Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hücre cezası aldığı cezaevinde sergi gezdi: Yeni dönemin acılarını da gördüm

Hücre cezası aldığı cezaevinde sergi gezdi: Yeni dönemin acılarını da gördüm


Frankfurt’ta eski Gestapo Hapishanesi’nde açılan “Tenkil Felaketi: Hatırlamak, Yüzleşmek, İyileşmek” sergisinin sıradışı ziyaretçisi, bir dönemin işkence merkezi olan bu mekânda defalarca hücreye kapatılan sol aktivist Ali Ekber Koç şu cümle ile özetliyor sergiyi: “Dağarcığıma yeni dönemin yeni acılarını da doldurmuş oldum”

Kronos’tan Selahattin Sevi’nin haberine göre, Almanya’nın Frankfurt kentindeki Nazi Hapishanesi’nde önceki ay açılan ve Türkiye’deki hak ihlallerine dikkat çeken serginin sıradışı bir ziyaretçisi vardı: Bir dönem gözaltı ve mülteci merkezi olarak da kullanılan bu mekânda defalarca hücreye kapatılan, sol geleneğin Avrupa’da yaşayan önemli yüzlerinden Ali Ekber Koç.

1979 yılında henüz 16 yaşında bir çocukken geldiği Almanya’da, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye’deki insan hakkı ihlallerine karşı sayısız protesto ve işgal eylemine katılan Koç, “O yıllarda burası farklı gerekçelerle gözaltına alınan kişilerin tutulduğu bir yerdi.” diyor.

Uzun zamandır Almanya’da kültürel etkinlikler düzenleyen Ali Ekber Koç’un işleri kadar hayatı da sıradışı. Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde okulsuz bir köyde dünyaya gelmiş. Beşinci sınıfa kadar çevresindeki çeşitli köy okullarında okumuş.  1979’da bir işçi ailesinin çocuğu olarak Almanya’ya adımını atmış. Yani tank sesleriyle uyanılan 12 Eylül öncesi…

Tarihe yazılan kara bir leke olan 12 Eylül’den sonra Türkiye’deki cezaevlerinde işkencelerin yaşandığı; gencecik çocuklar için idam sehpalarının kurulduğu günler… Neyse ki Koç, politik bilinci gelişmiş bir çevrede bulmuş kendini, Frankfurt sokaklarında ülkesindeki haksızlıklara karşı sesini yükseltmiş. Demokratik haklar talebiyle başlayan gösteriler yer yer polisle çatışmaya dönüşmüş. Molotof attığı da olmuş, işgal girişimlerine katıldığı da…

Kendileriyle omuz omuza kavga veren güçlü Alman Solu ile etkili eylemlere imza atmışlar.  “Ayağım alıştıktan sonra burayı sık sık ziyaret eder olmuştum. Sanki ikinci bir evim gibiydi… ‘Artık yerim belli’ diyordum. Ne bileyim; bir eylemde, mitingde, işgalde ya da baskında gözaltına alınacağız, en azından gideceğimiz adres belli. Ailem beni burada buluyordu.” diyor.

TUTULDUĞU HÜCRELERİ DE ZİYARET ETTİ

Ve aradan uzun yıllar geçtikten sonra bir arkadaşının önerisiyle geldiği Klapperfeld (Gestapo) Hapishanesi’nde açılan “Tenkil Felaketi: Hatırlamak, Yüzleşmek, İyileşmek” adlı sergideki duygularını ise şu sözlerle ifade ediyor Ali Ekber Koç:

“Sergide son yıllardaki yeni hukuksuzluklara, hak ihlallerine şahit oldum. Burada tutulduğum hücreleri, eski dostlarımı, yoldaşlarımı anıyorum bir yandan da. Şimdi kim bilir neredeler, ne yapıyorlar. Her çağ kendi kuşağını yaratır derler, o kuşağı anmak benim için hem duygusal hem de onur verici bir deneyim.”

Peki, Koç 1982 yılından 1991 yılına kadar hatırlamadığı kadar çok gözaltında tutulduğu bu cezaevindeki sergide ne hissetti?

“2023’te benim ülkemdeki başka siyasi tutsakları, on binlerce insanı, göç yolunda hayatını kaybedenleri, buralara kadar gelebilen ve hâlâ mülteci olarak tutunabilenleri gördüm. İnanılır gibi değil. Türkiye’deki baskılara çok üzülüyorum. Demek ki çok şey değişmiyor. Ama öte yandan böyle bir serginin açılması çok önemli. Büyük bir iş, büyük bir görev bu.”

80’LERDEN BU YANA NE DEĞİŞTİ?

