Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Yardım gönüllüsü Hatay’ı anlattı: AFAD’ı yeni görmeye başladık

Yardım gönüllüsü Hatay'ı anlattı: AFAD'ı yeni görmeye başladık


Esra ÇİFTÇİ


– Maraş’ta 6 Şubat’ta ve Hatay’da 20 Şubat’ta meydana gelen depremlerin büyük yıkıma yol açtığı Hatay’da depremzedeler hala ilk günlerdeki gibi barınma, su, hijyen sorunları ile mücadele ediyor. Hatay’da 14 gün kalarak dayanışma çalışmalarına katılan Gülümser Seyitcemaloğlu izlenimlerini ’e anlattı.

‘EN ÖNEMLİ SORUN BARINMA’

Seyitcemaloğlu, en önemli sorunun barınma olduğunu anlatıyor:

“Depremin ilk günlerinde arabası olanlar arabanın içinde kalmışlar. Köyde akrabası olanlar ise köye gidip, akraba evlerinin yanına derme-çatma çadır benzeri şeyler kurmuşlar. Arabası ya da akrabası olmayanlar ise, ilk günlerde çok büyük bir çaresizlik yaşamışlar. Hava soğuk ve yağışlı iken, altına girecek tek bir çatı, içinde kalacak tek bir çadır yokken, çocuklarla birlikte ortada kalmak büyük bir kâbus.”

‘SERALAR ÇÖZÜM DEĞİL’

Antakya’da seracılığın çok yaygın olduğunu söyleyen Seyitcemaloğlu, şehir merkezi dışında neredeyse herkesin evinin önünde bahçesi olduğunu, büyük bahçesi olanların da seraları olduğunu belirtiyor. Bunun bir olanak yarattığını söyleyen Seyitcemaloğlu, insanların seralarda ekili ürünleri söktüğünü ve sökülen ekinlerin yerine yatak serdiklerini belirtiyor:

“Bazı evler ağır hasarlı, iki metre ötesine çadır kurmuşlar. Bir sallantıda bina çadırın üzerine düşecek. Bahçe yok, yol yok, çadır kurabileceği başka bir alan yok. Serası olanlar seralarında kalıyor. Seraların büyüklüğüne göre kaç kişi sığarsa o kadar kişi yerleşmiş; kimisinde 30, kimisinde 80 kişi kalıyor. Seraların üzerinin kapalı olması ve korunaklı olması iyi bir çözümmüş gibi veya çadıra alternatif gibi görülebilir ama öyle değil. Ekim yapıldığından toprak sürekli ıslak, mevsim de kış. Ben de birkaç gün bu seralarda kaldım. İlk gece üzerimde iki battaniye bir yorgan olmasına rağmen ısınamadım; hepsinin ıslak olduğunu hissettim. Yani ıslaklıktan uyuyamıyorsun. Altta toprak ıslak, sera genel olarak terleme yaptığı için naylonların iç cephesi ıslak. Haftalarca insanlar bu seralarda kaldılar. Şanslı olanlar palet bulmuş, paletlerin üzerine yatak seriyor, bulamayanlar toprağın üzerine branda seriyor ya da evlerdeki halıları çıkartıp toprağın üzerine seriyorlar. Yataklar, minderler halının üzerine yerleştiriliyor, günden güne bu ıslaklık halıya geçiyor, halıdan yatağa ve sen o ıslaklığın üzerinde yatmaya devam ediyorsun. Bazıları da seranın içinde soba kuruyorlar; onların durumu biraz daha iyi.”

‘AFAD KENDİLEDİ DIŞINDAKİ YARDIMLARI ENGELLEMEK İSTİYOR’

Şehir merkezinin çok sıkışık olduğunu söyleyen Seyitcemaloğlu, buralarda barınma olanağının hiç olmadığını belirtiyor. Deprem öncesinde, dar sokaklara bakan yüksek katlı binaların ya yıkılıp sokakları kapattığını ya da ağır hasarlı olduğu için yaklaşmanın tehlikeli olduğunu söyleyen Seyitcemaloğlu, bu alanlara çadır kurma olanağının olmadığını belirtiyor:

