Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Erdoğan, Hüda-Par’dan sokağı zapturapt altına almasını istiyor’

Erdoğan, Hüda-Par’dan sokağı zapturapt altına almasını istiyor’


AKP iktidarının 20 yıllık ‘icraat’larının enkazında kalmış milyonlar için 14 Mayıs seçimleri çoktan hayat memat meselesine dönmüş durumda.

Uzun yıllar boyunca bu ağır faturanın muhatabı olmuş milyonlarca insan, varılan tarumarda 14 Mayıs’ta kimin seçileceğinden çok kimin seçilmeyeceğiyle ilgili daha çok. ‘Tamam mı? Devam mı?’ denilerek kişilerden öte rejimin oylanacağı seçimlere, bir tür referandum demek fazla olmayacak.

Hâl böyleyken seçim ittifaklarında olup bitenler, saflaşmalar, kopuşlar, yeni bileşenlerle seçim kazanma stratejileri bu gündeminin ilk sıralarında.

Cumhur İttifakı’nın son dakika hareketleri olarak Hüda-Par ve Yeniden Refah Partisi (YPR) ile kurduğu ortaklık, Muharrem İnce’nin CB adaylığındaki ısrarı, MHP’nin ülkenin tamamında seçime kendi listeleriyle gireceğini açıklaması, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kimi seçim bölgelerinde Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan ayrı liste çıkarak olması, seçim cephelerinin en hararetli tartışma alanları.

Tüm bu birleşme ve ayrışmaların dinamiklerine ve olası sonuçlarına ilişkin Kronos’tan Özlem Ergun’un sorularını Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç Dr. Bülent Küçük yanıtladı.

Sözü, “Kendi siyasal ifadesini MHP’de bulan bir AKP’nin, anadilde eğitimi savunarak özerk ve federatif bir çözüme yakın olduğunu iddia eden Hüda-Par’la aynı cephede durması Cumhur İttifakı’nın ne kadar amorf bir yapı olduğunu gösteriyor” diyen Bülent Küçük’e bırakıyoruz.

MUHAFAKÂRLAR KÜRTLER HÜDA-PAR’A DA MESAFELİ 

Cumhur İttifakı’nın Hüda-Par ile kurduğu seçim ittifakı ile başlayalım. Hüda-Par, özellikle 90’lı yıllar boyunca Türkiye’de birçok kanlı eylemin sorumlusu olan Hizbullah ile ilişkilendiriliyor, onun uzantısı kabul ediliyor. ‘HDP’ye oy vermeyecek muhafazakâr Kürtlerin Hüda-Par’a oy vereceği’ söylemini doğrulacak bir toplumsal tabandan söz etmek mümkün mü?

Ben Kürt muhafazakârlarının Hizbullah’ın legal versiyonu olan Hüda-Par’a toplumsal bir çoğunlukla meyledebileceklerini tahmin etmiyorum. Çünkü Kürt muhafazakârları; seküler, sol, kentli görüşe mesafeli oldukları kadar siyasal İslam’ın bu en bozulmuş haline de mesafeliler.

Ayrıca 90’ların o kanlı ve acılı hafızasını da barındıran Hüda-Par’ın, Kürt muhafazakârlarında da travmatik bir etki yarattığını düşünüyorum. 90’ların vehametinin derin devlet operasyonlarından kaynaklandığını bildikleri, bundan nasiplerini aldıkları ve çocuklarını buraya kurban verdikleri için…

AKP’nin muhafazakâr Kürtlerden aldığı destek, siyasal İslamcı olmasından ziyade 2002’lerden itibaren Kürt meselesinde demokratik bir açılım vaat etiği içindi. Kürtlerin AKP’ye verdikleri destek, bu konudaki beklentileriyle ilgiliydi. O zamanlar nihai olarak Kemalizm eleştirisine dayanan, yerleşik devlet ideolojisine karşı duran bir AKP vardı.

