Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Çadır kentte bir gece: Bundan sonra ne olacak?


MEREŞ – Bazarcix’in Cengiz Topel Mahallesi’nde kurulan çadır kentte konuk olduk. İnsanların kafasında aynı bilinmezliklerle dolu tek soru var: “Bundan sonra ne olacak?” 

 

Mereş merkezli 6 Şubat’ta meydana gelen 7,7 ve 7.6 şiddetindeki depremler 11 kentte ağır yıkıma neden oldu. Yaşanan yıkımın yanı sıra hava koşulları depremzedelerin içerisinde bulunduğu durumu daha da ağırlaştırdı. Karlı ve yağışlı havaya rağmen depremzedeler çadır, battaniye ve sobaya ulaşamadı. Gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçların hala karşılanmadığı bölgede yaralar toplumun dayanışmasıyla sarılıyor. Ortaya çıkan yıkım ve felakete karşısında sosyal devlet gerekliliğini yerine getirmeyen devlet ve hükümet yetkilileri, kaderine terk ettiği depremzedelerin mağduriyetini daha da arttırdı. Ağır bir tabloyla baş başa bırakılan halkın tepkisini özetleyen ise “devlet nerede” sorusu oldu.  

 

NE OLACAK?

 

Depremin ilk gününden itibaren bölgede haber takibi yapan Mezopotamya Ajansı (MA) olarak Mereş’in Bazarcix ilçesine bağlı Cengiz Topel Mahallesi’nde AFAD’ın kurduğu çadır kentte depremzedelerle bir gece geçirdik. Oldukça soğuk gecede soba borularından sızan boğucu duman çadır kenti etkisi altına alırken, insanlar nefes almakta zorlanıyor. Bu durumun en çok etkilediği kesim ise kronik hastalığı olanlar oluyor. Küçük yaştaki çocukları için endişelenen aileler, var olan koşullar nedeniyle çadır kent yerine “ağır hasarlı” evleri ya da evlerinin önüne kurdukları derme çatma barakalarda kalmayı tercih ediyor. Bir yandan çadır önlerinde sohbet edenler diğer yandan tek başına çadırların arasında düşünceli yürüyen insanlar. Herkesin aklından geçen ortak soru ise “Bundan sonra ne olacak?” oluyor. 

 

SAĞ KURTULDULAR AMA…

 

Çadırların arasında dolaşırken karşılaştığım bir depremzede, sohbet sırasında deprem anına dönüyor ve nasıl kurtulduklarını tekrar yaşayarak anlatıyor. Ağır hasarlı evinin bazı yerlerinde çökmeler olduğunu ve korkudan eve yaklaşamadıklarını söyleyen depremzede, çadır gelmediği için bir hafta boyunca ailesiyle birlikte arabada kaldıklarını dile getiriyor. Benzin olmadığı için re bir yakınının aracından benzin çekerek, arabayı çalıştırıp ısındıklarını anlatan depremzede, “Birçok insanın soğuktan öldüğünü düşünüyorum” diyor.

 

HİJYEN PROBLEMİ

 

Yanındaki bir başka depremzede de çadır kentte kurulan lavabo ve banyonun kirliliğinden söz ederek, hijyene önem verilmediğini söylüyor. Oğlunun hijyensizlikten kaynaklı enfeksiyon kaptığını belirten depremzede, lavabo ihtiyaçlarını gidermek için ağır hasarlı evine girip çıktığını dile getirerek, “Ne zamana kadar böyle devam edecek?” diye soruyor. Çadır kentlerde aynı sorunları yaşayan depremzedeler, ne yapacaklarını bilemez bir haldeler. Bazı lavabolarda çöp kovası olmamasından kaynaklı insanlar çöplerini lavabonun içine atıyor. Bizim de tanıklık ettiğimiz bu durumun yanı sıra lavabolarda peçete ve el sabunu gibi hijyen malzemelerinin bulunmadığını gözlemliyoruz. Depremzedeleri oldukça tedirgin eden bu durum bulaşıcı hastalıklara da zemin hazırlıyor. Çadır kentlerdeki bir diğer sorun ise etrafta biriken çöplerin toplanmaması. Cengiz Topel Mahallesi’nde kurulan çadır kentte de aynı problem göze çarpıyor.

 

GÖZYAŞI VE BURUK GÜLÜŞ

 

Yürümeye devam ederken bir çadırdan yükselen bağlama sesini duyuyoruz. Bir şekilde yaşama tutunmaya çalışan insanlar, acılarını çadır kentte yankılanan şarkılarla adeta haykırıyor. Bir yandan bebek ağlamaları diğer yandan gençlerin bağırışları… İnsanlar çadırda yaşamlarını sürdürmeye çalışırken, yitirdiklerini, çocuklarını, anne, babalarını ve bundan sonra ne olacağını düşünüyor. Bu düşünce kimi zaman gözyaşı olup akarken, kimi zamanda buruk bir gülümsemeye dönüşüyor.

