Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Basılı yayın, dergicilik ve dijitalleşme: ‘Türkiye’de basılı yayının sonunu torunlarımız da göremez’

Basılı yayın, dergicilik ve dijitalleşme: ‘Türkiye’de basılı yayının sonunu torunlarımız da göremez’


Cengiz Anıl BÖLÜKBAŞ


ANKARA – Şüphesiz her kuşak ve her dönem kendisini yeni iletişim olanaklarıyla var ediyor. Geçmişte kullanılan posta güvercinlerinin, mektupların yerini artık saniyeler içerisinde iletişim kurabildiğimiz “dijital ağlar” aldı. Bu dijitalleşmenin en çok etki ettiği alanlardan biri de basılı yayınlar oldu.

Basılı yayının girdi kalemlerinin artmasına karşılık dijitalleşme bu açmaza bir çözüm olarak görülüyor. Kimilerine göre ise bu durum artık basılı yayının sonunu getiriyor. Ancak tüm bu iddialara rağmen hâlâ dünyada basılı yayın bitmiş durumda değil.

Peki dijitalleşme basılı yayını bitirecek mi? Getirdiği avantajlar ve dezavantajlar neler? Basılı yayın ile dijitalleşme arasındaki ilişki nasıl? Bu üretici ve okuyucu arasındaki ilişkiyi nasıl etkiliyor? İnsanlığın “hafıza”sına etkileri neler olacak?

Haber dizisinin bu bölümünde Birikim Dergisi’nden Tanıl Bora, Notos Edebiyat Dergisi’nden Semih Gümüş ve 1+1 Express Dergisi’nden Merve Erol ile dijitalleşme ve dergicilik üzerine konuştuk.

‘YAZI YAZMANIN YERİNİ İÇERİK ÜRETİMİ ALDI’

Yayıncılık açısından önemli meselelerden biri de dijitalleşme. Özellikle Türkiye’de dijitale evrim doğal olarak “dijitalleşme canavarı” ve “kâğıdın sonu” gibi söylemleri de beraber getirdi. Siz bu dijitalleşmeyi meselesini nasıl yorumluyorsunuz?

Tanıl Bora: Kaçınılmaz bir yol bu. Canavar falan diyerek geçiştiremeyiz, canavarsa da baş etmeye çalışmak lazım. Açtığı imkanlar olduğunu da göz ardı etmemek lazım; iletişimi, etkileşimi hızlandırıyor, çoğaltıyor. “Eskiden” bir yazı gelince bilmem kaç adet fotokopi çektirir, dergi mutfağındaki herkese kah uğramasını bekleyip kah birisiyle elden yollayıp ulaştırır, sonra da bir araya gelerek ya da telefonlaşarak değerlendirmeleri alırdık. Şimdi bu işlerin nasıl şakkadanak hallolduğunu biliyorsunuz. İşte mesele, dijitalleşmenin iletişimi aşırı hızlandırması, aşırı çoğaltması. Haddinden fazla sayıda yazı geliyor, hızla elden geçirmek gerekiyor. Yazı yazmanın yerini “içerik üretimi” aldı. Burada bir mana kaybı riski var. Bunların farkında olarak, üzerine düşünerek ilerlemek lazım.

Semih Gümüş: O felaket tellalığının bizde karşılığı yok. Dolayısıyla korkacak bir durum yok. Henüz yok. Elli yıl sonra belki olur. Örneğin ABD’de böyle bir sorun var. Satılan kitapların yüzde 51’i e-kitap olunca yayınevlerinin, dolayısıyla yazarların kazançlarında büyük bir düşüş oldu. Orada bu ciddi bir sorun olarak tartışılıyor. Bizde kitapların ezici çoğunluğu 1000-2000 basılıyorken, yani dipteyken dijitalleşme bunu nereye düşürecek. Burada sorun yok yani. İkincisi, dijitalleşme için toplumun çoğunluğunun da uyumu gerekir. Bu toplumun eğitim görmüş kesiminin yüzde 60’ı ilkokul mezunu.