Çeşitli saha çalışmaları Hüda-Par’ın dayandığı tabanın; HDP’ye oy veren kesimler ile ve ana akım muhafazakârlarla kıyaslandığında daha genç, daha az eğitimli ve daha yoksul Kürtlerden oluştuğunu gösteriyor. Dolayısıyla yoksulluk arttıkça, Hüda-Par daha bir karşılık buluyor gibi görünüyor.

CUMHUR İTTİFAKI AMORF BİR YAPI

Cumhur İttifakı’nın Hüda-Par’la kurduğu ortalığının AKP açısından anlamı ve rasyonalitesi nedir?

AKP, ittifak kurduğu gurupların sayısını çoğaltmaya çalışıyor. Bu, tabi ki siyaset stratejisi açısından anlaşılır çünkü çoğalmak ve genişlemek istiyorsanız açılmak, ittifakları genişletmek durumundasınız. Peki neden bir uçta Hüda-Par ile diğer uçta Yeniden Refah Partisi (YPR)? Aslında MHP ile yan yana gelemeyecek iki yapı.

MHP’de Türk milliyetçiliğine içkin bir İslam ve İslam’a içkin bir Türk milliyetçiliği anlayışı var. Öte yandan kendi siyasal ifadesini MHP’de bulan bir AKP’nin, anadilde eğitimi savunarak özerk ve federatif bir çözüme yakın olduğunu iddia eden Hüda-Par’la aynı cephede durması Cumhur İttifakı’nın ne kadar amorf bir yapı olduğunu gösteriyor.

Bu tablo; siyasal ideolojilerle ilgisi olmayan, güç politikası ile pragmatizm üzerinden şekillenen bir tür hayatta kalma -koltukta kalma- çabası olarak okunabilir.

Öte taraftan  “Hüda-Par için madem yüzde 1’in bile altında bir oy söz konusu, bunun rasyonalitesi nedir?” diye sormak mümkün.

Maddi imkânların yeniden dağıtılması üzerinden süregelen bir AKP geleneği var. İhaleler yoluyla kendi zengin sınıfını yaratmak, devlet içindeki mevkileri uygun gördüklerine dağıtmak gibi. Buna ilaveten daha önce kısmen dışlanmış kesimleri tanıyarak onlara itibar dağıtmak, meşrulaştırmak ve böylece sisteme entegre etmek.

SANDIK GÜVENLİĞİ VE HÜDA-PAR

Hüda-Par’a da devlet kadrolarında bakanlık ve milletvekilliği vermek söz konusu olacağı gibi bu ittifak bu yapıyı tanıyarak ona itibar da atfediyor. Ama bunun dışında bir şey daha var. Diken’den Altan Sancar’ın haberine göre, sandık güvenliğine dair kısım… Sokağı 90’ların hafızasını çağırarak domine etmeye ve zapturapt altında almaya girişmek. Bu ne kadar böyle olacak bilmiyoruz ama bu tip projeksiyonlar var.

Yoksa AKP’nin Hüda-Par’ın tabanından alacağı oy ile Kürt bölgelerinden süregelen taban kaybını ikame edebilmesinin söz konusu olmadığını düşünüyorum.

AKP SEÇİMİ KAYBEDERSE, ORTADA ‘AKP’ DİYE BİR PARTİ KALMAZ

Hüda-Par’ı Cumhur ittifakına dahil etmiş bu konfigürasyon, seçimden sonra dağılacak taktik bir seçim ortaklığından mı ibarettir? Yoksa bu bileşimin ideolojik temsilleri, seçim sonrasında Türkiye siyasetini ve toplumu dizayn eden aktörlerden biri olma potansiyeline sahip mi?    

Bu, AKP’nin ancak devlet ve bürokrasi ile askeriye ve polis içindeki çoğunluğunu yitirmesiyle yeniden okuyabileceğimiz bir manzara olabilir. AKP’nin seçimi kaybetmesi durumunda artık AKP diye bir partinin kalmayacağını, dolayısıyla ittifakların da kalmayacağını ve bütün kartların yeniden dağılacağını düşünüyorum.

