Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Temellendirmede ayetlere lafzi yaklaşım 

Temellendirmede ayetlere lafzi yaklaşım 


YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek projeksiyonu serisi 50)

Son yazımda Kur’an ayetlerine yaklaşım keyfiyetimi kısaca özetlemeye çalışmış ve yazımı şöyle bitirmiştim: ‘Bu zaviyeden bakınca; gayrimüslimler cennete gidecek diyenler de gitmeyecek diyenler de görüşlerini temellendirmek için kullandıkları ayetlere genellikle lafzi yaklaşım sergilemişlerdir. Genellikle dedim…’

Kaldığım yerden devam ediyorum. Genellikle dedim, çünkü ayet ayet incelemeye tabii tuttuğumda istisnalar söz konusu. Ama büyük çoğunluğu itibariyle tarihi bağlamından kopuk lafzi mana esas alınarak görüşlerine delil olarak ortaya sürmüşlerdir. Mesela gayrimüslimler cennete gitmeyecekler diyenler: “Her kim, İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki) bu din ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır. Üstelik böyleleri ahirette hüsrana uğrayacaktır” (3/85) ayetini delil olarak ileri sürüyor. Ama burada kastedilen İslam’ın ne olduğunu hiç nazara almıyorlar. Hangi sebeple bu ayet nazil oldu bunu gündeme getirmiyorlar. 

Öncelikle bu ayet bir bütünün parçasıdır, önceki ve sonraki ayetlerle bağlantılıdır. Derveze bunu anlatırken şöyle der: “Önceki ayetler, ehli Kitap’ın özelliklerini, Allah’ın kitabını tahrif etmelerini, kitabı kötü yorumlayarak Allah’a verdikleri sözü yerine getirmelerini anlatmıştı. Bu ayetler ise söz konusu tutumlarından ötürü onları yermekte, Nebi’ye Allah’ın bütün peygamberleri ile onlara gönderdiği kitapları hakkında inancını ve ona teslimiyetini bildirmesini emretmiştir. İşte onun dışında hiçbir dinin kabul edilmeyeceğini Allah’ın dini budur ve bu dinin dışındaki dinlere tabii olanlar hüsrana uğrayanlar olacaktır.”

Aynı durum gayrimüslimler cennete gidecek diyenler için de geçerli. Onlar da “Allah kullarına karşı zalim değildir” (3/182) “Allah kullarına asla zulmetmek istemez”, (41/46) ayetlerini zikredip gayrimüslimlerin de bunların içine girdiğini söylüyor ama söz konusu ayetlerin sebebi nüzulü ve muhatapları adına bir bilgi vermiyorlar. 

Allah “Rahmetini dilediğine has kılar” (3/74) ayetini, ayetin tamamını da değil sadece bu parçasını alarak delil olarak ileri sürüyor ama sebeb-i nüzulünden hareketle bildiğimiz üzere oradaki rahmetin “peygamberlik” olduğunu ve ayetin Yahudilerin Efendimize peygamberliğin verilişini hazmedemedikleri için indirildiğini söylemiyorlar. 

Her şeyden önce burada muhatap müşrikler değil, Yahudiler. Mesele müşriklerin ya da ehli kitabın cennete gidip gitmeyeceği, rahmetine kimin nail olup olmayacağı da değil.  Mesele Allah’ın peygamberlik gibi serapa rahmet olan vazifesini kime verip vermeyeceği ve bu kararının kime ait olduğu.  Şöyle diyor Allah: “Allah peygamberlik vazifesini/lütfunu dilediğine/layık gördüğüne mahsus kılar. Allah çok büyük lütuf sahibidir.”

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Peygamber’i) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğruyu bile bile gizlerler.” (2/146) Bu ayeti de delil olarak ortaya koyuyorlar ama “onu” diye tercüme edilen ve parantez içinde “Peygamber’i” diye anlatılan “hu” zamiri, ayetin siyak ve sibakından, nüzul sebebinden ve erken dönemlerde yapılan tefsirlerden açıkça anlaşıldığı gibi Hz. Peygamber değil Kabe’nin kıble oluş keyfiyetidir.

Aynı türden yaklaşımlar hadislerde de gösteriliyor. “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33; İbn Mace, Zühd,9), ya da “Kalbinde zerre kadar iman olan da cehenneme giremez” (Tirmizi, Birr, 361) Veya “Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ister Yahudi ister Hristiyan olsun, bu ümmetten herhangi biri benim peygamber olduğumu duyar da, benimle gönderilen gerçeğe iman etmeden ölürse, kesinlikle cehennemlik olur” (Müslim, İman, 40) veya “Şüphesiz Allah hiçbir müminin işlediği iyiliği karşılıksız bırakmaz. Mümin yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de ahirette mükafatlandırılır. Kafire gelince dünyada yaptığı iyilikler karşılığında kendine rızık verilir. Ahirete vardığında kendisine verilecek mükâfat olmaz.” (Müslim, Münafıkîn, 56) 

Halbuki bu hadislerin her biri belli bir bağlamda muhataplarına söylenmiştir, verili duruma işaret etmektedir. Bunları bağlamlarından kopartıp genel hükümlere konu etme, bizleri doğru bir sonuca ulaştırmıyor. Muhatapları da herkesin bildiği gibi İslam ve Müslümanlara karşı fiilen mücadele eden kişilerdir. 