Sergide en çok 15 Temmuz 2016’dan sonra Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan insanların yollarda yaşadıklarından, hayatını kaybeden çocuklardan etkilendiğini kaydediyor Koç. Türkiye’deki işkence uygulamaları karşısındaki şaşkınlığını da paylaşıyor. “Dağarcığıma yeni dönemin yeni acılarını da doldurmuş oldum” diyor ve kendi gençliği ile bugünkü dönemi şöyle kıyaslıyor:

“Aradan yarım asır geçmesine rağmen hâlâ demokrasinin ülkemize gelmemesi, adaletin, hukukun, yargının bağımsız olmaması inanılır gibi değil. Bu tür sergilerde de gördüğümüz hukuksuz ve adaletsiz yargılamalar, işkenceler kabul edilemez. Bu sergide ufacık çocukların izlerini gördüm, yüzlerce çocuk anneleriyle birlikte hapishanelerde büyüyor, bunu öğrendim. Sergide bir kız çocuğunun görüntülerini izledim. Öyle ki hapishanede oyuncak arabalarla tanışmış. Tahliye oluyor, annesiyle taksiye biniyor. ‘Anne bu gerçek araba mı?’ diyor. Nasıl anlatabilirsin o çocuğun duygusunu. İstiyoruz ki yarına güzel bir miras bırakalım. Yarının çocuklarına mutlu, onurlu bir Türkiye, onurlu bir dünya, onurlu bir ülke bırakan bırakalım derken bakıyorsunuz çocuk beş altı yaşına gelmiş, annesiyle cezaevinde büyümüş!”

NEDEN TÜRKİYE’Yİ TERK ETTİ?

Türkiye’den çıktığı dönemde siyasi ortamın gergin olduğunu ve birçok katliamın gerçekleştiğini hatırlıyor:

“O dönemlerde Maraş olayları var, Erzincan ve Çorum var…” diyerek, “Bir nevi korkudan ülkemizi terk etmek zorunda kaldık. Ekonomik şartlar da vardı tabii ki, ama bu kadar da belirleyici değildi yani. Siyasi nedenlerden ayrılık. Ben buraya 16 yaşına geldim, ama ayaklarım hep o toprakta kaldı. Çünkü o vatan benim dedim. O topraklar benim dedim. Doğduğum coğrafya benim dedim. Buranın havası aynı değil, suyu aynı değil, yediğiniz ekmeğin tadı aynı değil. Acı çekiyorsunuz çünkü. Niye çekiyorsunuz? Siz burada mutlusunuz. Her şeyiniz var. Ekonomik koşullarınız iyi. Ama senin ülkendeki insanlar, senin gençliğin, insanın gençlikte bıraktığın oradaki anıların halen baskı altında, bir set gibi önüne duvarlar örülmüş.”

‘12 EYLÜL’DEN SONRA MAHKEMEDE KENDİNİ İFADE EDEBİLİYORDUN’

Dünden bugüne bir panorama çizen Ali Ekber Koç, şu değerlendirmeleri yapıyor:

“Benim kuşağım gerçekten de onurlu kuşaktı, devrimci bir kuşaktı. Ben halen o abilerime minnettarım beni yetiştirdikleri için. Şöyle bir şey var. Örneğin ben çok rahatlıkla 12 Eylül dönemi burada yaptığım demokrasi mücadelesinden sonra rahatlıkla Türkiye’ye gidip gelebiliyordum. Hiç sorunsuz gidip gelebiliyordum. 12 Eylül olsa bile bir burjuva devlet anlayışı içerisinde bir hukuk devleti anlayışı var. Yani Cumhuriyet savcıları vardı. En azından karakola düştüğün zaman iki jop yersin, iki askıya asarlar seni işkence görürsün. Ama mahkemeye çıktığın zaman yine hukuk dersin. Yani, kurtuldum dersin, kendini ifade edebilirsin. Dolasıyla o dönemin yargısı ile bu dönemin yargısının karşılaştırdığımız zaman gerçekten de çok fark var diyebilirim. Ben mesela umutsuzum, bugünün yargı sisteminden umutsuzum. Bugünkü adalet sisteminden çok umutsuzum.

