Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Barbaros Şanşal: Ülkem benim ışıklarımı kapatıp hayatımı karartmak istedi

Barbaros Şanşal: Ülkem benim ışıklarımı kapatıp hayatımı karartmak istedi



Modacı Barbaros Şansal Kültürlerarası Düşünce Fabrikası (Interkulturelle Denkfabrik), tarafından organize edilen ve Landeszentrale für politische Bildung Hamburg ile Rosa-Luxemburg Vakfı tarafından desteklenen etkinlik çerçevesinde Hamburg’da sahne aldı.

Avrupa Postası’ndan Süheyla Kaplan‘ın haberine göre, Altona İlçe Belediye binasında açık havada sahne alan Şansal anlattıklarından dolayı sadece düşündürmekle kalmayıp, aynı zamanda Türkiye’deki güncel durum hakkında da bilgi verdi.

Şansal gösteri sonrası Avrupa Postası’nın sorularını yanıtadı:

‘Burda Olmaz’ gösterisi nasıl başlıyor? Hikayeler bölümlerle başlıyor. Adeta tarih geçiti gibi.

Şansal: Hikaye aslında bütün ötekilerin ötekileştirilmesinin hikayesi, berikilerinin de kumpaslarından oluşuyor. Hikaye 2016’da Habertürk’te yaptığım ‘Toplu İğne’ programımın uyarı müyeddelerinin Saynur Tezel (haber spikeri) tarafından seslendiriliş kaydı ile başlıyor. Hikaye LGBT, modacı, zenginler, Çırağan Sarayları, defileler, siyasetçiler, futbolcular vs. Türkiye’de medyada yer alan kişilerin gösterildiklerinin tam aksine onların perde arkasındaki gerçek yüzlerini anlatarak başlıyor. Okan Bayülgen, Müge Anlı, Erkan Özerman, Ivana Sert, Nur Yerlitaş gibi magazin ve medyada cilalanmış insanların iç yüzünü anlatarak başlıyor. Tabii bu izleyiciye soru işaretleri sordurtuyor.

Burda Olmaz’ gösterisinin hikayesi Türkiye’de moda polititikasının ne olduğunu da göstermiyor mu?

Son derece haklısınız. Hikayedeki paradokslar Türkiye’deki moda politikasının da aslında bir yüzü. Örneğin hikayede Asena (dansçı) don giyecek mi giymeyecek mi şeklinde tartışılırken; tartışmanın altından Filistin bayrağı çıkıyor. İşte bu paradokslar da hikayelerime yansıyor. Hikayelerim asla kurgu değil. Her anlattığım örnekler, olaylar, olgular Türkiye’de yaşadığım gerçekler.

Oyununuzda ‘Türk Milleti dedikodusuz durmaz’ diyorsunuz. Dedikoduya düşkün bir toplumuz. Gösteride siyasetçi modacı, gazeteci, futbolcu ve sanat dünyasına ilişkin çok özel detaylar da anlattınız.

İzleyicinin en çok sevdiği bölümlerden birisi ‘Türk Milleti dedikodusuz durmaz’ kısmı. Çünkü o kadar çok detaya giriyorum ki. Hikayelerim aslında Türkiye’de siyasetin, sanatın, ticaretin zirvesinin nasıl ahmak olduğunu anlatıyor. En zirvedeki kişilerin giyinmeyi nasıl bilmediklerini, giyinme kültürünün olmadığını tam tersine zirvedekilerin elbise değil görgü ve bilgi satın alabilmek için nasıl çırpındıklarını anlatıyor.

Gösteride Türkiye’deki eğitim sisteminin nasıl yozlaştığına da dikkat çekiyorsunuz.

Gösteride benim 10 yıldan daha fazla süren Anadolu’da yaşadığım maceraları da ele alıyorum. Yaklaşık 50 üniversite kongresi ve bu kongrenin detayları. Bu bölümde anlattıklarım da 2006 yılının Türkiye gerçeklikleri. Sahnede bir bir anlattıklarım Türkiye’de eğitim sürecinin de ne denli yozlaştığının detaylarını veriyor. Bugünkü sorunların temelinin tohumlarını anlatıyor. Bu bölüm 2006 yılından itibaren aslında Türkiye’de başlayan eğitim sürecinin nasıl değiştiğinin de mesajını veriyor.