Sözgelimi e-kitap okuyucularının sayısı bu kadar azken e-kitaplar ne kadar satılıp basılı kitabın yerini nasıl alacak. Burada da sorun yok. Öte yandan, dijital dergicilik daha iyi örneklerini bile pek verememiş durumda. Sözgelimi ben Oggito.com’u bir dergi gibi tasarlıyorum, zaman içinde büyük bir arşive dönüşmesini amaçlıyorum.

Ama bunun için bir ekip de gerekir değil mi? Öyle bir ekip yok. Ekip için dijital yayınınızın gelirinin olması gerekir. Dijital yayınların kendilerini tam anlamıyla oluşturup dijitalin hakkını vererek işlerini yapmaları için para da gerekir. O para bizde kazanılamıyor. Guardian gazetesi dünyada dijital gazete aboneliğinin en başarılı örneklerinden. Guardian gibi bir günlük gazeteye abone olanların yanında, karşılıksız bağış yapan sayısız insan da var. Bunlar bizde olmaz. Korkacak bir şey yok. Belki bizden sonraki kuşakların sorunu olabilir bu.

Merve Erol: Ben şahsen internet teknolojisine minnettarım, hiçbir gazetecinin, dergicinin, araştırmacının farklı düşüneceğini de sanmıyorum. Mesela arama motorları en çok bizim işimize yarıyor. Sosyal medya, ifade özgürlüğü ve fikirlerin yayılması bakımından potansiyel zenginliğinin yanında, yurttaş gazeteciliği gibi olanaklar da yaratıyor. Maliyetleri daima düşünmek durumunda olan, baskı sayısını ve satışını buna göre sabitlemeye çalışan, fazla da yayılma imkânı bulamayan dergiler basılı yayının yüzlerce katı okura ulaşabiliyor. Meraklısına az sayıda basılan bir dergi değilseniz, hele siyasal, toplumsal, kültürel bir angajmanınız varsa, artık geri dönüşü olmadığına göre, herhalde öncelikle bu alana, dijital aleme göre düşünmek lazım.

Merve Erol

‘YAYINCILIK YAPIYORSANIZ HER İKİ ALANDA DA OLMANIZ GEREK’

Özellikle dijitale karşı basılı yayını sürdürmeyi “çağa direnme” olarak gören bir düşünce var. Ancak bu durum bu sebeple açıklanamaz gibi geliyor. Büyük sorunlara rağmen basılı yayına devam eden ve sürdüren kimi dergiler var. Basılı olarak yayın hayatına devam etmenin sizce önemi nedir?

Tanıl Bora: Direnmeyse de, hayırlı bir direniş bu. Bir geleneği sürdürme çabası muhteremdir. Hem ben sahiden kağıttan kitabın, kağıttan derginin daha sıcak, daha latif olduğunu düşünenlerdenim. Dijitale itirazım yok, onu da okuyorum, baş göz üstüne. Ama kağıt neşriyatın da ölmesi gerekmiyor.

Basılı dergi bence uzun yazı okumak için daha elverişli. Ekranda, ekranlarda, dikkat daha çabuk dağılıyor, sabırsızlığı tetikleyen, karıncalanmalı bir okuma o. Daha fazla yoğunlaşarak, içine düşerek okumak için, basılı dergi daha uygun mecra. İki mecra bir tür iş bölümü yapabilir. Birikim’de biz görece uzun, görece “zor” ve görece zamana dayanıklı yazıları basılı dergide yayımlıyor, görece kısa, görece rahat okunur ve görece güncel yazılara dijital yayınımızda yer veriyoruz ilke olarak.

