Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Siyasi yasaklar, değişim talebini engeller mi: Polonyalı muhalif Donald Tusk, Adalet ve Hukuk Partisi’ne karşı

Yunus Emre Erdölen


4 Haziran 1989 tarihinde 32 yaşındaki Polonyalı genç liberal Donald Tusk Polonya genel seçimlerinde oyunu vermek için sandık başındaydı.

Donald Tusk oldukça heyecanlıydı, çünkü ilk kez muhalefetin katıldığı serbest bir seçimde oy kullanacak, istediği partiye oy atabilecekti.

Donald Tusk genç ve öfkeli bir liberalken

1947’den beri ülkeyi demir yumrukla yöneten komünist rejimin sona ermesi için verilen oylardan biri de genç liberal Tusk’ın sandığa attığı zarfın içindeydi.  

Tam 34 sene sonra, yine bir 4 Haziran günü, maalesef Donald Tusk yine kendisini otoriter bir rejime karşı verilen mücadelenin içinde bulacaktı. Tarih tekerrür etmiş, otokrasi sopası kırılamamış, sadece sol elden sağ ele geçmişti.

2007’de Polonya Başbakanı, 2014’te Avrupa Konseyi Başkanı seçilen Donald Tusk, 2015’ten beri ülkesini yöneten muhafazakar Adalet ve Hukuk Partisi’nin otoriter uygulamaları nedeniyle 2021’de siyasete dönmeye karar verecek, ana muhalefet partisinin başına geçecek ve 2023 seçimlerini kazanmak için kolları sıvayacaktı.

Polonya’daki muhafazakar sağcı iktidar ise Tusk’ın 2023 sonbaharında düzenlenecek seçimleri kazanmasını engellemek için Tusk’ın başbakanlık yaptığı yıllardaki Rus etkisini araştırmak üzere iktidar destekçisi isimlerden oluşan bir Tahkikat Komisyonu kuracak, bu komisyona da Rusya’nın etkisi altında hareket ettiğini tespit ettiği siyasetçilere 10 yıl siyaset yasağı verme yetkisi verecekti.

Polonya Cumhurbaşkanı Duda tarafından onaylanan yasa oldukça açık. Amacı Donald Tusk’ı  “Rus ajanı” suçlamasıyla yaftalamak, siyasi yasak getirerek muhalefeti birleştirecek ve iktidarı yenecek bir başbakan adayı olmasının önüne geçmek.

Tusk işte bu nedenle, yine bir 4 Haziran günü (yani yarın) Polonyalıları demokrasiye sahip çıkmaya davet ediyor, muhalefetin bütün bileşenlerinin katılacağı bir miting organize ediyor.

Demokrasiye geçiş heyecanıyla 34 yıl önce bir 4 Haziran Pazar günü sandığa koşan genç liberalin, yıllar sonra aynı gün siyasi yasak almamak için sokağa çıkmak zorunda kalması ise demokratik rejimlerin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Ve tabii ki Polonya’nın kendisine özgü, fakat bir o kadar tanıdık hikayesini de…

Komünizm yıkıldı, enkazı kim kaldıracak?

1989 senesi Sovyetlerin yeni lideri Gorbaçov’un Demir Perde ülkeleri üzerindeki baskısını azalttığı bir döneme denk gelmiş, halk demokrasiye geçmek için sokağa çıkmış, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya’daki uydu komünist yönetimleri arkalarında Sovyetlerin askeri ve ekonomik desteğini bulamadıklarını fark edince peşi sıra yönetimi devretmek zorunda kalmıştı.

Tiananmen Meydanı’nda tankların önünde duran bir genç

4 Haziran 1989 tarihinde yaşıtları Çin’deki Tiananmen Meydanı’nda komünist yönetimi protesto ettikleri için katledilirken, aynı gün Donald Tusk rahatça sandığa gitmiş, oyunu antikomünist sendika lideri Lech Walesa liderliğindeki Solidarity’e vermişti. Çin’de rejim karştılarının başaramadığını sendika işçileri Polonya’da başarmıştı.

