Milli Saraylar İdaresi Başkanı Yasin Yıldız ve ekibinin sadece camide çekim yapmasının ardından, pencere kenarına sıkıştırılan ezik bira kutusunun camide gezdirilerek çekilmiş fotoğraflarının basında yer bulduğunu anlatan Yıldırım, ayrıca o dönem elinde silahlar olan altı kişilik bir grubun kendisine, “Sen nasıl yalanlarsın Cumhurbaşkanımızı” diyerek saldırdığını açıkladı.
O günlerde camide yaşananları anlatan Yıldırım, olayların ardından AKP Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz ve Devlet Bakanı Egemen Bağış’ın geldiğini, “İçki içilip içilmediğini bilmiyorum, görmedim, kameralarda çıkacak” dediğini, ancak Bağış’ın çıkışta kameralara, “Fuat hocayla görüştük ‘içki içilmedi’ dedi. Basın Konseyi’nden tehdit etmişler” açıklamasını yaptığını anlattı. Egemen Bey, senaryo yazmış” diyen Yıldırım, “Tabii Erdoğan, Afrika gezisinden geri döndü. Birkaç gün sonra 1 milyonluk mitingde ‘gideceksiniz caminin hocasını tehdit edeceksiniz, yalan yanlış haber yazacaksınız’ dedi. Eyvah! İş koptu. Tamamen Cumhurbaşkanı aldatıldı” diye konuştu.
Yıldırım, yaşananları şöyle anlattı:
“Günlerden cuma. Akşam namazına doğru gaz bombası sesleri geldi. Ben Gezi Parkı’nda olay olduğunu bilmiyorum. Bir grup caminin kapısına dayandı. Polis bastırıyor. Grup 1500 kişiydi. Biz korktuk. Kapıyı kilitledik. Yüklenince kilit attı. Dedik ki mabettir. Adabına uygun olun. İkna ettik. Polis çekilince camiyi boşalttık.
Döndük cumartesiye. Ben tek başımayım. Öğle namazına hazırlanıyordum. Bir baktık, sloganlar. Dediler ki CHP’nin Kadıköy’deki mitingi ertelendi. Gezi Parkına destek için halk oraya çıkıyor. Emniyet’in ihmali var. O kadar insan biriktirmeyebilirdi. Sanki bilinçli şekilde getirdiler Dolmabahçe’ye. Beşiktaş’tan, Eminönü’den harıl harıl insan geliyor. Taksim’e çıkamıyorlar. Yediğimiz gazın haddi hesabı yok. Camiye geçtim. Hamile kadınlar, kronik rahatsızlığı olanlar, yaşlılar var. İnanç turizmi için gelenler sıkışmış. Tek girebileceği kapalı alan cami. Hepsi yüklenince telsiz mikrofonu aldım. Dedim ki ‘Caminin adabına uygun oturun, ayakkabılarınızı çıkarın.’ Sözümün dışına çıkmadılar. Cami boşalıyor, tekrar doluyor. Allah korusun, havai fişek atılsa camiyi yakar. Madımak Oteli’ne döneriz. Aradım valiyi. Aldığım cevap ne, biliyor musunuz. ‘Hocam başının çaresine bak, oraya polis sokamam.’
Ne yapmam gerekiyor? Bırakıp kaçmam mı lazım? Kaymakam yok. Belediye başkanı yok. Müftü izinde.
Camide Cumhurbaşkanımızın ailesine hakaret edilen pankart açıldı. Hanımlar açanları pataklayıp pankartı yırtıp attı.
Akşam-yatsı arasında şiddetli çatışma oldu. Dolmabahçe Sarayı’ndakiler girişe kum torbaları koydular, kapıları kilitlediler, ışıkları söndürdüler. Karanlıkta kaldık. Sadece caminin ışıkları var. Ülkemizi Allah korudu o gece. Allah muhafaza etsin, bomba atılsa ve ormanlık alandan taransa iç savaş çıkardı. İkiye bölünürdü ülke. O yaşadıklarım aklıma geldikçe bedeli neyse ödemeye değer. Alan tamamen genç… Kimi çocukları bunlar? Terörist de olsa senin ülkenin çocukları kardeşim. Öyle değil mi?
Beyaz önlüklü kızlar ve delikanlılar yaralılarla kapıya dayandı. Bu insanlar yaralı, ölecek.