Semih Gümüş: Saçma bir düşünce. Ben basılı dergi ve kitap manyağı gibiyimdir ama dijital olana da ilk günden balıklama atlamaya çalışmışımdır. Yani ikisi iki ayrı kulvar, yayıncılık yapıyorsanız artık ikisinde birden olmak gerekir. Basılı dergiler ve kitaplar yayıncısının sınırsız keyfini karşılar. Önce bu. Sonra bugün hâlâ basılı yayınların ortalama niteliği dijital olanların hep üstünde. Bakın bu önemli, üstünde düşünülmeli. Gelecekte de böyle olacaksa –ki bence böyle sürecek– o zaman basılı olandan vazgeçmek ciddi bir kültür erozyonuna kapıları açmak demektir. Bugün sözgelimi Notos dergide yayımlanan öykülerin ortalama niteliğiyle dijital bir platformda yayımlanan öykülerin ortalama niteliği arasında oldukça büyük fark vardır. Demek ki kültür hayatımızın zenginliği için basılı yayıncılıktan hiçbir zaman vazgeçilemez.

Merve Erol: Referans teşkil etmesi gereken yayınların basılı olarak devam etmesi gerekir herhalde. Akademik yayınlar kadar gazete ve dergilerin de bu kapsama girmesi beklenebilir. Belki bir dergiyi çok daha fazla sayıda okura ulaştırabilir ama dijital ortamın da kendine has sorunları var. Eğer bir prodüksiyon yapmıyorsa veya oyun meraklısı değilse, normalde insanların bilgisayarı yok.

İnternet sitemiz birartibir.org’un istatistikleri de okurun yüzde 85 oranında cep telefonu kullandığını söylüyor. Dolayısıyla, esasen bu ekranın ebadına mahkumuz. İnternet ortamının yarattığı dikkat dağınıklığı gibi etkenler yanında bu olgu da pek çok dergiyi kısa içerik hazırlamaya yöneltiyor. Böyle bir mecburiyetin kültür hayatımız açısından sakıncaları açık. Okuma konsantrasyonu veya iyi baskı gerektiren eserlerin, araştırmaların kağıtla devam etmesi eşyanın tabiatına aykırı değil. Dergicilik bir güncel derleme faaliyetidir denebilir, bunu yaparken iki ayrı üretim alanını düşünmek iş yükünü artırabilir, ama bu ikisini kaynaştırmak gerekecek muhtemelen.

‘YENİ KUŞAĞIN TOPYEKUN ‘KİTAPSIZ’ OLDUKLARINI DA SÖYLEYEMEYİZ’

Basılı yayını sürdürme meselesi sadece bunu üretenler açısından değil okuyucular açısından değerlendirilmesi gereken bir durum. Bir yandan dijitalleşme süreci yaşanırken dünyada birçok dergi basılı yayınına devam ediyor. Türkiye’de de hala basılı yayın okuma kültürü bir şekliyle devam ediyor. Bu süreci ne basılının sonunda ne dijitalin başındayız diye yorumlayabilir miyiz? Sizce, basılı yayınla Türkiyeli okurların arasındaki ilişki nasıl, gözlemleriniz neler? Türkiye’de basılı yayının sonu gelir mi?

Tanıl Bora: Evet, bir geçiş, ama acaba tam olarak nereye geçiş? Bir resim çizemiyorum, bilemiyorum. Genelleme yapamayız. Yeni kuşaklar içinde dijital dışına tamamen kapalı olanlar olabiliyor ama topyekun “kitapsız” olduklarını da söyleyemeyiz. Bir önceki sorunuzda da konuştuğumuz gibi, melez biçimler de ortaya çıkacak. Her halükarda, “10 sene sonra kitap mitap kalmayacak” füturolojisine itibar etmiyorum.

Okur açısından düşündüğünüzü söylediniz ya… ben de okur olarak, dijitalleşmenin bir icabı olarak uzun metinlere ebediyen veda etmeye davet eden çağrılardan, kehanetlerden irkiliyorum. Elbette, uzun metin başlı başına bir değer değildir ama bazı metinler de uzun olur ve uzunlukları helaldir. Kısanın-çabuğun ceberrut baskısına direnmekten yanayım.