            Solidarity lideri işçi Lesh Walesa

Tusk’ın desteklediği Solidarity, 1980 yılında enflasyonun artması nedeniyle dindar ve komünist rejim muhalifi solcuların iş birliği ile kurulan bir sendikaydı. Lech Walesa gibi karizmatik liman işçisi liderleri tarafından düzenlenen grevlerle tanınırlığını arttırmıştı. 1980 yılındaki liman grevlerinin yayılması ve halk desteğinin kazanılmasıyla, Polonya’daki komünist rejim bir ilke imza atmış ve sendika liderlerini muhatap alarak komünist olmayan sendikaların kurulmasına izin vermişti.

İşte o tarihten sonra Solidarity sendikası, 10 sene boyunca ülkede komünist rejime bağlı olmayan tek özerk kurum olarak adeta bir muhalif örgüt gibi hareket etti, Donald Tusk gibi liberal gençlerden özgürce ibadet edemeyen dindar Katoliklere, rahiplere, sosyal demokratlara geniş halk kesimlerini rejime karşı birleştirdi.

1989 yılında gösterilerin artması nedeniyle Polonya Komünist Partisi, Solidarity ve karizmatik lideri Lech Walesa ile masaya oturdu. Yuvarlak masa toplantıları sonucunda rejim, muhalefetin katıldığı özgür seçimlere gitmeyi kabul etti.

Komünist rejim 1989 yılında muhalefetle yuvarlak masaya oturdu

Rejim aşama aşama demokrasiye geçme kararı almıştı. Muhalefetle yapılan anlaşmaya göre, Sejm olarak bilinen Polonya Parlamentosu’nda özgür seçimle gelmeyen %65 oranındaki komünist siyasetçilerin koltukları korunacak, sadece %35’i için seçim yapılacaktı. Aynı zamanda Senato adında yeni bir üst meclis kurulacak ve 100 sandalyesinin tamamı da seçimle belirlenecekti. Komünist rejim demokrasiye geçiş sürecinde kendi güçlerini korumak için sayısal üstünlüğü kaptırmak istemiyordu. Yapılan 4 Haziran 1989 seçimlerinde seçimle belirlenen bütün sandalyeleri rejim karşıtı Solidarity kazandı. Meclis açılınca ise birçok komünist siyasetçi muhalefetle iş birliği yaptı ve ülke ilk komünist karşıtı başbakanı seçti. 1 sene sonra ise Solidarity lideri Lech Walesa Cumhurbaşkanı oldu.

Özgür seçimlerin düzenlenmesiyle ülke demokrasiye geçmiş, komünist rejim yıkılmıştı.

Fakat Solidarity geçiş sürecini iyi yönetemedi, siyasi çekişmeler nedeniyle dağıldı. Her ne kadar Polonya 2004 senesinde Avrupa Birliği üyesi olsa da komünizm sonrası beklenen demokratik ve ekonomik reformları tam anlamıyla gerçekleştirilemedi. Komünist dönemde hak ihlallerine imza atmış yargıçlar, kamu görevlileri, siyasetçilerin etkisi kırılamadı, diğer ülkelerdeki gibi bir “geçiş süreci” yönetilemedi. 

Komünist rejim dönemindeki otokratik uygulamalarla, hatalarla yüzleşilmediği için aynı hatalar defalarca tekrarlandı.

Saflar sıkılaşıyor

1989 devriminde Solidarity saflarında öğrenci hareketine katılan ve komünist rejim karşıtı entellektüellerle gazete çıkaran Donald Tusk, 1991 yılında liberal gençlerle parti kurdu. Aynı yıl düzenlenen seçimlerde kurdukları Liberal Demokrasi Kongresi partisi %7 oy alarak meclise 35 vekil soktu.

Tusk daha sonrasında ülkedeki diğer liberalleri birleştirerek 2001 yılında Sivil Platform Partisi’ni kurdu.