 

İlerleyen saatlerde havalar daha da soğuyor ve dışarıdakiler bir bir çadırlarına çekiliyor. Ancak gençlerin sesleri hala çadır kentte duyuluyor ve zaman zaman neşelerine yaşlıları da ortak ediyorlar. Aralarında şakalaşan gençler, etrafa saçtıkları gülüşleriyle insanlara umut oluyor. Neredeyse her bacadan yükselen boğucu kömür dumanı hava karışırken, çocuk ve bebeklerin ağlama sesleri gece boyunca eksik olmuyor.

 

YAŞLI DEPREMZEDELER 

 

Gece yarısı uyku tutmayan bir depremzede yakınıyla karşılaşıyorum. Anne ve babası için yurt dışından gelen ve gözyaşları içerisinde kentte tanıklık ettiği yıkımı anlatan yurttaş, hala hasar tespiti için evlerine hala gelinmediğini söylüyor. “Yaşlı iki insanı nasıl bu çadırda tutayım?” diye soran yurttaş, çadırın zemininin iyi düzeltilmediğini ve otururken rahatsızlık yarattığını belirterek, ekliyor: “Hasar tespitine gelseler ona göre hareket edeceğiz. Yalnız olan yaşlı depremzedeler oldukça zorlanıyor. Bu durumlarına üzülüyorum. Depremi yaşamadım ama geceleri yatamıyorum. İnsanların psikolojisi bozulmuş.” 

 

‘KİM HAKKINI HELAL EDER’

 

“Devlet, insanları enkazın altında bıraktı” diyen yurttaş, “Ne olacak bu insanların hali. Birkaç ay yardım edecekler, bitecek. Kimse ileriyi düşünmüyor. İktidar ‘Bir yıl süre verin, toparlayacağız’ diyor. Ama bu yaşananlar bir yılda düzelecek şeyler değil. Yılları alır.Erdoğan depremzedelerden helallik istedi. İnsanları bile bile ölüme terk ettiler. Binlerce insan öldü. Kim hakkını helal eder?” diyerek, tepkisini dile getiriyor. 

 

KAYGI VE DERİN SESSİZLİK

 

Sohbet sonrası misafiri olduğum ve depremde kızını kaybeden bir annenin çadırına geçiyorum. Oğluyla birlikte uyuyan anne her ne kadar üzerlerine bina yıkılacak tedirginliği yaşamasa da, o korkuyu üzerlerinden atabilmiş değil. Hala deprem psikolojisini üzerlerinden atamayan anne ve oğlu çadırda bırakarak, tekrar dışarı çıkıyorum. Ancak soğuk havadan kaynaklı asker ve polis dışında kimse yok. Tabi bir de köpekler… Derin bir sessizliğin hakim olduğu çadır kentte uyumak üzere tekrar misafir olduğum çadıra geçiyorum.

 

BİLİNMEZLİK

 

Sabah saat 06.00 sularında güne başlayan depremzedelerin sesiyle uyanıyorum. İnsanlar her şeye rağmen hayatlarını devam ettirmek zorunda ve bunun bilinciyle hareket ediyor. Çadırlarına misafir olduğum anne ve oğlu da uyanıyor. Anne oğlunu yatırdıktan sonra uyumaya devam ediyor. Dışarıya çıktığımda bazı depremzedeler soba yakmakla uğraşıyor. Bir kaçı yürüyüş yapıyor. “Kahvaltıyı saat kaçta yapıyorsunuz?” diye sorduğumda depremzedeler, normalde saat 08.00’da çorba verildiğini ancak Kızılay ve gönüllüler arasında yaşanan anlaşmazlıktan dolayı gönüllülerin önceki gün gittiğini aktarıyor. “Bugün kahvaltı yapmayacak mısınız?” diye sorduğum depremzedeler, “Kendimiz hazırlayacağız” yanıtını verip, en kısa zamanda yemek dağıtımı için bir gönüllü ekibin geleceğini sözlerine ekliyorlar.

 

Yürümeye devam ederken, bir çadırın önünde çok sayıda ayakkabı fark ediyorum. “Bir çadırın içinde o kadar insan nasıl sığıyor” diye düşünüyorum. Ancak aileler çadır bulamadığı için yakınlarının yanında kalmak zorunda kalıyor. İnsanların acıları, gözyaşları, hüzünleri, mutlulukları o çadırların içerisinde farklı bir hal alıyor. Ne yapacaklar, nereye gidecekler, nerede barınacaklar, bu acıyı nasıl atlatacaklar, sevdiklerinin yokluğuna nasıl alışacaklar? Bu soruların hepsi birer bilinmezlik taşıyor. Gözyaşları, buruk gülüşleri de hep bu bilinmezlikten.

 

MA / Rukiye Adıgüzel 

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version