Oğulcan ÖZGENÇ
ANKARA – Seçimlere sayılı günler kala Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı bileşeni partilerin LGBTİ+ karşıtı söylemleri gündemde. Söz konusu söylemler geniş bir perspektiften bakıldığında toplumsal cinsiyet kavramına ve bu kavrama dayanan eşitlik mücadelesine yönelik bir karşıtlığa işaret ediyor.
Bu söylemlerin yeni bir siyasal ajandaya işaret edip etmediğini, arkasında yatan nedenleri, Avrupa’daki benzer hareketlerle etkileşimlerini akademisyen Alev Özkazanç ile konuştuk.
‘GÜÇLÜ BİR ERİL REAKSİYONDAN SÖZ EDEBİLİRİZ’
İktidarın LGBTİ+ ve kadın karşıtı söylemlerini sadece aşırı sağ ile ilişkilendirebilir miyiz? Yoksa bu söylemler ve hayata geçirilmeye çalışılan politikalar yeni bir siyasal ajanda olarak mı okunmalı?
Bu söylemleri günümüzün otoriter-popülist ya da aşırı sağcı oluşumların bir parçası olarak görüyorum. Ülkede son dönemde yaşananlar küresel düzeyde 2010’lardan itibaren önceleri Orta ve Doğu Avrupa’da gelişen böyle bir reaksiyoner karşı-hareketin bir yansıması ve parçası olarak gelişiyor. Bu aşırı sağcı hareketler ve rejimlerde, anti-feminist ve anti-LGBTİ temalar daha önceleri görülmeyen türden çok kritik bir önem kazandı. Bu söylemlerin genel çerçevesini yerli-milli olan ile yabancı-öteki olan karşıtlığı oluşturuyor ve her durumda, feminist ve LGBTİ kazanımlar ve oluşumlar, dışarıdan, büyük güçler tarafından milli bünyeyi bozmak amacıyla dayatılan etkili bir virüs olarak görülüyor. Aynı zamanda feminizm ve LGBTİ düşmanlığı yaparak, insan haklarına dayalı demokratik sivil toplumu yok etmek ve bu hareketlerin yarattığı güçlü sekülerleştirici etkiyi tersine çevirmeye de çalışıyorlar. Dahası, yaratmaya çalıştıkları korku ve nefret atmosferini derinleştirmek için terörün yanı sıra bunu da çok etkili bir araç olarak kullanıyorlar.
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketleri meydana getiren itkiler neler? Neden böyle bir karşıtlık ile karşı karşıyayız?
Tarihsel ve küresel düzlemde ortak olan iki temel neden olduğunu düşünüyorum. İlki, 1970’lerden itibaren çok etkili olan küresel kadın hareketinin ve LGBTİ hareketlerinin kazanımlarına karşı çıkmak. O yüzden günümüzün toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerini karşı-hareket olarak adlandırabiliriz. Çünkü buradaki temel itki, asıl hareketlere karşı gelmek ki burada güçlü bir eril reaksiyondan söz edebiliriz. Geleneksel toplumsal cinsiyet kimliklerinin ve ataerkil aile yapılarının zayıflamasına, dönüşmesine karşı eril reaksiyonlar söz konusu. Hatta diyebiliriz ki ataerkilliğin krizi ve erkeklik krizi yaşanıyor. Bunu tüm dünyada farklı biçimlerde ve düzeylerde görüyoruz.
İkinci neden ise, daha çok neoliberalizmin son kırk yıldır yarattığı tahribatın sonuçlarıyla ilgili. Hem neoliberalizmin toplumsal dokuyu çözücü etkilerine hem de liberal-demokratik rejimlerin krizine gösterilen yaygın toplumsal tepkiler var ki bu tepkileri günümüzde sağcı popülizmler etkili biçimde sömürüyor ne yazık ki. Böylece bu sağ-popülist hareketlerde toplumsal cinsiyet karşıtı söylemler ile “anti-emperyalist”, yerli-millici, ve anti-demokratik temalar hep iç içe geçerek etkili oluyor. Onlara göre, feminizm ve LGBTİ destekçisi olmak demek elitist, halka yabancı, büyük ve örgütlü kötücül dış güçlerin, BM’nin, Soros’un, medya ve teknoloji devlerinin oyuncağı olmak demek.
‘AİLE, ‘KALPSİZ DÜNYANIN RUHU’ OLARAK TAHAYYÜL EDİLİYOR’
Cumhur İttifakı bileşeni Yeniden Refah Partisi geçen günlerde bir açıklama yaptı: ”Eğitim sistemi, ahiret öncelikli nesiller yetiştirecek. Allah korkusu olan nesiller, yetiştirecek. Nefsi esaret yerine, nefis terbiyesini esas alan, materyalist değil, maneviyatçı nesiller yetiştirecek.” Buradan hareketle toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin bir boyutu da müfredat düzenlemelerinden geçiyor diyebilir miyiz?
Seçimi kazanmak için tüm düğmeler birden basan rejimin, YRP ile ittifak yapması ve HÜDA PAR ile iş birliğine gitmesi ne büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Bu seçimi kazanacaklarına inanmıyorum ama eğer ki bir şekilde bu rejim devam edecek olursa sadece müfredat değil, başta 6284 ve Medeni Yasa olmak üzere tüm yasal çerçeve tehdit edilir. Ancak buna yetecek bir güçleri olduğunu sanmıyorum.
