Merve KÜÇÜKSARP
Ünlü Fransız düşünür ve yazar Georges Perec’in yaklaşık on sene süre zarfında yazdığı ve kendisine 1978 yılında Médicis Ödülünü getiren romanı ‘Yaşam Kullanma Kılavuzu’, İsmail Yerguz çevirisi ile Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Perec, edebiyat tarihinde çığır açan bu eserinde, bir apartman sakinlerinin iç içe geçen yaşamlarını, ayrıntılı mekan ve eşya tasvirleriyle birlikte anlatarak çok katmanlı bir metin ortaya koyuyor.
Perec, 1936 yılında Polanyalı Yahudi bir ailenin oğlu olarak Fransa’da dünyaya gelir. Babasını, 1940’taki Alman işgali sırasında, annesini ise 1943’te toplama kamplarında kaybeder. Akrabaları tarafından büyütülür. Çok erken yaşlardan itibaren edebiyat ile iştigal eder.
Henüz 19 yaşındayken yazdığı edebiyat eleştirileri hatırı sayılır Fransız dergilerinde yayımlanır. İlk eseri ‘Şeyler’i 1965 yılında kaleme alır ve bu eseriyle Prix Renadot ödülüne layık görülür. Perec hayatının sonuna dek üretken bir yazar olmayı sürdürür. 1982 yılında hayata gözlerini yumduğunda okurlarına yirmiye yakın eser miras bırakır.
Perec, edebiyatın yanı sıra matematik ve bulmaca ile de ilgilenir, zaman zaman dergiler için bulmacalar üretir. Üye yazarlara metni bir bulmacaya dönüştürmeyi öğreten, bazı harflerin kullanımını ortadan kaldırmak gibi içerik üzerinden deneysel fikirler üreten edebiyat topluluğu olan Oulipo’nun üyesi olur. Edebi şöhretinde en büyük katkıyı yapan “Kayboluş” isimli romanını “e” harfi kullanmadan kaleme alır. Külliyatına bakıldığında da Perec, metnin derinliğinden ya da olay örgüsünden ziyade içeriğe ve yapıya oldukça mesai harcayan, metnini matematiksel denklemlerle inşa eden, okurunu kimi zaman tuzaklardan oluşan oyuna sürükleyen bir yazar tavrı benimser.
Nitekim onun en önemli romanlarından bir diğeri olan “Yaşam Kullanma Kılavuzu”nun en başında okura, az sonra okuyacağı metnin binlerce küçük parçadan mürekkep bir yapboz olduğunu belirtir. Okura düşen anlatıcıyı takip etmektir. Romanın ilk sayfalarında yer alan, Paul Klee’ye ait epilog da, okuru nasıl bir okuma deneyimi beklediğini işaret eder: “Göz, yapıtta kendisi için hazırlanmış yolları izler.”
Üçüncü tekil şahıs tarafından anlatılan roman, Paris’te kurgusal bir sokak olan Simon-Crubellier’deki sekiz katlı bir apartmanda geçer. Okur bu binada odadan odaya dolaşır, her odada duran nesnelerin ayrıntılı tasvirlerini, romanda nesnelerden daha fazla ağırlığı olmayan karakterlerin bu nesneler ile olan ilişkisini öğrenir. Romanı çok parçalı bir yapıya dönüştürerek deneysel bir metin ortaya çıkaran Perec, odaların tarif edilme sırasını gelişigüzel bir şekilde yapmak yerine bir şövalyenin satranç tahtasında nasıl hareket edebileceğini belirleyen matematiksel bir denkleme dayandırır. 23 Haziran 1975 tarihinde geçen metin, Simon-Crubellier No:11 sakinlerinin hikayeleriyle ve birtakım hatırlayışlarla da yer yer zenginleşir.
Perec okuru apartmanın içinde dolaştırırken, karakterler ya da şeyler hakkında yorum yapmaz. Sadece mekanları anlatır, içinde neler olduğunu söyler, nesnelere dair bilgiler verir. Ve bazen bir eşya, bina sakinlerinin arasındaki ilişkilerde anahtar rolü oynar, hikaye “şeylerle” birlikte katman katman açılır. Kimi zaman da hikayelerin aralarını boşluklar doldurur. Odalardaki boşlukların neden boş olduğun hikayesi de yapbozdaki gerekli bir parça olarak yerini alır. Her parça yapboz için zaruri ve işlevlidir. Anlatıcı bir odaya projektörü tutar ve sonra bir diğerine geçer, onu anlatmaya başlar. Anlatılmış olan, diğer anlatıların arasına karışır o noktada, odalar, kişiler, şeyler ve hikayeler iç içe geçer.
Romanda –nispeten- en baskın karakter Bartlebooth isimli varlıklı bir İngiliz’dir. Kendisinin oldukça ilginç, elli yıllık bir projesi vardır ve bu projeyi hayata geçirmenin izindedir. Varsıl olmanın verdiği varoluşsal sıkıntıyı iflah etmek için kendine yollar arayan Bartlebooth, on yıl boyunca suluboya sanatını incelemeye başlar ve sonunda bu sanatta gayretlerinin semeresini alarak yetkinlik kazanır. Farklı limanların suluboya çalışmalarını yapmak üzere dünya çapında bir seyahate çıkar. Beş yüz yerde durarak farklı sahil manzaraları ortaya çıkarır.
Yaptığı çalışmayı, Paris’te binada yaşayan Winckler isimli bir yapboz yapımcısına gönderir. Winckler, Bartlebooth’un sulu boya çalışmasını 750 parçalı yapboza dönüştürür. Bartlebooth’un zihninde ise Winckler’ın yaptığı yapbozları sıraya dizmek, yapbozları ayıran sınırları bir kimyasal karışım yardımıyla ortadan kaldırarak yekpare hale getirmek ve aslına benzetmek gibi tasarı vardır. Roman bu tasarının izinde ayrıntılı bilgilerle, listelerle örülür. Son kertede metin çok sayıda hikaye ve temayı ihtiva eden karmaşık bir yapboza dönüşür.
Romandaki bölümler ise yapbozun küçümen parçaları olarak ele alınabileceği gibi, farklı hikayeler olarak da okunabilir; Mizahi hikayeler, psikolojik hikayeler, gerilim ve cinayet hikayeleri, hiciv ve denemeler gibi farklı ruh hallerinden çıkan metinlerdir bunlar. Her bir metin romanın içinde eşit ağırlıktadır. Romanın başındaki öndeyişte de belirttiği gibi, “Tek bir yapboz parçasını münferit olarak ele almanın hiçbir anlamı yoktur; bu, olanaksız bir sorun, saydamsız bir meydan okumadır; ama deneye yanıla geçen dakikalardan sonra ya da olağanüstü bir esinle yarım dakikalık bir süre içinde, parçalardan biriyle yanı başındaki arasında bir bağ kurdunuz mu, parça kaybolur ve artık bir parça olarak varlığını sürdürmez…”
Romanlarındaki yapıya neredeyse takıntılı bir yazar tavrıyla yaklaşan Perec, Yaşam Kullanma Kılavuzu’nda da aynı üslubunu sürdürüyor. Okuru bir apartmanın odalarında, boşluklarında dolaştırırken, çeşitli nesnelerden ve hikayelerden mürekkep rengarenk bir dünyanın içine davet ediyor. Geleneksel romanın dar kalıplarını kırarak, okura listelerin, ayrıntıların, çok katmanlı hikayelerin yer aldığı postmodern bir romanın nasıl olması gerektiğini öğreterek ufuk açıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***