2001 yılında kurulan tek yeni parti Sivil Platform Partisi değildi. Muhafazakar sağcı ikiz kardeşler Jaroslaw Kaczynski ve Lech Kaczynski de muhafazakar Katolik seçmene hitap eden sağcı Adalet ve Hukuk Partisi’ni kurmuştu.

Adalet ve Hukuk Partisi kurucusu Jaroslaw Kaczynski ve Lech Kaczynski kardeşler

2001 seçimlerinde “merkez sağ” iddiasını taşıyan iki parti de ilk kez meclise girdi. Sivil Platform Partisi %13, Adalet ve Hukuk Partisi ise %9.5 oy almıştı.

İki parti de yerel seçimlerde etkisini arttırdı. Adalet ve Hukuk Partisi’nin lideri Lech Kazynski Varşova Belediye Başkanı seçildi, kentli muhafazakar seçmenin desteğini alırken, Sivil Platform Partisi de kentli seçmene ulaşmaya çalışıyor, kırsal dışındaki bölgelerde gücünü arttırıyordu.

Donald Tusk, 2005 seçimlerinde Katolik nikahı kıymadığı için eleştirilen eşi ile birlikte oy kullanıyor

2005 seçimlerinde ise büyük bir sürpriz yaşandı. Kaczynski’lerin liderliğindeki Adalet ve Hukuk Partisi, %27 oyla alarak birinci, Sivil Platform ise %24 ile ikinci oldu. İki merkez sağ parti, radikal sol veya sağ partilerin desteği olmadan bir hükümet kurmak için koalisyon görüşmelerine başladı, fakat uzlaşı sağlanamadı.

Donald Tusk ve ekibi, AB ile entegrasyon, din ve devlet ilişkilerinin ayrılması ve serbest piyasa ekonomisini savunurken, Kaczynski kardeşler kilisenin etkin olduğu bir muhafazakar toplum, AB ile mesafeli ilişkileri ve devletin yoksul kesime destek vermek amacıyla piyasaya etkin müdahale ettiği bir ekonomi düzenini savunuyordu.

İki parti ayrı dünyalarının insanı olduğunu anladı ve koalisyon görüşmeleri sona erdi. Kaczynski’ler radikal sağ partilerle koalisyon kurdu, bir daha da Tusk ve ekibi ile masaya oturmadı. Bundan sonra düzenlenen her seçimde de Adalet ve Hukuk Partisi ve Sivil Platform ya birinci ya ikinci oldu, toplum bu iki parti arasında ikiye bölündü.

İki kutup oluşmuş, AB değerleriyle entegre bir toplum isteyenlerle Polonya’nın muhafazakar değerlerle şekillenmesini isteyenler yerlerini almıştı. Bundan sonra iki kamp arasındaki yarış çok daha sert geçecekti.

Önce Varşova, sonra Brüksel

Donald Tusk, 2005 seçimlerinde Sivil Platform’un Cumhurbaşkanı adayı oldu. Seçimleri %54 oy alan Adalet ve Hukuk Partisi’nin adayı Lech Kaczynski’ye karşı kaybetti.

Lech Kaczynski Cumhurbaşkanı olduktan kısa bir süre sonra, ikiz kardeşi Jaroslaw de meclis çoğunluğuna sahip partisinin desteğini alarak başbakan oldu. İkiz kardeşler Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık makamlarını almıştı.

Fakat iki sene sonraki meclis seçimlerini Tusk liderliğindeki Sivil Platform kazandı, Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski’nin kardeşi başbakan Jaroslaw Kaczynski seçimleri kaybetti.

Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski, hükümeti kurma görevini Donald Tusk’a veriyor

Donald Tusk, 2007’den 2014’e kadar seçimleri kazanarak başbakanlık görevini üstlendi, ekonomik reformları uyguladı, AB ile ilişkileri geliştirmeye çalıştı, Rusya ile denge politikası benimsedi, yabancı yatırımcının ülkeye gelmesini kolaylaştırdı.