“Burada iki tane büyük park var: “Sevgi” ve “Dostluk” parkları. Bir de arka tarafta küçük park alanları var. Dayanışma faaliyeti yürüten devrimci-demokrat kurumlar bu parklara çadır kurmuş. Sonrasında AFAD da gelip bu parklara yerleşmiş. İlk başlarda yoktular şimdi giderek AFAD’ı görmeye başladık. Okullara, boşluk alanlara yerleşmeye başladı. Devlet AFAD’ın daha fazla görünür olması için uğraşıyor. Şöyle bir örnek yaşadık: Antakya’da Ekinci Mahallesi’nde hiç çadırkent yoktu. Adana’dan gelen bir özel şirket, Ekinci’deki iki okulun bahçesine, toplam 120 çadırlık bir çadırkent kurmaya başladılar. Güneş enerjili aydınlatma, soba, odun ve mutfak da getiriyorlar. Çadırları kuruyorlar, tam insanlar yerleşecek, devlet müdahale ediyor, ‘okullar açılacak, buraya çadır kuramazsınız’ diye. O zaman da şirket çadırları topluyor ve gidiyor. Ama bu arada, bütün okullarda AFAD çadırları var. Ekinci’de niye müdahale ediyor; çünkü burası muhalif bir mahalle, Ali İsmail Korkmaz’ın yaşadığı mahalle burası. Diğer taraftan, devlet kendisi dışındaki tüm yardım çalışmalarını kontrol altında tutmak, kendileri dışındaki tüm yardımları engellemek istiyor.”

‘GÖÇ HIZLANDIRILDI’

Hatay’da tahrip olmayan evin kalmadığını söyleyen Seyitcemaloğlu, Hatay’da ciddi göçlerin yaşandığını da söylüyor. Bedava otobüsler, bedava kalacak yerler, sürekli şehir dışına kalkan otobüslerin duyuruları ile göçün hızlandırıldığını anlatan Seyitcamoğlu, kentin dokusunu değiştirmek gibi bir hedef olduğunu iddia ediyor.

Devletin Hatay’da gücünü kaybettiğini söyleyen Seyitcemaloğlu, depremin ilk gününden itibaren devrimci, demokrat kurumların, muhalif siyasi partilerin orada olduğunu, canla başla çalıştıklarını söylüyor:

‘DEVLET OTORİTESİNİ HATIRLATMIŞ OLDU’

“Depremin ardından zaten devlet ortada yoktu. Kitle örgütlerinin ve devrimci-demokrat kurumların büyük bir çabayla, büyük bir sahiplenişle Hatay’a yardıma koşmaları, diğer kesimleri de harekete geçirdi. Devlet ise iplerinin tamamen elinden gittiğini fark ettiğinde, dolaylı yöntemlerle müdahale etmeye başladı. Mesela çok fazla asker ve polis yığınağı söz konusu burada. Keza JÖH’ler PÖH’ler Hatay’ın geneline yayılmış durumda. Asker ve polis giderek hayatın bir parçası haline geliyor; senin gibi yemek sırasına giriyor, senin gibi revire gidip ilaç istiyor; böylece günlük hayatın içinde “normalleşiyor”. Polis ve asker konusunda göz alışkanlığı oluşuyor. Genel olarak bir şeye karışmıyor gibi görünüyorlar ama yardım dağıtımı sırasında müdahale ettikleri, gözaltı tehdidinde bulundukları oldu. Devletin bir başka müdahalesi, hasarlı evlerin boşaltılmasını yasaklamak ve izne bağlamak oldu. O güne kadar her tür ihtiyaçlarını gönüllü kurumlarla karşılamaya alışmış olanlar, evini boşaltmak için, devletin izin noktalarında uzun kuyruklar oluşturmaya, evini boşaltmak için kâğıt almaya başladılar. Böylece devlet otoritesini yeniden hatırlatmış oldu.”

‘ÇADIRKENT DEĞİL TOPLAMA KAMPLARI GİBİ’

AFAD’ın çadır kurduğu yerlerin, etrafının çevrili yerler olduğunu söyleyen Seyitcemaloğlu, AFAD kamplarını toplama kamplarına benzetiyor;

“Günler-haftalar boyunca ortada hiç görülmeyen AFAD da çok fazla çadır kurmaya, çadır alanı açmaya başladı. İlk olarak okullara kuruyordu, bunlar zaten mahallenin orta yerindeki alanlardı. Giderek çok ıssız, toplum hayatından uzak yerlere kurmaya başladı. Mesela Samandağ’da sahile kurmuş bir çadır-kamp; üstelik deprem sonrası tsunami uyarısı yapılırken… Diğer kampları da böyle şehre uzak yerlere kuruyor. Bu kamplarda en büyük sorun, “toplama kampı” mantığıyla kuruyor olması. Mesela Antakya ilçesinde sanayi sitesinin karşısındaki boş alana bir kamp kuruyor. Tabelasını koymuşlar “AFAD çadır kenti” diye; daha tek bir çadır kurmamışlar, ama etrafını tel örgüyle çeviriyorlardı gördüğümüzde. “Savaştan mı çıktık, mülteci mi olduk, bilmiyoruz” diyor insanlar.”