Başkanlık rejiminin tek bir kişi üzerinden dizayn edildiğini, kurucu kadroların dışarıda bırakıldığını biliyoruz. Her şey saray ve eşrafının dediklerine göre düzenleniyorsa, başkanlık rejimini ve devlet içindeki konumunu kaybeden bir lider her şeyini de kaybetmiş olacaktır. O durumda, ittifak diye bir şeyin kalacağını da zannetmiyorum. Burada elbette meclisteki MV dağılımı da önemli olacaktır. Yenilginin kıl payı olmaması gerekir.

AKP’NİN TROL ORDULARI MHP’LEŞTİ 

Ancak seçimi kazanırsa, Cumhur İttifakı’nın çok daha yıkıcı ve kalıcı olacağını da öngörüyoruz. MHP ise hem devlet içindeki konumundan, hem de son bir iki yıldaki şiddet içerikli icraatlarından -Sinan Ateş’in öldürülmesi gibi-  Türkiye’nin Batısı için AKP ile birlikte derin ve sarsıcı bir yıkım anlamına gelebilir. Kaldı ki AKP’nin kendi trol ordularının MHP’leştiğini görüyoruz. Burada son derece tuhaf, şeffaf olmayan amorf bir yapı iç içe geçmiş durumda.

Otoriter rejimlerin en tipik karakteristik özelliklerinden biri ideolojisiz/ilkesiz olmaları… Onları tehlikeli yapan da bu, yüce bir davaları yok çünkü… ‘Parti tüzüğüne/ programına uymak’ diye bir şey yok. Dün söylediğini bugün yalanlayan, yasanın yerine liderin sözünün geçtiği bir yapı bu. Günden güne değişebilecek pragmatik bir siyasetten söz ediyoruz. Topluluğu bir arada tutan siyasal ideoloji değil çıkar birliği ve lidere olan duygulanımsal bağ ve inanç çünkü.

YPR İLE İTTİFAK: ERBAKAN’IN TEMSİL ETTİĞİ ‘MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN MARKA DEĞERİ VAR

Cumhur İttifakı’nın son dakika seçim ortaklıklarından biri de Yeniden Refah Partisi’yle. YRP içinde Erdoğan ve AKP-MHP karşıtı tutumlar olduğunu biliyoruz. Cumhur İttifakı’na beklenen oy katkısını sunma noktasında tartışmalı olan YPR’nin, ittifaka dahil edilmesini bu iki yapı açısından nasıl okuyabiliriz, sonuçları ne olabilir?  

AKP açısından belki şöyle bir anlamı var: “Necmettin Erbakan’ın bir anlamda marka değeri taşıyan partisini kendi saflarına çağırarak, milli görüş geleneğini de aslında biz temsil ediyoruz” demek istiyor. Bu, ‘siyasal İslam’ı kendi tekeline alma ve oradan konuşabilme isteği ve girişimi’ diye okunabilir. Sayısal -niceliksel- değerinden çok Erbakan ve temsil ettiği görüşün bir kullanım değeri -marka değeri- var.

Yeri gelmişken şu notu da düşmek isterim. İnönü, Menderes ve Özal’dan bu yana babalar öldükten sora boşalan yerleri bu liderlerin oğulları doldurmaya çalışıyor, ölmüş babalarının marka değerini temellük etmeye çalışıyorlar. Tam babalarından kurtulduk derken babalarının gölgesinde kalan, liderlik bakımından cılız ama pohpohlanmış yeni nesil figürlerle karşı karşıya kalıyoruz.

Konuya dönersek. Junior Erbakan ise parlamentoya girmek, partilere verilecek bütçe desteğini almak gibi maddi karşılık beklentileri içinde olabilir.