2010’da ise Polonya tarihindeki en acı olaylardan biri yaşandı.

1940 yılında Sovyetlerin Sovyet işgaline direnen 22 bin Polonyalı subay ve aydını başlarına sıkılan bir kurşunla katlettiği Katyn Orman Katliamı’nın 70. Anma Töreni’ne katılmak için Rusya’nın Smolensk şehrine giden Polonyalı heyeti taşıyan uçak düştü. İçinde Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski’nin de bulunduğu uçak 70 yıl önce Stalin’in emriyle katledilen 22 bin Polonyalı’nın gömüldüğü ormana düşmüştü.

Lech Kaczynski’nin düşen uçağı

Cumhurbaşkanı Kaczynski dahil uçaktaki üst düzey 96 kişi hayatını kaybetti. Başbakan Donald Tusk, olay hakkında bir araştırma komisyonu kurdu, komisyon uçağın bir kaza sonucu düştüğünü açıkladı.

Fakat hayatını kaybeden Cumhurbaşkanı Kaczynski’nin ikiz kardeşi Jaroslaw Kaczysnki, bu araştırma sonucuna inanmadı, Tusk ve liberalleri Rusya ile iş birliği yapmakla suçladı. Jaroslaw’a göre kazanın sebebi Rusya’nın suikast saldırısıydı. Rusya’ya karşı sert politikalar güden Cumhurbaşkanı Lech, Putin rejimi tarafından cezalandırılmıştı.

İkiz kardeşini kaybeden Jaroslaw, 2010 seçimlerinde Cumhurbaşkanı oldu ve seçimleri Sivil Platform’un adayına karşı kaybetti.

Jaroslaw Kacyznski, özellikle muhafazakar görüşlerinden ve siyasette eski bir isim olmasından dolayı partisine oy kaybettirdiğini fark edince geri çekildi, partisinin lideri olarak kaldı ve bundan sonraki seçimlerde başbakan ve cumhurbaşkanlığı adaylıklarına farklı isimleri getirdi.

Formül işe yaradı. 2015 genel seçimlerinde Beata Szydilo adındaki bir kadın siyasetçiyi başbakan adayı olarak gösteren Adalet ve Hukuk Partisi Polonya tarihinde ilk kez tek başına meclis çoğunluğunu kazanan parti oldu. Yine aynı sene genç muhafazakar siyasetçi Andrzej Duda Cumhurbaşkanlığı seçimlerini %51.5 oyla kazandı.

Kaczysnki ve başbakan adayı Beata 2015 seçim zaferini kutluyor

Kaczysnki’nin taktiği işe yaramış, Adalet ve Hukuk Partisi hem meclisi hem Cumhurbaşkanlığı ele geçirmiş, Tusk ve liberaller yenilmişti.

Yenilginin geldiğini gören Tusk da 2015 seçimlerinden önce başbakanlıktan istifa ederek Avrupa Birliği Konseyi başkanlığına seçildi. Kırım’ın işgali karşısında hem Rusya’ya karşı Avrupa’yı birleştirmeye hem de Rusya ile müzakereleri yürütmeye çalıştı.

AB Konseyi Başkanı Donald Tusk

Fakat Tusk, elini ayağını Polonya’dan çekemeyecek, Brüksel’de Avrupa siyasetine yön verirken gözü ve kulağı mecburen Varşova’da olacaktı.

Ne Adalet, ne Hukuk Partisi

2015’teki zaferden sonra Adalet ve Hukuk Partisi, otoriterlik vitesini arttırdı. Hedefi Sovyetler döneminden kaldığını belirttiği yargıçları temizlemekti. Önce Anayasa Mahkemesi’ne tartışmalı bir şekilde kendisine sadık yargıçları atadı, ardından geri kalan muhalif yargıçları elemek için emeklilik yaşını düşürdü, birçok yüksek mahkeme yargıcını işten çıkardı.