Daha sonra 2013 Gezi sürecini yansıtıyorsunuz. Aradaki geçişi anlatabilir misiniz?

‘Burda Olmaz’ hikayesinnin bu bölümünde Halk TV’ye bağlanıyorum. Burada Gezi sürecini ve direnişini ele alıyorum. Ve daha sonra 2017 yılında bana yönelik linçleri ses kayıtları ile ortaya koyuyorum.

Silivri’de Cezaevinde de iki ay kaldınız. Bu sürece bir geçiş yapalım mı?

2017’li yıllarda sosyal medyada paylaştıklarım ve söylediklerimden dolayı bana yönelik bilinçli bir linç kampanyası başlatılmıştı. Daha sonra da zaten Silivri Cezaevi’ne gönderildim ve burada iki ay yattım. Hikayemde bahsettiğm makam odası linçin olduğu C72 numaralı tecrit hücresi. Silivri’de kaldığım hücrede hiç ışık yoktu. Sahnelere, defilelerin ışıklarına alışmış biri olarak benim için bu süreç zordu elbette ışıksız bir yerde yaşamak. Gösterinin Silivri Cezaevi bölümü de yaşadığım sorunlara en yalın çözümlerin nasıl doğduğunu gösteriyor. Aslında bu bölümde kendimle dalga geçiyorum ve Türkiye’deki homofobi ve antisemitizm yaralarına dokunuyorum.

‘Burda Olmaz’ İstanbul’da da sahne aldı. Ortam nasıldı? Anlattıklarınız herkesi güldürüyor ama aynı zamanda düşündürüyor da. Çünkü sık sık vurguladığınız gibi kurgu değil ve yaşanmış detaylar. Elbise dikişi gibi. Çok ince ayrıntılı dikişler var hikayelerinizde…

Öyle tabii. İnsanları güldürmek tabii ki hoşuma gidiyor ancak anlattıklarımın hiçbiri ne abartı, ne düş, ne fantazi, Hepsi hayata dair ayrıntılar. En zirvediklere, bizleri yönetenlere, medyada popüler olmuş kişilere ait ayrıntılar. Anlattıklarımın hepsi hepsi referansa dayalı olarak Türkiye’deki gelişimlere göre gidiyor. İstanbul’da da sahne aldım. Her kesimden izeyici gelmişti. Düşünün bir taraftan Kemalizm’in kalesi olarak nitelendirilen Mine Kırıkkanat, salonun diğer ucunda da ‘Kürdistan’ın kalesi’ olarak adlandırılan Nazım Alpman oturuyor. Bunlar benim hayatın meyvelerı, renkleri. Her renk, her kesimden insanları gösterilerde toplamayı başarabiliyorum. Farklılık ve çeşitliğin zenginlik ve bereket olduğunu düşünüyorum ve izleyici ile ile kurduğum iletişim sayesinde gösteri daha akıcı hale geliyor.

‘Burda Olmaz’ın kurgusu, içeriği tamamen size ait değil mi?

Evet evet tamamen ben kurguladım rejisi var ama üzerini tamamen ben dolduruyorum. Gösterilerim esasen para kazanmak amaçlı değil. Şarkıcı değilim, türkücü değilim. İnsanlar beni özlüyor. Türkiye benim üzerime örtü atmaya çalıştıkça; ben heykelleşiyorum. Ama birgün bu örtüyü biri çekecek. Hikaye bunu örtünün altındaki heykeli anlatıyor. Gösterinin içeriğinde, anlattıklarımda metaforik kurgular var, ironi var, belgeseller var ama referansların hepsi satır satır doğru. Benim hayatım kurgu değil. Hayatımı ben kuruyorum. Başkaları değil. Hepimizin hayatını biz kuruyoruz aslında. Ama bazılarının hayatını başkaları kuruyor.

Gösterinin finali de çok sıcak bitiyor. Örneğin izleyiciyi sahneye alıyorsunuz. Onlar ile kucaklaşıyorsunuz.