‘Anlaşma yapalım’ dedim. ‘Caminin iç kısmını açmayalım. İlk ve ikinci giriş bölümünü tahsis edebilirim’ dedim. Yaralılar içeride birikti. İlaç yok. Kaval kemiği kırılmış, kemik çıkmış, kafatası kırılmış, çelik tellerle dikiliyor. Uyuşturmadan, bağırta bağırta. Bir insanın gözünün bu kadar büyüyebileceğini orada gördüm, araba farı gibi sarkmıştı. Gece 3’e kadar ilk yardım yaptık.
Olaylar sakinleşince gittiler. Sabah namazını kıldık. Şükrettim, Yarabbi bir sorun çıkmadı diye.
Pazar günü izinli olmama rağmen döndüm. İmam çekip gidiyor. Caminin güvenliği korkmuş. Girdim camiye saat 10-11. Nerden müdahale edeceğimi bilmiyorum. Camideki sağlıkçılara bakıyorum, cumartesi günküler değil. ‘Kapıyı açmıyorum’ deme şansın var mı? Sokak yanıyor. Gencecik polisleri getirmişsin Anadolu’dan, vermişsin emri, dayıyor gazı-copu. Nereye gideceğiz?
Saat geçtikçe şiddet ve panik artıyor. İçeridekiler kapıları kilitledi. Çünkü artık almıyor. Yaralı çok. Ya denize atacak kendini ya camiye girecek. Bir grup kepçeyi kapıyor, Dolmabahçe ofise doğru… Kıra kıra geliyor polis. Kabataş tarafı kesik. Gümüşsuyu kapalı. Açtım telsiz mikrofonu, minarenin ses sistemini. Başladım alana hitap etmeye. Dedim ki ‘İçeride sayısız yaralı var, lütfen baskı yapmayın, caminin kapısını açın ki yaralıları çıkaralım’ Biraz sakinleştirdim. Mikrofonu aldım. Çarpıcı bir ses olması lazım. Tekbirle girdim camiden içeriye. Bütün kafalar döndü. ‘Caminin hocasıyım, bana biat etmezseniz, dışarıdaki arkadaşlarınız bizi yakacak, beni dinleyin, iznim olmadan polis müdahale edemez’ dedim. Oturdular, dinlediler. Provoke edenleri susturdular. Milli ve dini duygularına dokunarak sakinleştirdim. ‘Bana söz verin, sizin adınıza polisle pazarlık yapacağım” dedim. Ayakkabı bulamadım. Çıplak ayakla çıktım. Pazarlık yaptım. Baskıyı azalttılar. Dedim ki ‘Çocuklar çıkabilirsiniz ama Taksim’e çıkmak yok.’ Sabah namazına doğru camiyi teslim aldık.
Güvenlikçiyle kontrol ettik. Caminin ikinci girişine girerken, kadınlar bölümünde pencere önünde ezik boş bir bira kutusu kırık kaldırım taşıyla beraber orada. Çocuğa diyorum ki, ‘Hiçbir şeye dokunmuyorsun, olay yeri inceleme ekibi gelecek, onlar açabilirsiniz derse temizlikçiler girsin. Bakan dahi gelse almıyorsunuz.’
Saat 9 civarı güvenlikçi geldi. ‘Hocam’ dedi, ‘Camiye Meclis’ten birileri geldi.’
Bugün Milli Saraylar Başkanı olan Yasin Yıldız, ‘Meclis Genel Sekreter Yardımcısıyım. Camiyi görmemiz lazım’ diyor. Memurlar korkuyor, açıyor. Yıldız ekibiyle beraber kamerayla çekim yapıyor. Olay yeri inceleme girmeden. Bu delil karartmaktır. Nihayetinde oldu.
İçeri girdim. Dedim ki ‘Beyefendi, siz izinsiz çekim yapamazsınız, suç işliyorsunuz.’
Pencerenin önünde olan bira kutusu yerdeydi. Cami içinde, yerde. Halının üzerinde.
Çıkarttım onları. Kapıları kilitledim.
Ertesi gün oldu. Radikal Gazetesi’ni açıyorum. Manşet. Bira kutusu mihraba atılmış, zumlanmış. Minbere atılmış, zumlanmış. Caminin göbeğine atılmış, zumlanmış. Sanki o bira kutusu, 10 tane bira kutusu.