Polonyalı yargıçlar hükümeti protesto ediyor

Yargıçların halk ile birlikte sokağa çıkması üzerine bağımsız olmayan taraflı bir disiplin komisyonu kurarak hükümeti eleştiren yargıçlara maddi tazminattan işten çıkarmaya varan çeşitli cezalar öngören bir yasa kabul edildi.

Mahkemeler ve meclis eliyle kürtaj zorlaştırıldı, LGBT’lere yönelik AB standartlarına nazaran çok ağır hak kısıtlayıcı düzenlemeler kabul edildi.

Devlet televizyonu ise atamalar eliyle siyasi kadrolara verildi, muhalefeti “yabancı ajan” olmakla suçlayan taraflı yayınlar yapıldı, muhalefetin özellikle kırsal kesimde hala izlenen devlet medyasına çıkması zorlaştırıldı.

Parti lideri Jaroslaw Kacyznski, başbakanları yönlendirerek ikiz kardeşinin ölümü hakkında yeni bir komisyon kurdurdu. Somut yeni bir delil bulunmasa da devlet okullarında çocukların katıldığı yaşananların bir suikast olabileceğine dair komplo teorisi üretme yarışmaları düzenlendi, Donald Tusk’ın Rusya ile suikastı örtbas etmek için iş birliği yaptığı algısı yayıldı.

Avrupa Birliği ise Polonya’nın bu otoriterleşme eğilimine karşı 75 milyar dolarlık bir pandemi destek bütçesini dondurma kararı aldı, Polonya’nın yargı bağımsızlığını azaltan reformlardan vazgeçmesini şart koydu.

Avrupa Birliği, hukukun üstünlüğüne uymayan ülkelere yönelik bu bütçe kısıntısı kararını Adalet Divanı’na onaylatmasının ardından Polonya bazı reformlar konusunda geri adım attı, işten çıkartılan yargıçlara yeni iş verdi, disiplin komisyonlarını kapadı.

2021 yılında ise Polonya’daki durumun giderek kötüleştiğini fark eden Donald Tusk, Avrupa Konseyi başkanlığından ayrıldı ve Polonya’da siyasete geri döndüğünü açıkladı.

Donald Tusk, siyasete döndü, partisinin başına geçti

Kurucusu olduğu Sivil Platform Partisi’nin başına geçti.

Donald Tusk’ın amacı 2023 genel seçimlerinde Adalet ve Hukuk Partisi’ni yenerek başbakan olmak.

Fakat Adalet ve Hukuk Partisi’nin kendisi için farklı planları var.

Rakibe siyasi yasak

Adalet ve Hukuk Partisi, 2020 seçimlerinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ucu ucuna kazandı. Partinin adayı Duda %51 ile Cumhurbaşkanı seçilirken, başkent Varşova’nın karizmatik belediye başkanı Rafal Trzaskowski %49 oy aldı.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamıoğlu ve Varşova Belediye Başkanı Rafal Trzaskowski

Muhalefet 400 bin kişiyi daha ikna etse seçimleri kazanacaktı. Fakat liberal demokrat muhalefet, hem kırsalda yaşayan hem yaşlı muhafazakar seçmene ulaşamıyor, özellikle devlet medyasındaki karalama kampanyalarına yanıt veremiyordu.

İktidar ve medya, muhalefeti dinsiz olmakla, bütün ülkeyi LGBTİleştirmekle, AB ajanı olmakla suçluyor. Muhalefet ise cevap verme konusunda kendisine yeterli mecrayı bulamıyordu.

Duda ise muhalefetin ve karizmatik belediye başkanı Rafal’ın LGBTİ haklarını savunmasını merkeze almış, toplumda dinin ve ailenin önemini kampanyası boyunca vurgulamıştı.

Bu kıl payı yenilginin ardından muhalefet tekrar organize oldu ve eski başbakan Donald Tusk’ı göreve çağırdı.