AKP, DOKUNDUĞU ALANI DEĞERŞİZLEŞTİRİYOR

Burada bana ilginç gelen iki şey var. AKP dokunduğu her şeyin büyüsünü bozuyor. ‘AKP bugün Boğaziçi Üniversitesini fetih ederek buranın prestijini arttırmadı, aksine azalttı’. Bunun gibi… Burada şunu da ekleyelim; Erdoğan Boğaziçi’nin mekanını, -Yeşilçam repliği ile ifade edersek- bedenini ele geçirebilir ama ruhunu, kültürel sermayesini, kuruma içkin ideolojiyi ve hafızasını asla gasp edemiyor. O da ayrı konu.

Fetih mantığıyla hareket eden AKP değdiği alanı metalaştırıp, değersizleştiriyor. Şimdi YRP’yi safına katmamış olsaydı belki yüzde 3 oy alabilecek bir parti, -bu bir tür asimilasyonla- AKP-MHP safına katıldığı için toplumdan daha az kabul görecek. AKP’nin böyle bir değersizleştirme etkisi var. Bundan sonra, YRP’nin bir değeri vardıysa da düşecek. YRP’nin tabanın oylarının AKP’ye gitmeyeceğini ve hatta çok büyük bir bölümünün de sandığa gitmeyeceğini düşünüyorum. Kitleler emir komuta ile yönlendirebilen pasif nesneler değil malum.

İNCE VE ERGEN ERKEK TRİPLERİ: BABAMIZ BİZİ SEVMEDİ 

Bir de Muharrem İnce vakası var. CB adayı olma ısrarını halen sürdüren İnce’nin en çarpıcı iddiası, ‘CHP’den değil, AKP tabanından oy alacağı’ şeklinde. İnce, 14 Mayıs CB seçimlerinde seçimin ikinci tura kalmasına sebep olabilir mi, yoksa yer yer dile getirildiği bir tür ‘köpük’ müdür?  İnce vakasının sonuçları neler olur? 

Bunu kestirmek zor. Tik Tok ve Twitter dünyasında birden ortaya çıkıp popüler olan, ertesi gün unutulan geçici, keyif verici alanlar ve figürler vardır. Bir keyiflenirsiniz, bir coşkuya, gaza gelirsiniz ama üç beş gün sonra yeni birisi çıkar ve siz onu unutursunuz, kalıcı bir etki bırakmaz. Bu ‘köpük’ meselesi biraz bununla ilgili galiba…

Ama Muharrem İnce yeni bir fenomen değil. Beş kez milletvekili seçilmiş, daha önce CB seçimlerine girmiş, Erdoğan karşıtlarından oy almış ve kaybetmiş bir figür. Şimdi, “CHP’den fazla oy alırım” diyebiliyor. Oysa ki gördüğü sempati, kendi siyasi varlığından öte Erdoğan karşısındaki tutumu üzerinden şekillenmişti.

Muharrem İnce’yi siyaseten analiz etmekten öte psişik yapılarına baktığımızda ‘ergen erkek tripleri’ görüyoruz. Neden? Sürekli, “Babamız bizi sevmedi, yok ben CHP’nin öz evladıydım da üvey evlat muamelesi gördüm’ demekten kendini alamıyor. “Babacan’a gösterdikleri ilgiyi bana göstermediler. Bana şunu yapmadılar, bunu vermediler” filan… İnce, bu evlat tripleri veya bir tür haset ekonomisi üzerinden hareket ediyor. İdeolojik bir ayrışma söz konusu değil.

MİLLİYETÇİLİK BU KADAR ÇEŞİTLİ OLABİLİR Mİ?: TEK KİŞİLİK ŞOVLAR ÇOĞUNLUKLA 

İnce’yi, çok çeşitli olduğu varsayılan Türk milletçiliğinden, CHP milletçiliğinden farklılaştıran nedir? Bir memlekette bir milliyetçilik bu kadar çeşitli olabilir mi? Ümit Özdağ var, Sinan Oğan var, MHP’nin milliyetçiliği var, İyi Parti var.

