Her şey BM Genel Kurulu’nun 2017 yılında aldığı bir kararla başlamıştı.[1] Konferans için ilk toplantı 2018’de yapıldı. Konferansın amacı, 1982 tarihli ve neredeyse tüm devletlerin taraf olması (Türkiye nadir istisnalardan biri) sebebiyle uluslararası deniz hukukunun anayasası olarak anılan BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne bağlı olarak açık deniz alanlarındaki biyoçeşitliliğin korunmasına dair detaylı bir hukuki rejimin oluşturulmasıydı. 5 yıl süren müzakerelerin, hatta konferansın kurulması öncesindeki hazırlık aşamaları da hesaba katılırsa 20 yıllık bir diplomatik çabanın bu şekilde olumlu sonuç vermesi, uluslararası sistemde çok taraflılığın derin sorgulamalardan geçtiği böyle bir dönemde geniş çaplı uluslararası işbirliğinin hâlâ mümkün olduğunu göstermesi açısından da umut verici bir gelişme oldu.
BBNJ neden bu kadar önemli?
Çevrenin korunması meselesini ele alan uluslararası hukuk kuralları ve kurumları, bir başka deyişle uluslararası çevre hukuku her geçen gün uluslararası hukukun çeperinde değil merkezinde yer alan bir alana dönüşüyor. Bunun sebebi şüphesiz ki tüm dünyayı etkileyen iklim değişikliği, ormansızlaşma, kuraklık ve su kaynaklarının kıtlığı gibi çevresel sorunların uluslararası toplum tarafından her geçen gün daha çok hissedilmesi. Böylece başta devletler olmak üzere uluslararası toplumun tüm aktörleri üzerinde eyleme geçme baskısı artıyor. Bu bağlamda biyoçeşitliliğin korunması da 1990’lardan beri uluslararası hukukun gitgide daha fazla odaklandığı çevresel sorunlardan biri. 1992 yılında Rio de Janeiro’da yapılan meşhur Dünya Zirvesi’nde imzaya açılan ve 1993 yılında yürürlüğe giren Biyolojik Çeşitliliğe ilişkin Sözleşme (CBD) bu konuda atılan ilk kapsamlı adım oldu. CBD’nin temel amaçlarından biri biyolojik çeşitliliğin korunmasıydı ama biyolojik kaynakların sürdürülebilir kullanımını ve genetik kaynaklardan elde edilen faydaların adil ve hakça paylaşılmasını sağlamak da hedeflenmekteydi. CBD, daha sonra aktedilen Cartagena ve Nagoya protokolleriyle de desteklendi. Ayrıca CBD’ye taraf devletler 1994’ten itibaren düzenli konferanslar (COP) düzenleyerek biyoçeşitliliğin korunmasına dair uluslararası işbirliğini dinamik hâlde tuttular. Nitekim en son 2022 yılında toplanan konferansta (COP 15) devletler son derece önemli taahhütler ortaya koydular.[2] Öte yandan, 2000’li yıllarda biyoçeşitliliğin korunması meselesinin ne denli önemli bir başlık hâline geldiğinin bir göstergesi, BM Genel Kurulu’nun 2010-2020 yılları arasını “biyoçeşitlilik on yılı” ilân etmesiydi.[3]
Deniz alanlarındaki biyoçeşitliliğin özel olarak ele alınması ise daha yeni bir durum. Her ne kadar soluduğumuz oksijenin yarısına kaynaklık edecek kadar kritik bir öneme sahip olan ve yeryüzünün çoğunluğunu kaplayan okyanuslardaki biyoçeşitlilikte yaşanacak bozulmaların yol açacağı felaketlerin çok büyük olacağı gerçeği apaçıksa da uluslararası kamuoyunun bu kaygıyı derinden hissetmesi daha ziyade gelişen teknoloji ile paralel gerçekleşti. Zira hızla gelişen teknoloji ile okyanusların hemen her yerinden canlı ve cansız kaynakları çıkarmak mümkün hâle geldiği için bu alanlarda yapılan hummalı faaliyetlerden biyoçeşitliliğin zarar görmemesi kaygısı daha çok öne çıkmaya başladı.
