Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Diyarbakır’da kadınlar 100. yılında Lozan’ı tartıştı: Yanlış tarih doğru yaşanmıyor

Diyarbakır’da kadınlar 100. yılında Lozan’ı tartıştı: Yanlış tarih doğru yaşanmıyor


Esra ÇİFTÇİ


DİYARBAKIR- 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın yüzüncü yılını geride bıraktık. Kürt Kadın Hareketi (TJA) 16 Temmuz’da Lozan Antlaşması’nın özellikle kültür ve dil politikaları açısından toplumsal ve siyasal etkilerini tartışmak için Diyarbakır’da çalıştay yaptı. Çalıştaya sunumları ile katkı sunan Tarihçi-Yazar Ayşe Hür, Sanatçı Devrim Demir, Avukat Cemile Turhalı, Jineoloji Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Rojda Yıldız, Akademisyen Linda Barış ve Siyasetçi Yüksel Mutlu Artı Gerçek’e konuştu.

‘LOZAN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN TÜRK OLMAYAN HALKLARA KARŞI AÇTIĞI 100 YILLIK SAVAŞIN BAŞLANGICINI SEMBOLİZE EDEN BİR TERİM OLDU’

Tarihçi Yazar Ayşe Hür, Lozan sürecinde Kürt milliyetçiliğini özerklik vaadi ve Ermeni devleti tehdidiyle yedeğine alan Türk milliyetçiliğinin, Lozan’ı imzalar imzalamaz, Kürtlere eşit yurttaş haklarını tanımak bir yana, Müslüman olmayan gruplara tanıdıkları azınlık haklarını bile tanımayacaklarını gösterdiklerini ifade ediyor.

“Lozan’ın alelacele imzalanmasının arkasında bir an önce rejimin tahkim edilmesi işine yoğunlaşmak arzusu olduğu anlaşılıyordu. Nitekim artık Kürt ittifakına ihtiyacı kalmayan Kemalist hareket Mart 1924’te TBMM neredeyse oybirliği ile Halifeliği kaldırdı, muhtariyete vurgu yapan 1921 Anayasası kaldırılarak yerine çeşitli maddelerinde Türklüğe vurgu yapan ve tek tipçi devleti esas olan 1924 Anayasası getirildi. 1925 Şeyh Said İsyanı bahanesiyle çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu eşliğinde hem ülkedeki her türlü muhalefet bastırıldı hem de Osmanlı’dan beri yarı-özerk statüye sahip olan Kürtler için günümüze dek sürecek ağır asimilasyon, inkâr ve imha süreci başlamış oldu. Böylece “Lozan”, Türk milliyetçiliğinin Türk olmayan halklara karşı açtığı 100 yıllık savaşın başlangıcını sembolize eden bir terim oldu.”

‘KÜRT KÜLTÜRÜNE AİT NE VARSA YOK SAYILDI’

Sanatçı Devrim Demir, Lozan’da geçen “Türkiye sınırlarında yaşayan tüm azınlıklar Türk yurttaşı sayılır” ibaresinin hiçbir halkın tanınmadığının göstergesi olduğunu söylüyor. Bugün Anadolu ve Mezopotamya kültürüne bakıldığında neredeyse orada hiç yaşanmamış bir Kürt halkı yaklaşım anlayışının görülmekte olduğunu söyleyen Demir, Kürt diline ve Kürt kültürüne ait ne varsa ya Türkleştirildiğini ya da yok sayılarak yasaklandığını belirtiyor. Demir şöyle devam ediyor:

“Devletin Lozan’la birlikte geliştirdiği otoasimilasyon politikaları, sanat da dahil olmak üzere, etnik kimliğe ve azınlıklara yönelik saldırıyı anlayarak toplum hafızasında bir kişilik profili oluşturmaya çalıştı. Yazılan eserlere baktığımızda pek çok romanın konusu Mezopotamya’da geçmesine rağmen Kürtlerin hiçbir izini bulamıyoruz. Varsa da çok kötü bir karakterin adıdır sadece. Film ve dizilere baktığımızda da yine aynı gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. Bugün hala Lozan ile başlayan soykırım politikaları çok canlı ve taze. Kürt kültür ve sanatına yönelik baskılar devam etmekte. Yine Kürtçe şarkı ve konserler, tiyatro oyunları ve tüm Kürtçe sanatsal faaliyetler ‘toplumun huzurunu bozduğu’ gerekçesiyle veya hiçbir gerekçe gösterilmeden yasaklanıyor.”