‘ÇOCUKLAR İÇİN ACİL ÇÖZÜM ÜRETİLMELİ’

Seyitcemaloğlu, çocuklar için acil çözüm önerileri üretilmesini önemle vurguluyor:

“Burada bebek neredeyse kalmadı. İlk göç edenlerin içinde bebekli olanlar çok fazla. Öyle ki yardım dağıtım noktalarında bebek bezi ve mamasında stoklar oluştu. Çocukların ise dengeleri bozulmuş durumda. Bir taraftan bütün yaşam kuralları kalktı, düzenleri değişti, alışkanlıkları değişti. En önemlisi ebeveynlerin çocuklara karşı davranışları değişti ya çok yumuşak ya çok sert hale geldi. Diğer taraftan, çocuklar büyüklerin kaygılarını katlanarak hissediyorlar. Kendi kaygıları devam ediyor. Kimisi içe kapanıyor, kimisi daha saldırgan, stresli, hırçın hale geliyor. Son kaldığım yerde 3-9 yaş arası çok sayıda çocuk var. Heyecanla anlatıyorlar depremi. Her biri kendi yaşadığı olay üzerinden sonuç çıkarıyor. Mesela biri evlerde avize kullanmamak gerektiğini söylüyor; evdeki avizenin parçalanması onların dışarı çıkmasını zorlaştırmış. Bir başkası, ertesi gün okul olacağı için okul çantasını hazırlamış ve yatmadan önce kapının önüne koymuş; deprem olunca annesi onu dışarıya çıkarmaya çalışırken, o arada okul çantasını kucaklamış, çıkarmış. O çantayı iki gün kucağında tutuyor. Bir başkasına ‘büyüyünce ne olacaksın’ diye soruyorum; ‘doktor olacaktım, ama…’ diyor, cümleyi tamamlamıyor. Durum o kadar belirsiz ki, o kadar uzun bir geleceğin hayalini kuramıyor. Daha yakın hayalleri var artık; mesela konteynırda yatağını nereye koyacağını bulmaya çalışıyor.

Aslında çocukların bir an önce çadır yaşamından ‘kurtulması’ gerekiyor. Çocukların depremle ilgili kaygılardan uzaklaşması, sadece ‘ders’le ilgili kaygıları taşıması lazım. Samandağ’da Eğitim-Sen’liler ‘çadır-okul’ açmaya başlamış. Keza bazı kurumlar, çocuklara yönelik çalışmalar, oyun etkinlikleri vb. düzenliyorlar. Ancak bunlar yeterli değil. Tek çözüm, okulların acilen açılması. Çocukların ve öğretmenlerin hasarlı okul binalarına girmelerini kastetmiyorum elbette; çadır okullar, konteynır okullar açılabilir, yeni öğretmen tayinleri yapılabilir. Aslında aileler de istiyor okulların açılmasını, ama şu anda Hatay’da toplu taşıma yok, mazot-benzin çok pahalı. Okula nasıl götürecekler, nasıl bekleyecekler gibi bir sürü sorun var. Bunlara en iyi çözüm, her mahallenin kendi okulunun açılması.”

‘YAŞAMIN KURULMASI GEREKİYOR’

İnsanların yaşama dair sorunlarının çözülmesi gerektiğinin altını çizen Seyitcemaloğlu, toplu taşımanın hiç beklemeden işlemeye başlaması gerektiğini, başta hastane olmak üzere, mahalle dışında bir yere gitmenin çok büyük sorun olduğunu belirtiyor. Seyitcemaloğlu, tarım üretimine dönük çok hızlı ve etkili teşviklerin yapılması gerektiğini de ekliyor ve son sözlerini şöyle tamamlıyor.

“Ahırların düzeltilmesi, birçok yerde bozulmuş olan sulama sisteminin düzeltilmesi, en önemlisi ‘alım garantisi’ getirilmesi gerekiyor. Belediyelerin çalışması da en hızlı hayata geçebilecek şeylerden biridir. Çok sayıda çalışanını kaybetti belediye. Hızla yeni işçi alımları yapılmalı ve bu yeni kadroyla şehrin belediye hizmetlerini sürdürmesi gerekiyor. En temel insan haklarından biri çalışma-üretme hakkıdır. Ve en önemlisi, çadırda yaşam sürmeye devam etse bile, her sabah birileri o çadırdan çıkmalı, okula-işe gitmelidir. Hatay’da gönüllü çalışmalar, dayanışma faaliyetleri devam ediyor, etmeli. Bu çalışmalar kısmi bir rahatlama sağlıyor. Ancak burada yaşamın yeniden kurulması, devletin rantçı ve kar odaklı yaklaşımlarına karşı, uzun soluklu ve etkili bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır.”

Kaynak:
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version