Açıkça ifade edeyim, bu türlü bir yaklaşımın ve temellendirmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Böylesi bir yaklaşım sergileyecek olsak gayrimüslimlerin cennete girmesi/girmemesi ile alakalı olarak başka görüşler de ortaya atabilir, onları da destekleyecek ayetler bulabiliriz. Mesela; “insanlığa yararlı işler yapan ve ahirete de iman eden kişi cennete gidecektir” der ve bununla alakalı şu ayetleri delil olarak sunabiliriz. “Kim bir kötülük yapmışsa sadece o kötülüğünün miktarınca ceza görecektir; kim de -erkek olsun kadın olsun- mümin/inanmış bir kişi olarak dünya ve ahirette yararlı iş yapmışsa işte böyleleri de cennete girecekler, orada kendilerine hesapsız nimetler verilecektir.” (40/40)

Gördüğünüz gibi ayet inanmış olması şartıyla salih amel yapanların cennete gideceğini söylüyor. İnanmış olma konusunda da herhangi bir tafsilde bulunmuyor. Allah’a ve Peygamber’e inanma mı, yaptığı salih amelin insanlığa yararlı olacağına inanma mı belli değil. Öyleyse bunu yaptığı işin insanlığa yarar fayda getireceği diye yorumlayıp yukarıdaki hüküm verilebilir. Halbuki yukarıda altı ayrı açıdan bakmak lazım diyerek izahını yaptığımız perspektiften ayete baktığınızda bu ayet her şeyden önce ayetler kümesinin bir parçası. Öncesi ve sonrası var. İkincisi, ayet “mü’mini Âl-i Fir’avun” diye geçen Firavun’un kavminde Hz. Musa’ya iman eden bir kişinin Firavun’a söylediği sözler. Şimdi bunu bu konteksten çıkartıp kötülük yapanlar cezasını görecek, iyilik yapanlar da cennete gidecek şeklinde genelleyerek ele alabilir miyiz?

Şu ayeti de aynı istikamette misal olarak sunabilirim: “Biz iman edip salih amel işleyenlerle yeryüzünü fesada veren bozguncuları bir mi tutacağız? Yoksa yaptığı işleri doğru düzgün yapanları yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız?” (38/28) Halbuki bu ayet Hz. Davud (as) ve heveslerine uyarak onu adalet ve hakkaniyetten uzaklaştırmak isteyen kavmi hakkında inmiştir. 

Özetle şunu ifade etmek isterim, Kur’an ayetlerinin herhangi bir mevzuda delil olarak kullanılmasının asgari şartı ayetin orjinal manasının keşfidir. “İtibar, lafzın umumî oluşunadır, sebebin hususîligine değildir”, “Sebebi nüzulün hususiliği lafzın umumiliğine mâni değildir”, “Mevrid-i nassta içtihada mesağ yoktur”, ve “kelamın i’mali (kullanılması) ihmalinden evladır” gibi kaideler her ayet için doğru sonuçlar ortaya çıkarmamaktadır. Evet, Kur’an’ın tarih-üstü mesajlarını çıkartmak bu ve benzeri kaidelerde yerini bulan yaklaşımlara ihtiyaç duyar ama ayetin özgün manası ile bu kaidelere dayanarak bizim çıkardığımız sonuçlar arasında uçurum olmaması şarttır. Allah’ın nüzul dönemindeki muhataplarına “ne dediği” ile “ne demek istedi” sorusuna yönelik 14 asır sonra bizim çıkarttığımız sonuç arasında mutabakat olması gerekir. Onun için bu ve benzeri kaidelerin kullanımında sınırların iyi belirlenmesi ve özenle korunması şarttır. Aksi halde makasıd-ı İlahiden uzaklaşmak hiç de zor değildir.

Kaldı ki usul ilmine yönelik derinlemesine inceleme yapanların takdir edeceği gibi bu kaidelerin çıkış noktalarından biri Kur’an’ın “hadiselere bağlı olarak parça parça indiği” değil sanki Kur’an bir bütün olarak inmiş gibi muamele görmesinden dolayıdır. Halbuki her ayet ya da ayetler kümesi ilk muhataplarına “ne dedi” sorusuna cevap verme yaklaşımıyla ele alınsa, belki de Kur’an’ın anlaşılması adına bu ve benzeri kaidelere hiç ihtiyaç kalmayabilir. Son söylediğimiz usule ait ve teknik sayılabilecek bu detay başta tefsir, kelam ve fıkıh olmak üzere farklı ilmi disiplinlerin kendi aralarında yapacakları ayrı bir müzakere konusu olabilir.

Önemli bir konu olması itibariyle sözü uzatma pahasına da olsa tekrar edeyim; “gayrimüslimler cehenneme gidecek ya da cennete gidecek” kesin hükmünü verenler Kur’an’ı anlama ve yorumlamada metodolojik ya da sistemik bir problemin içindeler. Ayetlere atomik bir yaklaşım sergiliyor, ne Kur’an’ın inmiş olduğu toplumun sosyo-kültürel bağlamını ne sebebi nüzulünü ne nüzul sıralamasını ne lafız, mana, hüküm ve maksat arasındaki kopmaz ve koparılamaz ilişkiyi ne Kur’an’ın bütüncüllüğünü ne de 14 asırdan bu yana söz konusu ayetlerin gelenek içinde farklı yorumlara ve uygulamalara konu olduğunu kaale alıyorlar. Lafzi bir yaklaşım sergileyerek hüküm veriyorlar. Hem de vermiş oldukları hükmün Allah adına verilen bir hüküm olduğunun farkına varmaksızın.

Pekâlâ neden? Ayetlere getirilen bu parçacı yaklaşımların zihniyet arka planında ne var? 

Devam edeceğim…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version