Milliyetçilikteki bu çeşitlilik, ideolojik ayrışmadan ziyade kişisel figürlerin kurdukları tek kişilik şovlar çoğunlukla.

Bir tür influencer, ya da pop star etkisi yaratan kişiler bunlar. ‘Köpük etkisi’ denilmesi bundandır belki. Bu influencer etkisi ne kadar olacak bilemiyoruz? Yüzde 3 mü, 5 mi? Cem Uzan mesela… Kısa zamanda kimi imkânlarını da kullanarak yüzde 7 oy alabilmişti. Böyle bir memlekette İnce ne kadar oy alır kestirmek güç.

Eğer bu Z kuşağı denilen jenerasyon, varsayıldığı kadar parlaksa sonuç değişik olabilir. İnce’nin yüzde 2-3 oy bandını aşamayacağı görülürse, seçim ikinci tura kalmasın diye çekilmesi de muhtemel. Öngöremiyorum.

Eğer seçime girecekse de, Kılıçdaroğlu’nun kazanmasının önünde engel teşkil etmez belki ama AKP’ye ‘yenildik ama ezilmedik duygusu’ verir.

İnce olmazsa Kılıçdaroğlu’nun yüzde 56-57 oranında oy alabileceği öngörülüyor. Cumhur İttifakı’nın ise yüzde 42-44 bandında kalacağı görülüyor. Bu seçimde kişi tercihinden öte çok daha yapısal bir atmosferin olduğunu, bu atmosferin de çok büyük bir değişim ve dönüşüm arzusu içerdiğini görüyoruz.

ERGENLİK SADECE İNCE’Yİ KAPSAMIYOR

Cumhur İttifakı bileşeni MHP, seçime 81 ilde ortak listeyle değil kendi adı/logosu ve aday listeleriyle gireceğini açıkladı. Bu ne anlama geliyor?  

MHP’nin bu konudaki argümanı, “BBP kendi logosuyla ve listeleriyle girecekse biz de öyle girelim” şeklinde. Ergenlik sadece Muharrem İnce’yi kapsamıyor. Türk milliyetçiliğinde baskın bir ‘ergen erkeklik hali’ söz konusu, aynı zamanda bürokrasi içinde de dayandığı çok büyük bir alan var. Bu durumda Devlet Bahçeli’nin tutumu ‘ergenliğe’ mi dayanıyor, yoksa devlet içindeki o ‘derin akla’ mı dayanıyor bilemiyorum. Ama öyle sanıyorum ki bu tutum, Cumhur İttifakı’na parlamentoda sandalye kaybettirecek.

MHP, ‘DERİN’ BİR KURUMSAL KÜLTÜRE SAHİP 

‘MHP tabanının, milletvekilli seçimlerinde AKP’ye oy vermeyeceği’ görüşü de dile getiriliyor? Katıl mısınız?

Buna kısmen katılmak mümkün. MHP, partiler içinde ‘derin’ bir kurumsal kültüre sahip bir parti. 70’lerden beri varlığını sürdürüyor… Ancak seçim similasyonlarına bakmak lazım. Bu hamle Meclis’teki sandalye sayılarını arttıracak mı emin değilim, konunun uzmanı değilim ama sayıyı azaltacak bir hamle olduğunu düşünen çok görüş okudum.

TİP’İN POTANSİYELİ SEÇİM ANINDA SİYASAL TERCİHE DÖNÜŞECEK Mİ?

Ve son olarak Türkiye İşçi Partisi (TİP)… Emek ve Özgürlük İttifakı bileşeni TİP, 55-56 ilde seçime kendi listeleriyle gireceğini açıkladı. Bu tutumun ittifak açısından kâr-zarar hesabı epeydir yapılıyor. Siz, nasıl düşünüyorsunuz? TİP’in bu tavrı toplam muhalefetin oy oranını nasıl etkiler?

Bu da çok öngöremediğimiz bir durum. HDP’nin ve TİP’in tabanı, politize bir taban. Nihai kader günü gelip/sırat köprüsünden geçme vakti geldiğinde durumla yüzleşip doğru kararı vermesini bekliyoruz.