Donald Tusk, uluslararası görevlerde bulunmuş tecrübeli bir isim olarak siyasete geri döndü, özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin gündem olduğu bir dönemde muhalefet liderlik görevini üstlendi.

Özellikle 2022’den sonra enflasyonun artması, yeni muhalif partilerin kurulmasıyla birlikte Adalet ve Hukuk Partisi anketlere göre oy kaybetti. Bu nedenle 2023 seçimlerinde çoğunluğu kaybedebilir.

Donald Tusk’a karşı Adalet ve Hukuk Partisi’nin aldığı önlem ise siyasi yasak oldu. Ülkedeki Rusya karşıtlığını kullanmak isteyen iktidar, 2007’den 2022’ye Rusya’nın Polonyalı siyasetçiler üzerindeki etkisini araştıracak bir Tahkikat Komisyonu kurma kararı aldı. Meclisteki iktidar çoğunluğu tarafından seçilecek olan komisyon, siyasetçilerin geçmişini araştıracak ve Rusya etkisinde hareket ettiğini tespit ettiği siyasetçilere 10 yıl siyaset yasağı verebilecek. Siyaset yasağı alanlar ise yüksek mahkemeye itiraz edecek. Fakat yüksek mahkemelerde de artık çoğunluk iktidarın atadığı yargıçlarda.

Polonya Cumhurbaşkanı Duda

Yasayı Cumhurbaşkanı Duda onaylar onaylamaz, muhalefet lideri Donald Tusk halkı 4 Haziran (yani yarın) sokağa çağırdı, bütün muhalefet liderlini mitinge davet etti.

Sopayı kıramayınca

1989 yılında rakiplerini hapse atan, siyasetçileri ev hapsi veren, ülkeden süren komünist rejime karşı mücadele veren Donald Tusk, anketlere göre seçimleri kaybeden iktidarın amacını erkenden sezdi.

Seçimlerde Tusk liderliğindeki Sivil Platform, Sol İttifak ve muhalefet ittifakına katılmayarak iktidar partisinden rahatsız olan ılımlı muhafazakar seçmene hitap etmeye çalışan Üçüncü Yol İttifakı anketlere göre meclis çoğunluğunu ele geçirecek. Ve Avrupa Konseyi gibi çok uluslu bir yapıyı yönetmiş olan Donald Tusk, başbakan olarak farklı muhalif partileri bir araya getirip çok partili bir koalisyonu yönetebilecek nadir muhalif isimlerden biri.

Tusk’ın geniş koalisyon kurma ihtimaline karşı iktidarın almayı planladığı önlem ise siyasi yasak.

Polonya, yargıçların dahi sokağa çıkıp protesto yapabildiği, her türlü baskıya rağmen faaliyet gösteren bağımsız medyanın bulunduğu, üniversitelerin özerkliğini koruduğu güçlü bir toplumsal ve siyasal muhalefete sahip bir ülke. Her şeyden öte bir Avrupa Birliği üyesi.

Fakat yine de 2023 yılında bir Avrupa Birliği ülkesi, seçimleri kazanma ihtimali bulunan bir siyasetçiye saçma ve soyut iddialarla siyasi yasak verilmesini tartışıyor. Halk siyasi yasaklara karşı sokağa çıkıyor.

Sanırım 34 sene önce komünist rejimin sandığa gömülmesi için heyecanla ilk oyunu atan 32 yaşındaki genç liberal Donald Tusk, yıllar sonra demokrasi mücadelesinin hala bitmediğini öngörse daha az heyecanla sandığa giderdi.

Zira hukuku bir demokrasiye, muhaliflere karşı bir sopa gibi kullanan rejim değişse de, o sopa kırılamadı.

Sadece sol eldeki sopayı, sağ el aldı.

Sopalar kırılmadıkça da ne Polonya’da ne de başka bir ülkede demokrasi mücadelesi bitmeyecek gibi duruyor.

En azından Donald Tuskların heyecanı bitene kadar…

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version