‘DAYANIŞMA VE YASAKLANMAYAN KONSERLER VARDI’

12 Eylül’den sonra zaten on binlerce insan yurtdışına gelmişti iltica talebiyle. Ama ülkede de insanlar kalmıştı. Hapishanelerde insanlar vardı, gazeteciler vardı. Yargıda aydın kesim çoktu. Hele 78 kuşağını yaratmış olduğu aydın kesim vardı. O dönemde daha mutluyduk ve bakış açımız çok farklıydı. Demokrasi mücadele ederse yani kesintiye uğrasa bile çok hızlı gidiyordu ki, 88’de çok ciddi bir gelişme oldu. Ahmet Kaya gibi sanatçıların ortaya çıkmaları, çeşitli grupların sanatsal anlamda binlerce, milyonlarca insanları bir araya getirmeleri, aydınların bir araya gelmesi. Yani bir kıpırdama vardı. Yasaklanmayan konserler vardı. Üniversiteler cıvıl cıvıl hareketlendi, 90’lardan sonra yine kesintiye uğradı. Ama şu an bunların hepsi… Yani geri dönüp bir kıyaslama yaparsam biz son 20 yılla 80’leri, 90’ları. Gerçekten arada ciddi bir demokrasi farkı var yani.”

TÜRKİYE’DEN ALMANYA’YA KÜLTÜR VE SANAT KÖPRÜSÜ

Bir dönemin hızlı aktivisti Ali Ekber Koç, son yıllarda Türkiye ile sürgün gibi geldiği Almanya arasında kültürel köprüler kurmakla meşgul. Birçok ünlü sanatçının danışmanlığını yapan Koç, kendisini bir kültür elçisi olarak görüyor. Ülkesindeki halkın sanatsal, kültürel, siyasi, ekonomik acılarını, sevinçlerini buralara taşımak, onların bir nevi nefes boruları olmak gibi bir misyon üstlendiğini söyleyen Koç, içinde yer aldığı ve öncülük ettiği çalışmaları şöyle özetliyor:

“Buradaki insanlar Türkiye’nin seslerini, sanatçılarını özlüyorlar, onları burada görmekten mutlu oluyorlar. Ama bir bu popüler kültür anlamında diyebileceğimiz insan eğlenceye yönelik olanları var. Ben gerçekten temelleri sağlam olan, ayakları yere basan Anadolu halkına yönelik öz kültürel bir sanatsal etkinliklerle uğraşıyorum. Örneğin film, gösteri galalarına, baya bir tiyatro getirdim. Selda Bağcan, Edip Akbayram, Cem Adrian, Kıraç, Aynur Doğan, Ferhat Tunç gibi onlarca değerli sanatçımızla etkinlikler yaptım. Yaşar Kemal belgeselinden tutun da böyle kaliteli etkinliklerden yana tavrımı belirledim. Böyle de devam ederim. Eğlence kültürü, popüler kültür bana çok çok uzak. ”

‘GÖSTERİ BAŞARILIYSA GÖZLERİMDEN İKİ DAMLA YAŞ AKAR’

Almanya’da herkese sanat yoluyla ulaşabildiklerini ve bundan mutlu olduğunu ifade eden Ali Ekber Koç, “Bir konser veya etkinlik bittikten sonra seyircinin gözlerinin içine bakıyorum. Böyle gözlerinin içine bakıyorum. Bakışlar her şeyi söylüyor. ‘Ali Bey teşekkür ederiz. Yine güzel bir geceydi. Yine güzel bir konserdi’nin tarifi ise yok… Benim o bir ay, iki ay yaşadığım o stresi, o yorgunluğu şöyle atıyor. Ağlıyorum. Gözlerimden iki damla yaş yanaklarıma doğru akıyor. Ah diyorum, evet, yine yarına güzel fikirler bıraktım. İnsanlar en azından para verip geldiler buraya ama. Oturdukları koltuklar kaliteli, oturdukları, izledikleri sahne güzel, salon güzel, her şey güzel. Bu anda kendimi daha çok mutlu hissediyorum.”

‘YAŞANTIMIZ BURADA, KÖKLERİMİZ ÜLKEMİZDE’

“Yaşantımız belki burada, ama köklerimiz ülkemizde” diyen Koç, “Benim dönüş umudum geldiğim günden beri var. Gerçekten de geldiğim günden beri. Birazcık kendimizi avuttuk diyebilirim. Tabii ki demokrasi mücadelesi çok yoğun verilseydi, bugün Türkiye böyle olmazdı. Herkes o vatana sahip çıksaydı, herkes o vatanı sadece ev aldım, gittim bak tatil beldelerinden yazlık aldım, denize girdim, denizdeki resimlerini paylaştım, demekten ziyade herkes o ülkedeki satılan topraklara karşı çıksaydı, farklı olurdu. O olsaydı yanan ormanlara, ne bileyim çarpık kentleşmeye karşı, demokrasi mücadelesine sahip çıkmış olsaydı belki biz bugün burada bu röportajı yapmayacaktık. Ben bugün orada, doğduğum topraklardaki tarlalarda, çayırlarda ya dünyanın gül bahçeleri dediğim o memleketin herhangi bir yerinde olacaktım. Hayatımı orada sürdürmüş olacaktım. Dönüş hikâyemiz böyle kaldı. Yarım kaldı, ama bu gelişmeler birazcık daha uzun süreceğe benziyor.”