Semih Gümüş: Sanırım az önce söylediklerim bu sorunun yanıtını veriyordu: Türkiye’de basılı yayının sonunu bizim torunlarımız da göremez. Bu mümkün değil.

Merve Erol: Dergicilik biraz da arkadaşlık ve yoldaşlık, okurla bir dayanışma ilişkisi kurmak meselesi. Bir hobi dergisi için de bu söylenebilir, siyasal bir yayın için de. Bu kolektif

faaliyete yönelik arzuda bir azalma varsa bunun sebeplerini herhalde toplumsal düzlemde aramak lâzım. Öte yandan, dediğiniz gibi, dünyanın her yerinde dergiler çıkmaya devam ediyor, basılı olarak da. Sorun Türkiye’de, iktisat politikalarında, dağıtım tekellerinde, mülkiyet ilişkilerinde, ifade özgürlüğü üzerindeki baskılarda. Türkiye’de ana akım medya rejim tarafından bütünüyle ele geçirildiği için o cenahtaki gazeteciliğe güvensizlik de genel olarak dergi okurluğunu etkilemiş olabilir. Şu maliyetlerle dergi basmak veya bir okur olarak o fiyatlara dergi almak neredeyse imkânsız, ama bu iktisadi, siyasi şartlar değiştiğinde dergi sayısında artış görürüz sanıyorum.

‘HAFIZADA DA BİR FRAGMANLAŞMAYA YOL AÇIYOR’

Dijitalleşme ve hafıza arasındaki ilişkiye dair de konuşalım. Dergilerin esasında insanlığın siyasal, toplumsal, kültürel izdüşümlerini yansıtan ve bir yanıyla da bunları biriktiren, muhafaza eden, “hafıza” oluşturan bir yeri olduğu düşünülüyor. Dijitalleşmenin ise sanki genel olarak bu hafızaya karşı bir “demans” etkisi var gibi. Ancak diğer yandan birçok derginin dijital arşivleri var. Bu alan da başka bir “hafıza” yaratıyor. Siz bu ilişkiyi nasıl yorumlarsınız? Dijitalleşme ile hafıza arasındaki ilişki nasıl? Dijitalleşmenin bu “hafıza”ya etkileri neler?

Tanıl Bora: Bu sorunun cevabı, “dijital bellek” veya “taşınabilir bellek” denen cihazda saklı değil mi? Dijital teknoloji, hafızayı gereksizleştiriyor bir bakıma. Hafızayı ıskartaya çıkartıyor. Hiçbir şeyi hafızaya almanız gerekmez, her şeye bir iki anahtar sözcükle aratıp erişebilirsiniz. Gerçekten de, bellek kapasitesinde şahane bir boş alan yaratıyor böylece. Fakat o alana pek hakim değiliz sanki. Bir tür erken demans gibi. Gerek dijitalleşme, gerek medyaların ve uyaranların fazlalığı, hayatın sürati, tümüyle zihnimizde ve hafızada da, bir fragmanlaşmaya yol açıyor. Bu durumla başa çıkmak için belki yeni bir hafıza rejimine ihtiyacımız var. Dergilere gelirsek… Arşivlerinin dijital olarak erişilebilir olmasını müthiş bir imkan olarak görüyorum.

Semih Gümüş: Ben dijitalleşmenin sözünü ettiğiniz “hafıza”ya etkisini olumlu görüyorum. Sanırım basılı yayınların arşivi gelecekte kullanılamaz duruma gelecek. Oysa dijital yayınların yarattığı arşiv, tam tersine, çok kolay kullanılabilir olacak. Demek dijital yayınların hayatımızda bu anlamda çok önemli bir yeri olacak. Ki şimdiden böyle yerleri oldu bile. Örneğin ekşi sözlük bir bilgi kaynağı, adeta bir sözlük olarak kullanılıyor, değil mi, ben de arada kullanıyorum. Oggito.com’daysa daha farklı bir kaynak var.

