Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Bakış açısı

Bakış açısı


YORUM | ALİ TOPDAĞ

Uzun zamandır Sümerlerle ilgili okumalar yapmayı arzuluyordum ama daha öncelikli konularla ilgili çalışmalar yaptığımdan hep erteliyordum. Geçenlerde elime Muazzez İlmiye Çığ’ın ‘Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni’ isimli kitabı geçince hemen okumaya başladım. 142 sayfalık kitabı bir oturuşta bitirdim ve inkisar-ı hayale uğradım. 

Burada kitabın analizini yapacak değilim ancak şunu ifade etmek de boynumun borcu diye düşünüyorum. Kitapta Sümerlerin çivi yazılı tabletlerinden gün yüzüne çıkarılanlarda yazılan olayların semavi dinlerin kutsal kitaplarındaki benzerliklerinden bahsediliyor. Sümerlerin tarihi daha eski olduğundan kutsal kitaplardaki peygamber kıssalarının oradan alındığı kitabın ana konusu. Tevrat ve İncil’e vakıf olmadığımdan bir şey diyemeyeceğim ama Kur’an-ı Kerim ile ilgili yazılanlar, yazarın bilgisizliğini ortaya koyuyor. Atıfta bulunduğu kişilerin Turan Dursun ve İlhan Arsel olması ayrı bir fecaat. Demem o ki yazarın bakış açısında ve fikriyatında ‘din düşmanlığı’ olduğundan konuya dinlerin uydurma ve gereksiz olduğu perspektifinden yaklaşım sergilemiş.

Muazzez Hanım böyle düşünebilir, aldığı eğitimle bu sonuçlara ulaşmış olabilir. Bana göre de gerek Sümerler gerek kutsal kitaplar gerekse de mitler, efsaneler ve masallarda anlatılanların birbiriyle örtüşmesi aynı gerçekliğin farklı tezahürleridir. Habil-Kabil olayı, Nuh tufanı, Hz. Yusuf’un kuyuya atılması, Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmesi ve daha birçok olayın detaylarda değişiklikler olsa bile bize farklı kaynaklardan gelmiş olması bunların gerçekten yaşandığını ve Kur’an’ın da dile getirmiş olmasıyla Allah’ın varlığının ve insanlara peygamberler gönderdiğinin ispatıdır. Evet, aynı olaylara farklı bakış açıları sonucu birileri dinlerin uydurma ve taklitten ibaret olduğunu ispatlamaya çalışırken ben tam tersini savunuyorum.

Aynı zamanlarda John Fiske’nin kaleme aldığı ‘Mitler ve Mitleri Yapanlar’ isimli kitap elime geçti. Bu kitabın da ortalarına gelince bu yazıyı yazmaya karar verdim. Fiske, kitapta William Tell, fareli köyün kavalcısı, deniz kızları, kurt adamlar gibi birçok bilindik şeyden bahsediyor. Her ne kadar biz hikaye diye okusak da bunların Batıda ‘gerçek’ olarak kabul edildiğini belirten yazar yaptığı araştırmalar ve tarihi belgeler ışığında bir sonuca varıyor: Bunlar gerçek değil. Her bir hikayenin Hint, Kızılderili, Arap, İskandinav, İngiliz hatta Arap kültüründeki benzerlerine vurgu yapıyor. Araştırmaları sırasında hikayelerin kulaktan kulağa yayıldığı, yazılı hale çok sonraları getirildiğine dair tespitlerini paylaşıyor. Dinleyici ve aktarıcıların genelde kırsalda yaşayan ve okuma-yazma bilmeyen kişiler olduğunu, atalarından gördüklerini ve duyduklarını aktardıklarını, komşu köylerde bile aynı şeyin ne kadar farklı şekilde anlatıldığının üzerinde duruyor. 

Fiske, ‘mit’ kavramını “doğal bir olgunun uygar olmayan bir zekâ tarafından açıklanmasıdır” şeklinde tanımlıyor. Ernest Renan ise “mitolojiyi meydana getiren faktörler ile felsefeyi meydana getiren faktörler aynıdır” tespitinde bulunuyor. Evet, eski devirlerde yaşayan insanlarla günümüz insanının zekası aynı şekilde işlediğini ama olaylara bilgi birikimiyle birlikte bakış açılarının farklı olduğunu söyleyebiliriz. Eskilerin söyledikleri mit, efsane ve kıssa olurken günümüzdekiler felsefe, haber, bilim niteliğinde oluyor. 

Üst üste gelen bu okumalar zaten gündemimizden düşmeyen 15 Temmuz, Hizmet Hareketi, AKP Hükümeti ve Erdoğan ile ilgili gelişmeleri aklıma getirdi. Kimileri sahip oldukları ideolojileri doğrultusunda yazıp konuşurken kimileri de ortaya koydukları belgelerle bunu yapıyor. Kimileri sosyal medya veya kulaktan dolma bilgilerle ahkam keserken kimileri de ihtiyatlı bir şekilde akl-ı selimle hareket ediyor. Kimileri parça parça gerçekleri ortaya koymaya çalışırken kimileri de konunun sadece bir noktasına daha doğrusu işine gelen tarafına bakarak ahkam kesiyor. Yani herkes ilgili mevzuya kendi bakış açısı ile yaklaşıyor. Hele bir de konuşanın ağzı iyi laf yapıyorsa ve karşısında ona cevap verecek biri yoksa yalanlar ve söylentiler yerçekimi kanunu gibi ‘aksi iddia edilemeyecek’ statüsünde doğru ve gerçek oluyor.

Gerçeğe ulaşmak ve doğru bir bakış açısına sahip olabilmek için bilgi ve irfan sahibi olmak gerekir. Bildiğiniz gibi Firavun adamlarına “Hele bana yüksek bir kule yapın da çıkıp bakayım, Musa’nın Rabbi orada mı?”(Kasas, 38) demişti ama bilmediği bir şey vardı zavallının; yapılacak kule deryada bir damla, çölde küçücük bir tepecik olabilirdi ancak. Bakış açısı böyle olunca, devlet adamı, akademisyen veya gazeteci fark etmiyor; zaman ve mekân değişse bile aynı körlük devam ediyor.

Biri kılı kırk yararcasına gecesini gündüzüne katarak bir konu üzerinde çalışır ve ortaya bir sonuç/çözüm koyabilir ama aynı duygu ve düşünceyi paylaşan muhataplarının söyledikleri ile arasında dağlar kadar fark olabilir. Ne acıdır ki içinde bulunduğu durumdan habersiz, dostları ağlarken gülebilenlerin hadiselere bakış açısı problemlerin çözümünü geciktirmektedir.

Hizmet Hareketi müntesipleri olarak geleceğe yürüyebilme adına bakış açılarımızı gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum. Elimizin altında hazine değerinde kaynaklarımız var ve bunlardan hakkıyla istifade edebilmemiz gerekiyor. Böylece hem kalb ve ruh ufkunda seyahat edebilecek, hem de kâinat kitabının önümüze serdiği imkanlardan istifade edeceğiz. Bu bakış açısını yakalayamazsak ne mevcudu koruyabilir ne de maddî-mânevî açıdan ideal nesiller yetiştirebiliriz.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version