‘HERKESİN DÜŞÜNCESİ DEMOKRATİK TÜRKİYE’

Türkiye’deki hak ihlallerine ve demokratik ortamın olmayışına üzüldüğü kadar hayat pahalılığı karşısında ezilen insanlara da üzüldüğünü belirten Ali Ekber Koç, sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Burası bize gurbet, orası bize vatan. Ama ikisinin arasında kalmışız. Yurt dışında örgütlü, çok güçlü bir demokrasi mücadelesi yapılabilir. Ama dağınık. Sol bir tarafta Kürtler bir tarafta, diğer kesim bir tarafta. Yani hepsi dağınık. Bir aslında hepsinin umudu, herkesin özlemi demokratik bir Türkiye. Herkesin düşüncesi demokratik bir ülke. Tekrardan dönmek o ülkeye. Gerçekten de dünyanın cennet bir ülkesi. Özgürlüklerle dolu ve ne bileyim tabiatıyla, doğasıyla, güzelliğiyle anlatılması, hatırlaması gereken bir ülke yaratma çabası içerisinde. Ama yurt dışındaki bu güçler de maalesef çok dağınık. Ama özlemler aynı, istekler aynı. Bir araya gelseler ve bir araya gelip de gerçekten bir demokrasi mücadelesi verseler belki de ülke daha farklı yerlere gidecek.”

HATIRLAMAK, YÜZLEŞMEK, İYİLEŞMEK…

Aralarında sürgündeki gazetecilerin de olduğu KHK’lı isimler tarafından kurulan Tenkil Müzesi, Türkiye’de yaşanan hak ihlallerini tüm dünyaya duyurmaya çalışıyor.

Temmuz ayında, Frankfurt’ta açılan ve 2 bin 500’den fazla insanın ziyaret ettiği sergiye mekân olan cezaevi, kentin göbeğinde yer alıyor. 1888-2003 yılları arasında hapishane olarak kullanılan, 2009’dan bu yana ise hafıza ve kültür merkezi olarak hizmet veren Klapperfeld (Gestapo) Hapishanesi’nde açılan, “Tenkil Felaketi: Hatırlamak, Yüzleşmek, İyileşmek” adlı sergi, 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukları merkezine alarak, geçmişteki acıları hatırlatmaya, onlarla yüzleşmeye ve toplum olarak hep birlikte iyileşmeye odaklanıyor.

KLAPPERFELD HAPİSHANESİ’NİN TARİHİ

1492’de veba gibi salgın hastalıklara yakalananların kapatıldığı tarihi bina, 1679’da kimsesizler yurduna, 1866’da da hapishaneye dönüştürüldü. 1933’ten itibaren Nazi döneminde Alman Gizli Polis Teşkilatı tarafından kullanılan ve mahzenlerinde işkence çığlıklarının yankılandığı Klapperfeld Hapishanesi, 1945’te 18 yaş altı çocukların, 1980’den sonra ise deport edilenlerin merkezi haline getirildi.

2002-2009 arasında kapalı olan hapishaneyi Alman hükümeti aslında yıkmaya karar verdi. Ancak binanın yıkılma kararı, medyada ve kamuoyunda tepki çekince Frankfurt Belediyesi binayı, radikal solcu bir grup olarak tanımlanan “Faites votre jeu” grubuna verdi. Tarihi hapishane, 2010’dan bu yana kalıcı sergisinin yanı sıra eleştirel, politik, sanatsal ve kültürel çalışmalara, konferanslara, sergilere ev sahipliği yapıyor.

SİYASİ TUTUKLULAR İÇİN KULLANILIYORDU

Adını bulunduğu caddeden alan Klapperfeld Hapishanesi dört kattan oluşuyor. En üst katta, Auschwitz Toplama Kampı’na gönderilecek olan Yahudilerin tutuklanıp konulduğu hücreler yer alıyor. Ayrıca en üst katta cezaevi müdürü için de bir daire bulunuyor. Pencereleri mavi boyayla karartıldığı için karanlık olan hücrelere, Hristiyanlarla evlenen Yahudi kadınların ve bu karma evlilikten dünyaya gelen çocukların hapsedildiği biliniyor.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version