Yaklaşık 8.400 içerik var ve bu içeriklerin ezici çoğunluğu basılı dergilerde yayımlanabilecek nitelikte. Oggito.com öğretmenler, öğrenciler, akademisyenler, meraklı okurlar için vazgeçilmez bir bilgi kaynağı olarak kullanılabilir.

Benim şöyle bir çıkış noktam olmuştu: Bir zamanlar en önemli ansiklopedi olan AnaBritannica’da yaklaşık 80.000 madde vardı. Oggito.com bu sayıya ulaşırsa AnaBritannica’nın aşık atamayacağı bir nitelikli bilgi kaynağı, eşsiz bir arşiv olabilirdi. Ama bunun için ciddi bir ekip, dolayısıyla bir ciddi bir para gerekirdi. O olmayınca gene yürüyor, Oggito önemli bir dijital yayın ama çok yavaş büyüyor. Bu örnekler sanırım sorunuzun karşılığını veriyor.

Merve Erol: Bir yayının kâğıda basılı olması elbette çok değerli bir şey. Örneğin kanun nezdinde de öyle: Avantajları olduğu kadar sorumluluğu da büyük. Dergi sonuçta bir dönemin belleğini oluşturan güncel bir derlemedir, bir tarih dergisi de olsa o döneme has bakış açılarını, tartışmaları bu sayfalarda görürüz. Basılı yayın kaybolmaz. Ama örneğin 2000’lerde açılan pek çok internet sitesinin bugün izi bile yok, birçok gazetenin internet arşivi kaldırıldı, çok önemli gazetecilik işlerine ulaşılamıyor.

Dergi biriktirilen, birbiri ardına gelen sayılarla anlam kazanan bir mecra, internet sayfalarının nasıl biriktirilebileceği veya kalıcı kılınacağı ise bir muamma. Öte yandan, pek çok dergi, kitap, gazete bir yurttaş faaliyeti olarak taranıp internete konuyor. Birçok insanda evindekinden çok daha yüklü dijital kütüphaneler var. Biz de otuz yıla yayılan bağımsız yayıncılık serüvenimizin ürünü olan dergileri, 1994’ten 2022’ye uzanan Express, Roll, Bir+Bir, Meşin Yuvarlak sayılarını içlerinde arama yapılabilir pdf’ler halinde her hafta birartibir.org’a yüklüyoruz.

1994 yılında matbaaya giderken sayfaları aydıngere basardık, fotoğraflar orada taranır ve sayfadaki boşluklara yapıştırılırdı. Çoktandır matbaaya yüksek çözünürlüklü bir pdf göndermek yeterli hale geldi. Şimdi bir e-dergi formu üzerine düşünüyoruz. Basılı dergi devam etseydi dijital ortamda onun pdf’ini sunmak yeterli olabilirdi, ama basılmayacaksa bir e-derginin kâğıt ebadındaymış gibi tasarlanmasının ne gibi bir anlamı olabilir? Telefon ekranına uygun bir dikey akış halinde düzenlenecekse, böyle bir form nasıl bütünlüklü hale getirilebilir, nasıl biriktirilebilir?

Yeni teknolojiler bir yandan devasa ve kolay ulaşılabilir bir arşiv yaratırken yeni araçları ve soruları da hayatımıza sokuyor. Bakalım aydınger çıkışlarından gelen ve çeşitli baskı tekniklerinden geçen basılı dergi arşivimizle sitenin normal akışı dışında e-dergi denebilecek bir dijital aracı nasıl buluşturabileceğiz…

11 Temmuz’da yitirdiğimiz büyük romancı Milan Kundera’nın bir cümlesini 90’ların haftalık Express’lerinde sık sık anardık: “Unutmaya karşı verilen mücadele, iktidara karşı verilen mücadeledir.” Bu söz biraz da dergiciliğin tanımı gibi. Unutmaya karşı verilen bu mücadele herhalde yeni biçimlerde de sürecek.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version