YORUM | ENGİN TENEKECİ
Profesör Dr. Burhanettin Tatar, ‘Din, İlim ve Sanatta Hermenötik’ isimli eserinde Batı hermenötik yorum bilimini gayet yerinde, sade bir şekilde, “anlama sanatı” olarak tanımlar. Bu disiplinde herhangi bir metinle kesintisiz bir diyalog içinde olmak metnin içerisinde meknuz manayı ifşa adına önemli bir prensiptir.
Hermenötikte diyalog süreci, bir okuma, okuduğunu anlama ve anlamlandırma faaliyetidir. Söz konusu ‘metni diyalog’da diyebileceğimiz şey olmadıkça; satır, kavram hatta kelimelerin arkasındaki anlam (semantik) dünyasına nüfus edilemez. Zaten okuma sürecinde iki hususiyet hasıl olur: Mananın ifşası ve inşası.
Şu an eserleri Oslo Üniversitesi’nde okutulan Profesör Werner Jeanrond, Teolojik Hermenötik: Gelişimi ve Önemi adlı kitabında, anlamlandırma faaliyetin merkezinde olan satırların doğasının her zaman dinamik olduğunu söyler. Ona göre dinamik olan bu metnin anlamı, yorumcunun (okuyucunun) okuma sürecinde ifşa etmek istediği şeydir.
Tatar da, yine aynı eserinde, Alman felsefeci Martin Heidegger’den, anlamın ne demek olduğuna dair bazı alıntılar yapar. Heidegger göre anlam, varlıkların kendilerini gizlediği karanlıklardan çekilip çıkarılması ve dil ortamı içinde bize konuşuyor olmasıdır. Ayrıca bu okuma, anlama ve anlamlandırma çabasında “bir metnin yazarının ne demek istediğini anlama” hermenötik ilminde önemli bir yere sahiptir ve buna “niyetselci (intentionalist) bakış açısı” denir.
Peki bir Müslüman yukarıda yüzeysel olarak aktarmaya çalıştığımız Hermenötiğin bu prensiplerinden uzak olabilir mi? Aslında tüm bir İslami tefsir, meal, tevil hatta fıkıh, icma, kıyas ve bunlara yönelik çalışmalar bu sorunun cevabı niteliğindedir. İbn-i Cerir et-Taberî’den Fahreddin Râzî’ye, Beyzâvî’den Allâme Hamdi Yazır’a, İmam Gazali’den İmam Rabbani’ye ve Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ye kadar emsali birçok selef, Kur’an’ın kutsal satırlarıyla diyaloğa girip, İlahi Murad’ın ayetlerin içerisine dercettiği manayı deşifre gayreti içerisinde olmuşlardır. Rivayet tefsirlerini dirayetle ve dirayet tefsirlerini de rivayetle derinleştirme gayreti içinde bulunmuşlardır.
Farkında olalım ya da olmayalım, ayetleri ve sahih nebevi beyanları, günümüz ilmi gelişmelerin, farklı disiplinlerin, kendi değerlerimizle örtüşen diğer semavi normlar ışığı altında anlama, anlamlandırma faaliyeti her inananın fikri, kalbi, akli, ilmi hayatının devamiyeti için en temel bir esastır ve aynı zamanda hakikate saygının gereğidir. Bilindiği üzere bu anlama, anlamlandırma faaliyeti durduğu için Hicri 5. asırdan itibaren İslam’ın ilmi hayatı bir gerileme sürecine girmiştir.
Norveçli dinler tarihi profesörü Jens Braarvig ve profesör Årstein Justnes, ‘Dünya Dinlerinde Kutsal Yazılar’ kitabında, kutsal metinlerin ritüel işlevi bölümünde, kutsal olduğuna inanılan metinleri anlama hususunda mühim bir hakikate işaret ederler. Braarvig ve Justnes, farklı dinlerde kutsal olarak addedilen metin okumalarında, çoğu zaman metnin aslının okunuşunun önemli şey olduğu ve inananlar tarafından içeriği göz ardı edildiğini belirtirler. Norveçli profesörlere göre bu tür ritüeller Tibet ve Hint kültüründe yaygın. Cemaat için kutsal metin okumalarında önemli olan tek şey, metnin birbirlerine yüksek sesle okunmasıdır ve anlamı önemsizdir. Bu dini pratik daha çok dini metinleri cemaatin anlamadığı dilde olan dinlerde uygulanır.
Braarvig ve Justnes’in yukarıda masaya yatırdığı bu dikkate şayan temanın, dilleri Arapça olmayan Müslümanlara bakan yönlerinin olmadığı iddia edilemez. Özellikle yaklaşmakta olan
Kur’an ayı Ramazan boyunca Furkan-ı Kerim’i her gün baştan sona ayet ayet okuyacak olan Müslümanlara bakan taraflarıyla. İslam’da, Ramazan ayında ev, cami, mescit gibi yerlerde İlahi Beyan’ı okumak önemli bir ibadettir ve okunan her bir harfine kesretten kinaye okuyanın hanesine binlerce sevap kaydedilir. Bu tür mukabele aynı zamanda, bir Müslümanın Kur’an’a ile olan manevi, ruhi bağını o yıl yenilemesi anlamına gelir.
Ancak burada eksik olan en önemli şey, İlahi Murad’ın, kutsal metnin içerisine dercettiği manadan uzak kalmaktır; hatta ayetleri anlama, anlamlandırma hakikatine kasdi olunmasa da sırt dönülmesidir. Bir yandan “…Allah, etraflıca düşünesiniz diye size âyetleri böylece açıklıyor.’’ (Bakara / 219. Ayet) ayetinin Arapçasını okumak, diğer yandan bu ayeti anlamamak, anlamlandırmamak ve bu ayetin anlamını hayata taşımamak; Kur’ani tefekkürden, onun mana boyutundan, ilmi derinliğinden uzak kalmak! Burada ayetlerin zahiri yani lafzıyla bir diyalog sürecine girildiği muhakkak, ancak bu diyaloğun, ayetlerin batınında yer alan manayı anlama adına eksik olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Kur’an’ın en önde gelen vasfı, onun, her sınıftan insana anlayışına göre hitap etmesidir, tabirde hata olmasın okuyucularının seviyesine inmesidir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi bu hakikati “tenezzülat-ı ilahî” olarak tanımlar. Onu okuyan herkes manasından ilmi derecesine göre mutlaka istifade eder; alim de avam da mutlaka ayetlerin kutsi mana ikliminden faydalanır. Ancak bu istifade, dilleri Arapça olmayanların Kur’an’ı meal veya bir tefsirle okumasıyla mümkündür.
Bu Ramazanda ‘İlahi Kelam’ın mana alemleriyle diyaloğa geçme, sınırsız diyebileceğimiz manaları ihtiva eden ayetlerini kalb ve akıl dünyamızı aydınlatmak için anlama ve manalandırma azmi ve arzusu içinde olma temennisiyle.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***