‘LOZAN KÜRTLER VE TÜRKLER İÇİN AYNI ANLAMI İFADE ETMİYOR’

Avukat Cemile Turhalı, Türkler için Lozan Antlaşması’nın, Türk devletinin kurucu antlaşması olduğunu söylüyor. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası camiada tanınma, Lozan Antlaşması ile gerçekleştiğini söyleyen Turhalı, Türkler için devletin senedi, devletin tapusu olarak ifade edildiğini, Kürtler veya Ermeniler için ise yaşadıkları toprağın tapusunun elinden alınması anlamında geldiğini ifade ediyor. Turhalı, Lozan’da bağlayıcı birçok hükmün olduğunu ve azınlık dilleri ve Kürtçe üzerindeki etkilerini ise şu cümlelerle anlatıyor:

“Azınlıklara dair hükümler, sözleşmesi 37 ile 45 arasında hüküm altına alınmıştır. Buradaki azınlık tanımının yalnızca dinsel azınlık olarak kabul edildiğini görüyoruz. Halbuki önceki uluslararası sözleşmelerde azınlıklar; dinsel, dilsel, ırksal olarak kabul edilmiştir. Bunu da Türk Öğretim Kanunundan öğreniyoruz. Ermeni, Hıristiyan, Musevî, Süryaniler yoktur, Aleviler, Zerdüştler, Ezidiler yoktur. Lozan, Türkiye’de yaşayan herkesi Türk halkı olarak tanımlamıştır. Lozan’da gayrimüslim dışındakiler için de bazı hakların olduğunu görüyoruz. Bu hak 39. maddenin 4. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu madde de herhangi bir kişinin gayrimüslim olsun veya olmasın toplantılarda ve basın yayında herhangi bir dili konuşabileceği belirtilmiştir. Bu maddeden sonra 2003 yılında Kürtçe yayın kabul edilmiştir.”

Esra Çiftçi, Ayşe Hür, Cemile Turhalı, Devrim Demir (soldan sağa)

‘LOZAN TÜRK DEVLETİNİN KURULUŞ SENEDİ’

Jineoloji Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Rojda Yıldız, Lozan’da Kürtlerin payına düşenin Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükûn, İskân Politikası, Umumi Müfettişlikler, Şeyh Sait’ten, 1938 Dersim soykırımına ve sonrasına uzanan kanlı bir tarih olduğunu söylüyor:

“Lozan Türk devletinin kuruluş senedi olurken, Kürt halkı için yok edilişin uluslararası taahhüdüne dönüştü. “Barbar, vahşi, medeniyet dışı, ehlileştirmeye muhtaç” dağlı bir halk olarak Kürtler, Türk ulus-devletinin “modernleştirme” laboratuvarına dönüştürüldü. Neredeyse bütün devlet raporlarında bu halkın Türk kültürüyle yaşamaya başlamadan Türk hukukunun uygulanamayacağı belirtildi ve ayrı bir sömürge hukuku işletildi. Asimilasyon ve Türkleştirme politikalarının hedefinde de kültürün aktarıcısı olarak kadınlar görüldü ve özellikle kız çocuklar başta olmak üzere, çocuklar hedef alındı. Dersim’in Kayıp Kızları bunun çok acı bir örneği. Uygulanan bu özel sömürge hukuku pratiği ve politikası bugün 100 yıl sonra da devam ediyor. Umumi Müfettişliklerin yerini kayyımlar aldı, erken dönem Cumhuriyetinde katliamları yapan devlet görevlilerinin hiçbiri yargılanmazken bugün zırhlarla öldürülen çocukların davasında ve birçok davada hala Kürdü öldüren devlet yetkilisinin cezasız bırakılması gibi.”