İçki içildiğini görseydik, biz o adamı yaşatır mıydık! Öyle bir anlatılıyor ki sanki masa kuruldu, alem yapıldı. Hatta bazı densizler öyle bir noktaya getirdiler ki, camide söylenmeyecek laflar.”
Yıldırım, “İçki içildiğinizi gördünüz mü” sorusuna, “Görmedim. Orada birinin kafaya dikip içtiğinin farkına varsalar tekme tokat götürürler” diye yanıt verdi.
Yıldırım, açıklamalarına şöyle devam etti:
“Diyanet’in teftiş kurulu geldi, olaya el koydu. Araştırmalarını yaptılar. Raporlarını yazdılar. Bize dokunulmadı. Ama bu siyasi olarak kullanılmaya başlandı. Erdoğan, yanlış insanlar tarafından bilgilendirildi, onunla yetindi. Her mitingde, ‘Camide içki içtiniz, ayakkabıyla girdiniz’ dedi. Cumhurbaşkanı her ifade ettiğinde beni tehlikeye soktu. Tehditler yağmaya başladı. Can güvenliği endişem giderek artmaya başladı.
İkinci teftiş raporuyla önümü kestiler. Kayaşehir’e atandım. Gitmedim. ‘Artık’ dedim, ‘Bitti bu iş, bırakacağım’. Diyanet İşleri Başkanı elçi gönderdi, Arap Camii’nde geçici olarak görevlendirildim.
Her gündem olunca tehditler başlıyor. Açıyor adam bana telefon, ‘bak’ diyor, ‘basına çok malzeme veriyorsun, seni kafanı kırarım’ diyor. Bunlar benim yiyip yutacağım şeyler değil. ‘Peki, gel kafamı kır’. En nihayetinde yapıldı o.
Benzin istasyonu var Dolmabahçe’de. Akşam olduğu zaman bakkal market yok. Ancak benzin istasyonundan faydalanabiliyoruz.
O zaman daha lojmanı boşaltmamıştım. Lojmanı polis zoruyla boşalttırdılar. Bir şey lazım oldu. Benzinliğe giderken, demek takip edilmişiz yatsı namazından sonra. Herhalde denk gelmez altı kişi tarafından elinde silahla falan. ‘Sen nasıl yalanlarsın Cumhurbaşkanımızı’ diye paldır kültür saldırıya geçtiler. Boğuştuk, boğuştuktan sonra biri silah çekti.
Dedim ki, ‘Çektin sık o zaman’. Cesaret alamadı. Silahın kabzasıyla vurdu. Derimi yırttı, aldı götürdü. Geri dönmek mecburiyetinde kaldım. Evde hasta baldızım var, kanser hastası, biz bakıyoruz. Genç kızım var. Kafamın kırığını ve kanı görmemesi lazım. Travma açar. Kan durmuyor. ‘Böyle olmaz seni hastaneye götürelim’ dediler. ‘Basına düşer’ dedim. Kanamayı kan taşı sürte sürte durdurmuşum.
Ertesi gün camiye AK Parti Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz ve Devlet Bakanı Egemen Bağış geldi.
Bağış, ‘Bilgilendirir misiniz?’ dedi. Ayaküstü bilgilendirdik. Ertesi gün Haliç Kongre Merkezi önünde Egemen Bey, ‘Fuat hocayla görüştük. ‘İçki içilmedi’ dedi. Basın Konseyi’nden tehdit etmişler’ dedi.
Ben ‘İçki içilip içilmediğini bilmiyorum, görmedim, kameralarda çıkacak’ dedim.
Tabii Erdoğan, Afrika gezisinden geri döndü. Birkaç gün sonra bir milyonluk mitingde ‘Gideceksiniz caminin hocasını tehdit edeceksiniz, yalan yanlış haber yazacaksınız’ dedi. Eyvah! İş koptu. Tamamen Cumhurbaşkanı aldatıldı.
Aradan 10-15 gün geçti. Egemen Bey camiye geldi. Kucaklamak istedi beni. Dedim ki ‘Ben size doğruları anlatırken siz çarpıttınız olayı, yanılttınız adamı ve bizi tehlikeye soktunuz’. İsmail Bey söylemek mecburiyetindeyim. Eğilip kulağıma, ‘Hocam beyefendi böyle şeylerden hoşlanır’ cümlesini kullandı cumhurbaşkanımız için.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***