendisine teselli verdiğini ve yardım ettiğini söylemiştir. Yine bir mümin Hızır’ın dinî konumunu melek, -Tanrı’nın ilk meleği, bir tür müjde meleği, gerçek bir melek- bir mesajcı olarak tarif etmiştir.

Hızır ve İlyas namaz kılıyorlar.

Kehf suresini ise şöyle yorumlar Jung: 

“Kıssayı okuyan ya da dinleyen kimse, arayış içindeki Hz. Musa’da ve unutkan Yeşua’da kendini bulur. Kıssa ona, yeniden doğuşun sağladığı ölümsüzlüğün nasıl gerçekleştiğini anlatır. Balık, rüya gören kimsenin ruhunu temsil eder. Ayrıca yenilenme kabiliyetini ve beslenmeyi simgeler. Kıssada, dönüşüme uğrayan Hz. Musa ya da Yeşua değil, unutulmuş olan balıktır. Balığın kaybolduğu yer Hızır’ın doğduğu yerdir. Bunun anlamı şudur: Ölümsüz varlık, göze çarpmayan, unutulan, hatta tümüyle olasılık dışı bir şeyden doğar…”

Klasik bir rüya yorumu tadındaki bu tevilden sonra Jung, insan beynini zorlayan şöyle ifadeler kullanır:

“Dönüşüm kabiliyetine sahip olan şey, bilincin göze çarpmayan, neredeyse görünmez olan köküdür. Bilinç bütün gücünü buradan alır. Bilinçdışı yabancı, ben olmayan gibi hissedildiği için, bilinçdışının yabancı bir figürle tasvir edilmesi oldukça yerindedir. Bir yandan hiçbir önemi yoktur, bir yandan da bilinçte eksik olan o “yuvarlak” bütünlüğü potansiyel olarak içermesi dolayısıyla en önemli unsurdur. Bu “yuvarlak” bilinçdışının mağarasında gizlenen o büyük hazinedir ve bilinç ile bilinçdışının yüce birliğini temsil eden o kişisel varlıkta vücut bulmuştur. Bunu anlatmak için seçilen “Kendilik” kavramının manası, Ben’le örtüşmeyen ama Ben’i büyük bir dairenin küçük daireyi kapsadığı gibi İçine alan ruhsal bir bütünlük ve merkezdir.”

Tam da bu noktada Hızıriyet Makamı’na kısaca değinmek durumundayız.

Bir algı şaşılığı: Hızıriyet Makamı!

“Tasavvufta velilerin seyr-u sülükte uğradıkları makamlardan biri de makam-ı hızırdır. Bu makamı temsil edenler Hızır (a.s) kıssasında ve menkıbelerinde izah edildiği şekilde, darda kalmışların derdine derman olurlar. Gittikleri beldeleri iman nuruyla yeşertirler. Uzun seneler hasretle bekleyen sinelere ab-ı hayat taşırlar. Memleketlerinden ırak beldelere seyr-u sefer ederek “kimse yok mu?” diyenlerin imdadına yetişirler. Materyalizm-Komünizm-Kapitalizm ve gaflet-u dalaletle katılaşmış kalplere ab-ı hayat iksirini taşırlar. Küfürle zulmete boyanmış kafaları ellerinde taşıdıkları meşaleyle (iman nuruyla) aydınlatırlar…” 

Bir ehl-i tarikin kaleminden çıkan bu cümleler, şuurlu bir müminin bile zihin şakulünün nasıl kayabileceğini gösteriyor. Bir eşik var evet ve o eşiğe ulaşabilen veliler var, bu da kabul. Ancak, bu makama ulaşınca Hızır’laşılmıyor, onun rahle-i tedris ve terbiyesinden geçiliyor. Bu konuda yine en sağlıklı yorumu üstadımız yapıyor. 

Bediüzzaman bahsini ettiğimiz makam ile ilgili şöyle diyor: 

“Tevâtür derecesinde ehl-i şuhûd ve keşif olan evliyanın, Hazreti Hızır ile maceraları, bu tabaka-yı hayatı tenvir ve isbat eder. Hatta makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, “Makam-ı Hızır” tâbir edilir. O makama gelen bir veli, Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazen o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telâkki olunur.” (Mektubat, s1)

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version