‘ERMENİ KİMLİĞİNİ OLUŞTURAN EN TEMEL ÖĞE HİRİSTİYANLIK VE ERMENİ DİLİDİR’

Akademisyen Linda Barış, Lozan’dan önce Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Ermenilerin kendi Rönesanslarını yaşadığını, 18. Yüzyılın sonu itibarıyla başlayan ‘Ermeni Rönesans’ının’ itici gücü olarak da Ermeni kurumlarındaki dönüşümün olduğunu söylüyor. Ermeni kimliğini oluşturan temel etmenlerinin Hristiyanlık ve Ermeni dili olduğunu söyleyen Barış, tazminat döneminden sonra en temel öğenin artık Ermeni dili olmaya başladığını ve Ermenicenin, Ermeniler için her zaman çok önemli bir yerde durduğunu ifade ediyor:

“Henüz Lozan’la ülkede yaşayan gayrimüslim azınlıklara eğitim alanında yeni düzenlemeler yapılmadan Osmanlı içerisinde Ermenilerin “serbestisi” Müslüman aydınları rahatsız etmeye başlamıştır. 1894-1896 yılları arasında 2. Abdülhamit baskı politikası Ermeni cemaatinin eğitim hareketlerini oldukça yavaşlatmıştır. 1886’da mektebi ecnebiye ve “Gayrimüslim müfettişliği maarif nezareti” bünyesinde kurulmuştur. Türkçe öğretimi zorunlu hale getirmiş ve gayrimüslim okullara maaşlar Osmanlı Hükümeti tarafından ödenen Türk öğretmenler atanmıştır. Böylelikle Lozan’dan sonra da varlığını, milli tarihini “milli coğrafya” adıyla sürdüreceği Türkçe dili ve kültür dersleri Türk eğitmenler tarafından okutulmaya başlamıştır. Türkleştirme politikalarına Kemalizm’de bizi Türk etnik kimliğine dahil olanlar olarak tanımlar geriye kalanları ise diğerleri kategorisinde yer alır. 1925 yılında başvekil İsmet Paşa’nın muallimler birliğinde yapmış olduğu konuşma ile azınlık okullarını bekleyen son ilan edilmiş olur. Türklüğün devamının korunması için hep bir ötekiye ihtiyaç duyan bu zihniyetin özellikle ana dili eğitimi ile kendi kimliğini sürdürmeye çalışan Ermeni okullarına yönelik baskı ve tutum kendisini göstermiştir. 19. Yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğunda başlayan dini azınlıklara yönelik ayrımcı politikalar TC’nin kuruluşundan sonra da devam etmiştir. Gayrimüslimler içinde bu politikalardan en çok etkilenen Ermeniler olmuştur.”

‘EĞER DİN ÖLÇÜ OLARAK KABUL EDİLSEYDİ ALEVİLER DE AZINLIK SAYILABİLİRDİ’

Siyasetçi Yüksel Mutlu, Lozan’da azınlık tanımının sadece etnik kökenler için değil, Aleviler içinde geçerli olduğunu, sadece “gayri Müslüm” vurgusu yapıldığını söylüyor:

“AGİT 1990 Paris şartında “ulusal azınlıkların etnik kültürel dilsel ve dinsel kimliklerin korunmasına ve bu kimliğin kuvvetlendirilmesi için gerekli şartların yaratılması gerekir” demektedir bir örnek olması bakımından önemlidir. Fakat bugün hala Aleviler inançlarını özgürce yaşayamıyorlar. İbadetlerini serbestçe gerçekleştiremiyorlar. Anayasada da eşit özgür yurttaşlık hakkına sahip değiller. Lozan metniyle başlayan Cumhuriyetin kurulmasıyla tek ırk, tek inanç yaratma Ulus-Devlet ideolojisinin bugün geldiğimiz noktada Alevilere verdiği zarar hala devam ediyor. Şunu da gördüler: Kurulurken dört elle sarıldıkları Cumhuriyet’in de Alevileri kurtarmadığını gördüler. Ötekiler muktedire karşı birleşmediği sürece yeni Lozanlar gelebilir.”

Esra Çiftçi, Rojda Yıldız, Yüksel Mutlu, Linda Barış (soldan sağa)

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version