Buna karşın açık denizlerdeki canlı kaynakların ve ekosistemlerin korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını kapsamlı olarak düzenleyen bir uluslararası antlaşma henüz mevcut değil. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi bu konuda detaya girmiyor. Ancak balıkçılık, göçmen kuşlar ve açık deniz yatağından maden çıkarma gibi konuları ayrı ayrı ele alan daha dar kapsamlı veya bölgesel antlaşmalar mevcut. Bu sebeple şimdiye kadar okyanusların yüzde 40’ının insan faaliyetleri sebebiyle ciddi zarar görmesi ve dünyadaki balıkçılık bölgelerinin üçte ikisinde balıkçılık limitinin ya aşılmış ya da en iyi ihtimalle aşılmak üzere olması engellenemedi.[4] Ayrıca BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ile tesis edilen ve açık deniz yataklarındaki cansız kaynakların çıkarılması faaliyetlerini düzenleyen Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi’nin denetim mekanizmalarının açık denizlerdeki biyoçeşitliliğe verilen zararın önüne geçilmesi hususunda yeterli olmadığı görülüyor. Okyanus suları Sanayi Devrimi öncesi döneme göre yüzde 30 daha asidik hâle gelmiş durumda ve tüm bu değişimler okyanuslardaki karmaşık ekosistem ağlarını bozuyor.[5]
3 Mart 2023’te üzerinde uzlaşılan BBNJ metni açık deniz alanlarındaki biyoçeşitliliğin korunmasına dair uluslararası hukukun mevcut boşluklarını giderebileceği, dolayısıyla okyanuslardaki bozulmanın durdurulmasına ciddi bir katkı yapabileceği için çok kritik. Bu sebeple BBNJ, 2015 yılında kabul edilen Paris İklim Anlaşması’ndan sonra akdedilmiş olan en önemli çok taraflı uluslararası çevre hukuku antlaşması olarak niteleniyor.[6]
BBNJ ne getiriyor?
Öncelikle belirtmek gerekir ki bu aşamada BBNJ’nin henüz bağlayıcı bir uluslararası antlaşma hâline gelip yürürlüğe girmesi söz konusu değil. Metni kabul eden devletlerin kendi ulusal hukuk sistemleri çerçevesinde onay süreçlerini tamamlamaları gerekiyor. Şayet bu aşama da başarıyla tamamlanır ve BBNJ yürürlüğe girerse okyanusların yüzde 90’ına tekabül edecek bir alandaki biyoçeşitlilik ile ekosistemlerin korunması ve sürdürülebilir şekilde kullanımı için kapsamlı bir hukuki rejim tesis edilmiş olacak.[7]
BBNJ ile birlikte açık denizlerde biyoçeşitliliğin korunmasını gözeten yeni bir uluslararası otorite kurulacak. BBNJ’ye taraf devletlerin temsilcilerinden oluşacak hükümetler arası bir konferansın yönetiminde olacak bu otoritenin kendi sekretaryası ve bilimsel yahut teknik komiteleri olacak. Yani BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ile kurulan Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi’ne benzer bir yapının daha ortaya çıkması söz konusu.
BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin getirdiği mevcut hukuki rejimde var olmayan “özel tanınmış deniz koruma alanları” isimli yeni bir deniz alanı kategorisi kurulacak. İçerisindeki biyoçeşitliliğin korunması için özel çaba gösterilmesi gereken hassas alanlar olarak nitelenebilecek böyle alanların kurulması, COP15 Zirvesi’nde açıklanan okyanusların yüzde 30’unu koruma hedefine ulaşılması için son derece önemli bir imkân olacak.
BBNJ ile açık denizlerdeki ekonomik faaliyetlere ilişkin çevresel etki değerlendirme ölçütleri de değişecek ve bu konuda yeni ve detaylı kurallar tesis edilecek. Hem devletler hem de özel şirketler için bu ölçütlere uymak ve başlanacak projelerde çevresel etki değerlendirmesini şeffaf bir şekilde kamuoyuna sunmak zorunlu olacak.