Geçtiğimiz aylarda Büyük Aile Buluşmaları adı altında nefret mitingleri düzenlendi. İktidar da aile merkezli politikalarını her geçen gün güçlendiriyor. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler aile nasıl bir yere konumlandırılıyor?
Bu karşı-hareketler tüm dünyada asıl olarak aileyi korumak ama özellikle de çocukları korumak teması üzerinden ilerliyor. Bu hareketlerde anti-feminist temalar anti-LGBTİ temalarla kol kola geçiyor ama özellikle AB ülkelerinde anti-LGBTİ temalar daha önde. Bu karşı-hareketin en çok karşı çıktığı şey, LGBTİ hakları, özellikle de eşcinsel evlilik, evlat edinme hakları ve çocuklara okullarda verilen cinsel eğitimlerde LGBTİ temaların içerilmesi. Ailenin yapısını bozan şeyin LGBTİ olduğu söyleniyor. Çocuklar ve yeni nesil ve hatta insan soyu büyük bir tehdit altındaymış gibi temsil ediliyor. Ama özellikle aile vurgusu ön planda çünkü aile, bu aşırı sağcı popülist kurguda “kalpsiz dünyanın ruhu” olarak görülüyor. Elimizdeki son kale, büyük ve tehdit edici güçlere, anlaşılamayacak kadar uzak, karmaşık ve yabancı güçlere, bürokratik, teknolojik ve sermaye güçlerine karşı son kale olarak savunulması gereken bir yuva ideali olarak tahayyül ediliyor.
‘ANTİ-LGBTİ PROPAGANDAYI EN İLERİ NOKTAYA TAŞIDILAR’
Önceden de toplumsal cinsiyet kavramına karşı bir karşıtlık vardı ancak bu denli yoğunlaşmamıştı. Bu hareketleri öncekilerden ayıran temel unsurlar nelerdir?
Toplumsal cinsiyet kavramına karşıtlık 1990’lardan itibaren başladı. Öncelikle Vatikan, BM’in Küresel Kadın Konferanslarında öne çıkmaya başlayan bu kavrama itiraz etmeye başladığı zaman. Vatikan o yıllarda kadın-erkek demek yerine bu kavramın (gender) kullanılmasının LGBTİ haklarına yol açtığını savunuyordu. Günümüzde de İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkılırken dile getirilen temel itiraz budur. Ancak 90’lardan günümüze gelene kadar çok şey değişti ve bu kavrama karşıtlık, 2010’lardan itibaren önceleri Doğu ve Orta Avrupa’da yükselen ve hızla kitleselleşen bir hareket biçimini aldı. Bu kitleselleşmede, otoriter popülist hareketlerin ve rejimlerin yükselişi kritik rol oynadı. Böylece, toplumsal cinsiyet (eşitliği) karşıtlığı, neoliberalizme ve liberal demokrasiye yönelik hoşnutsuzluk ve itirazlarla eklemlendi. Güncel hareketleri önceki tüm anti-feminist ya da homofobik hareketlerden ayıran temel faktör budur. Güncel hareket, dar bir dinci reaksiyona da indirgenemez. İçinde bolca dincilik olmasına rağmen asıl olarak yerli-millici faşizan hareket ve rejimlerin temel dayanaklarından birisi haline gelmiştir diyebiliriz.
Türkiye’deki karşıtlığın Avrupa’daki hareketler ile güçlü etkileşimleri var mı?
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareket, özellikle Hristiyan dünyada çok geniş küresel bir ağ halinde örgütleniyor. Türkiye bu ağın dışında kaldığı için bu küresel hareketle tam uyumlanması biraz gecikti bence. Ama 2019 civarında bu uyum-öğrenme-taklit süreci başladı ve çok hızlı gelişti. Özellikle İstanbul Sözleşmesine karşıtlığın hâkim olduğu Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden doğrudan bir etkilenme yaşandı ve oralardaki söylemler aynen ülkeye taşındı. Aslında hiç de benzer koşullar olmadığı halde taklit söylemler kullanıldı. AB ülkelerinde eşcinsel evlilik ve evlat edinme gibi konular reel bir yasal düzenleme konusu olarak tartışılıyorken ülkede böyle bir durum yoktu. Buna rağmen LGBTİ tehdidi söylemimin işe koşulması bir düzeyde etkili oldu ama o ülkelerde olduğu kadar da değil.
Türkiye’de anti-LGBTİ söylemlerin etkisi daha çok anti-feminist tutumlara bağlı olarak etkili oluyor, bu yüzden İstanbul Sözleşmesine karşı çıkılırken rejimin üst mevkileri daha çok “eşcinsel sapkınlık” tezini ileri sürerken, tabanda bu söylemin popülerleşmesi 6284 nolu yasaya karşıtlık temelinde gerçekleşti. Gerçi varılan son düzlükte, artık rejim için bu farkların bir önemi kalmadı, ülkede eşcinsel evlilik gündemi olmamasına rağmen, üstelik muhalefetin bunu vaat ettiğine dair sahte afişler dahi üreterek, anti-LGBTİ propagandayı en ileri noktaya taşıdılar.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***