Finalde sahneden kaçmıyorum. Herkesi sahneye davet ediyorum. Beni öpebilirsiniz de sahnede diyorum. Bu da toplumun başka bir yüzünü daha ortaya çıkarıyor. Seyirci kendisini bana daha yakın hissediyor. Küpemi bazen mendilimi isteyen dahi oluyor. Telli Baba gibi dokunarak seyirciyi de rahatlatıyorum. Bütün bu gösterilerimden bana bugüne kadar hiç bir tepki gelmedi. Bu arada gösterinin başında şunları söylüyorum. ‘Birbirinizi elleyebilirsiniz, öpebilirsiniz. Ancak cep telefonlarınızı lütfen kapatınız. Yoksa cep telefonlarınızı elinizden alır; girdiğiniz porno sitelerini herkese anlatırım’ diyorum. Tabii bunu seyirci gülerek karşılıyor. Hikayeler esasen 65 yılın da bir özeti.

Mizaha, espriye çok düşkün bir toplumuz. Espri anlayışı konusuda çok yetenekli ve yaratıcı olduğumuzu düşünüyorum. Sizce de öyle değil mi?

Kesinlikle doğru söylüyorsunuz. Akbaba, Gırgır, Çarşaf, Leman vs. Türkiye bir mizah ülkesi. Nasreddin Hoca hikayeleri ile büyüdük. Bana göre Evliya Çelebi dahi bir mizah. Sosyal medyada da öyle. Müthiş yaratıcı espriler var. Türkiye’de mizahın şaha kalkması Gezi ile başladı. İktidar mizahı yasaklamaya çalıştıkça; mizah daha da gelişti. İktidarın pençesini düşüren Gezi’dir aslında. Mizahtan koktu iktidar. Mizahsiz bir toplum düşünülemez. Mizah pozitif hormonlar üretir, insanları mutlu eder, gülümsetir. Hayatımız sadece Orhan Gencebay, Küçük Emrah, Azer Bülbül vs. değil. O nedenle mizaha çok sarılıyorum.

Ekim ayında da Londra’da sahne alacaksınız? Sırada Berlin, Köln, İsviçre var. Sahnede yer almayı seviyorsunuz esasen.

Benim hayatım sahnelerde geçti. Hayatım televizyon ışıklarında finallerde, defilelerde geçti. Siyasetçileri, modacıları, sanatçıları, toplumun en üst kesimini giydirdim. Uzak değilim bu yaşantıya. Londra’daki gösterimin gelirini Türkiye ve Suriye’deki depremzedelere bağışlayacağım. Ben para için sahne almıyorum. Değişik mekanlar, değişik insanlar hoşuma gidiyor. Benim konuşacak kimsem yok aslında. Sevgilim yok, jigolom yok, metresim yok. Ben aseksüel bir hayat yaşayan bir insanım. Bu da benim orgazmım. İnsanlarla buluşmak, onlar ile temas kurmak. Sürekli ışıkların altındaydım. Ülkem benim ışıklarımı kapatıp hayatımı karartmak istedi. Şartel atmaya çalıştı. Kendimi şimdi kaçak elektrik kullanarak aydınlatıyorum. Ama kömür ve nükleer ile değil kendi enerjimle.

Avrupa dışında İslami ülkelerde de sahne almak ister miydiniz? Günümüz Türkiye’sinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sene sonuna kadar toplam yirmi farklı mekanda sahne almış olacağım. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde sahne alacağım. Bana kalsa Afganistan’da, Pakistan’da sahne almayı çok isterdim. Türkiye Cumhuriyeti tarafından ( ilk kurulduğunda) ülke dışında ilk hastane ve okul Benazir Butto’nun ülkesinde Pakistan’da ve Afganistan gibi ülkelerde yapıldı. Keşke oralar da özgür ülkeler olabilseler.