TİP’in tabanının yüzde 3 gibi bir potansiyel olarak görülüyor olması onun seçim anında siyasal tercihe dönüşeceği anlamına gelmiyor. ÖDP gibi geçmişte çeşitli deneyimlerimiz var.

Cem Boyner’in estirdiği rüzgârın, TİP’in rüzgârından çok daha büyük olduğunu ve fakat tabanda karşılık bulmadığını hatırlıyoruz. Şimdi TİP de benzer bir sonla karşılaşırsa bu hepimizi çok üzecek ve bu sefer bir telafisi de olmayacak.

Ben 1960’ları 68’leri çalışan bir akademisyen olarak şunu söyleyebilirim ki;  TİP’in 1965’de yüzde 2,6 oyla çıkardığı 14 milletvekilini, HDP 7 Haziran 2015 seçimlerinde çoktan aştı.

Erkan Baş’ın 1965’deki TİP örneği hatırlatmasının, geçmişin hafızasını çağırarak bir tür devamlılık üzerinden o mirasın sahibi olarak kendini gösterdiğini ve bunun da bir tür haksızlık olduğunu düşünüyorum.

1965’de kurulan TİP’in içinde sendikalar, yazarlar-çizerler var, Tarık Ziya Ekinci gibi ‘Doğulular grubu’ olarak adlandırılan Kürtler var. Şimdi TİP’in bileşenlerine baktığımız zaman bunları görebiliyor muyuz? TİP şimdi hangi toplumsal tabanlara dayanıyor? Kime hitap ediyor? Yeni bir nesile. Umarım haklı çıkarlar. İnşallah uzun dönemli bir dönüşümün, Türkiye’nin batısında HDP dışında da gerçek anlamda popüler bir sol muhalefetin oluşumu bu vesileyle ve nihayet mümkün olur.

DENEME/ÖĞRENME ZAMANI DEĞİL

Ancak şu zamanın bunu deneme/öğrenme zamanı olmadığını düşünüyorum. Bu konuda Gültan Kışanak’a hak vermemek mümkün değil. Ortak bir liste olmayacaksa, bu neyin ortaklığıdır?

Burada bir diğer sorun, TİP’in kendini yegâne sol/sosyalist parti olarak görmesi. TİP, ‘kendisinin sınıf, HDP’nin kültür/kimlik politikası yaptığını’ ima ediyor.  Böyle yaparak da aslında HDP’yi bir bölgeye hapsetmeye çalışıyor.

Oysa HDP, 10 yıldır sadece Kürtlerin tanınma meselesini değil Türkiye’nin tamamını ilgilendiren toplumsal dönüşümü de içeren yeni sol politikalar üretiyor. Kürtlerin tanınması meselesine ilaveten toplumsal özgürleşmeyi de kendine dert etmiş, kendini solda konumlandıran bir partiyi, ‘kimlik politikası yapıyor’ diye işaretlediğiniz zaman, orada bambaşka bir inkâr ve kibir var demektir. Ancak Türk’ün sosyalist (evrensel) politika yapabileceğini, Kürdün ise olsa olsa kimlik politikası (partiküller politika) yapabileceği varsayımına dayanmış oluyorsunuz. Ve bu bence örtük bir milliyetçiliğin ve inkarın bir başka versiyonu. Mesele, kaç tane oy aldığınızdan bağımsız olarak kendini ve ötekini bilme/konumlandırma biçimleriyle ilgili.

Dikkat ederseniz devletin farklılıklara eşit durduğu varsayıma dayanan yerleşik inkârın farklı bir (sol) versiyonu kendini emek evrenselliği üzerinden politika yapan, HDP’yi ise yerel/kimlik politikası yaptığı ithamıdır. Ki bu durum icra ettiğini öne sürdüğü emek evrenselliğine içkin olan Türklüğü de inkâr ediyor.

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version