BBNJ’nin ele aldığı bir diğer konu ise denizlerdeki genetik kaynaklara dair araştırma faaliyetlerinin sonuçlarının tüm uluslararası toplumun faydasına sunulması. Zira bir yandan genetik araştırma faaliyetleri kayda değer bir yatırımı ve yatırımın karşılığında bulguların araştıranın fikri mülkiyeti kapsamında kalmasını gerektirirken öte yandan açık deniz yataklarının uluslararası hukuk açısından tüm insanlığın ortak mirası sayılması bu alanlardan elde edilecek bulguların sadece tek bir tarafın faydalanması için muhafaza edilmesine engel bir durum ortaya çıkarıyor. Söz konusu araştırma faaliyetlerine girişebilecek kapasiteye sahip devletler ile diğer devletler doğal olarak bu konuda karşıt taraflarda yer alıyor. BBNJ ise paylaşıma yönelen, dolayısıyla kalkınmış devletlerin korumacı eğilimini desteklemeyen bir çözüm getiriyor ve açık denizlerdeki genetik kaynaklardan elde edilen bilimsel bulgular ile geliştirilen teknolojilerin kalkınmakta olan yahut az kalkınmış devletlerle paylaşımını zorunlu kılıyor.
Zorluklar ve umut
Devletlerin BBNJ metninde uzlaşmış olması büyük bir adım olsa da bu antlaşmanın henüz taraf devletlerin onay süreçlerinden geçmediği ve yürürlüğe girmediği unutulmamalı. Tarihte bu süreci atlatamayan veya çok uzun yıllar sonrasında atlatabilen birçok kritik çok taraflı uluslararası antlaşma var. Elbette BBNJ’nin akıbeti de o antlaşmalara benzerse şu an atılan tarihi adım sönümlenmiş olur. Hatta şimdiden BBNJ metnine dair son müzakere oturumlarının çok aceleye getirildiğini dillendiren Rusya gibi çark etme sinyalleri veren devletler ortaya çıkmaya başladı bile.[8] Öte yandan, son yıllarda çevresel konularda uluslararası işbirliğinin hızlandığı ve derinleştiği göz önünde tutulursa BBNJ’nin hızla yürürlüğe gireceğine dair iyimser olmak da mümkün.
Bir diğer zorluk ise BBNJ yürürlüğe girse bile bazı hükümlerinin uygulamasına dair belirsizliklerin varlığı. Örneğin, özel tanınmış deniz koruma alanları belirlendikten sonra buralarda hukuka aykırı faaliyetleri caydırıcı gücün nasıl sağlanacağı sorusuna cevap olan bir zorlayıcı mekanizma öngörülmüyor. Ayrıca her türlü savaş gemisinin ve devletlerin ticari amaçlı kullanılmayan gemilerinin BBNJ hükümlerinin çoğunun kapsamı dışında tutulmuş olması, uygulamada bazı zorluklar çıkarabilir.
Tüm risklere ve zorluklara rağmen BBNJ, uluslararası ilişkilerin farklı kutuplar arasında son derece gerildiği bir dönemde “çok taraflılığın” mümkün olduğunu hatırlatması, kalkınmış devletler ile kalkınmakta olan yahut az kalkınmış devletler arasında çevresel konularda hep tecrübe edilen derin ayrışmaları giderip bir uzlaşı zemini oluşturması ve “hepimizin aynı gemide” olduğu bilincinin karar alıcılar nezdinde karşılık bulduğunu göstermesi bakımından umut verici bir adım.
[1] https://documents-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N17/468/77/PDF/N1746877.pdf?OpenElement
[2] https://www.ekoiq.com/cop-15ten-biyocesitlilik-kaybini-durdurmayi-hedefleyen-tarihi-anlasma-cikti/
[3] https://www.cbd.int/undb/home/undb-strategy-en.pdf
[4] https://www.cfr.org/article/bringing-high-seas-biodiversity-treaty-port
[5] https://oceanservice.noaa.gov/facts/ocean-oxygen.html#:~:text=About%20half%20of%20Earth’s%20oxygen,oxygen%20than%20the%20largest%20redwoods
[7] https://www.cfr.org/article/bringing-high-seas-biodiversity-treaty-port
[8] https://www.democracynow.org/2023/3/6/historic_un_agreement_protecting_marine_biodiversity
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***