İnsanların yaşam ve özgürlük alanları, hakları son yirmi yılda ellerinden alındı. Örneğin benim için tarihe geçmesi gereken bir nokta var. O da Ramazan ayında Bülent Ersoy külliyede iftar sonrasına davet edildi; ve sofrada Kuran okunurken iftar açtı. Ve aynı saatlerde Bülent Ersoy sofrada Külliye’de Kuran eşliğinde iftarını açarken; kutsal ayda Hande Aker ( Hande Aker: 23 yaşındaydı. 2015 yılında Taksim’de düzenlenen Onur Yürüyüşü’nde polisin eylemcilere karşı tazyikli su, plastik mermi ve biber gazı ile müdahale ettiği sırada TOMA’nın karşısına oturarak polis şiddetine karlı direndiği anlarla hafızalara kazandı. Bu direnişinden tam bir yıl sonra 6 Ağustos’ta Hande Kader’in kayıp olduğu ve kendisinden haber alınamadığı öğrenildi. Kader’in cansız bedeni 13 Ağustos günü Zekeriyaköy’de yol kenarında bulundu.) tazyikli su ile yerlerde sürüklendi. Önceki gün de Kibariye ‘malları nasıl götürdük’ dedi sahnede. Bu iktidar çok güzel fotoğraflar verdi. ( kritik anlamda) Cumhuriyet kurulduğunda kültür devrimleri yapılmıştı; hala o Cumhuriyet’in ekmeği yeniyor. Sanat, kültür adına bu iktidar hiçbir şey yapmadı, yapamadı. Bugün Türkiye her alanda dünyanın çok gerisinde…

Gelecekten umutlu musunuz? Toplumda büyük bir sessizlik, karamsarlık, umutsuzluk var…

Ben umutluyum. İnsanlar yirmi yılda özgürlüklerinin, haklarının nasıl bir bir yok edildiğinin farkına varacak. Türkiye’nin hak ettiği özgürlüklere en geç 2025’te kavuşağına inanıyorum. Herkes serbestçe dolaşabilecek, Türkiye’ye dönemeyen muhalif kesimlerin dahi yakın gelecekte Rahatlıkla dönebileceklerine inanıyorum. AB üyeliği konusunda da iyimserim. Çünkü Avrupa’nın ucuz iş gücüne ihtiyacı var. Su krizi, iklim krizi ile gelecekte boğuşacak olan Avrupa’nın Türkiye gibi ucuz iş gücüne ihtiyacı var. Demirtaş’ın da, Kavala’nın da işte bu süreçte serbest bırakılacağına inanıyorum.

Şu anda nerde yaşıyorsunuz? İstanbul’da mı? Başka yerde mi?

Kıbrıs’ta yaşıyorum. Kolay değil bir yerden bir yere göç etmek. Göç risktir aynı zamanda. Benim birikimim vardı ve bu nedenle zor bir süreç olmadı. Ancak göç olgusu başlı başına ağır bir kavramdır. Her şeyinizi bir anda terk etmek kolay değil. Ama keşke hayatımda birikimim olmasaydı. Elimde bir çanta kadar servetim olsaydı; daha önce göç olayını gerçekleştirirdim. O zaman insan daha rahat ve özgür hissediyor kendisini. Eşyalar, toprak bahçe bizi aynı zamanda hayat bekçisi yapıyor. Bir bakıyorsunuz ömrünüz gitmiş. Geriye sadece kulağınızın arkası kalmış. Hayat böyle bir şey.

Siyasete girmeyi hiç düşündünüz mü? Ya da seçim öncesi teklif geldi mi?

Siyasete girme gibi hiç bir niyetim olmadı. Teklif geldi resmi olmayan yollardan. Yeşil Sol Parti’den (HDP), TİP, CHP’den dolaylı teklifler aldım. Ama ben neden milletvekili olmak isteyeyim ki!…. Kendimde o yetiyi görmüyorum. İmplant dişleri kendi paramla taktırıyorum. VIP değil; ekonomik klasta uçuşlarımı kendi paramla ödüyorum. Devletime yük olmak istemem. Danışmana, korumalara, lojmana ihtiyacım yok. Kendi imkanlarım var. Üstelik ben istediğim gibi giyinen insanım, onların üniformalarına ihtiyacım yok. Meclis lokantası çok pahalı, benim gücüm yetmez!

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version