Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

30 yıllık esaretten sonra Newroz’da milyonları gördü: Devrim budur


AMED – Çetin bir mücadele sırasında konulduğu cezaevinden, 30 yıllık esaretin ardından yıllarca hayalini kurduğu Amed Newrozu’na bacakları heyecandan titreyerek yürüyen Hanefi Eser, Newroz’a yeniden ruh veren Mazlum Doğan ve arkadaşlarının, kötüye giden bir tarihi durdurduğunu, bugün milyonların yan yana geldiği gerçekliğini yarattığını söylüyor.

 

Newroz, Demirci Kawa’nın Dehaq’a karşı direnişinin zaferinin kutlandığı gün olarak kabul edilir Kürtler tarafından. Baharın gelişi ve doğanın uyanışı gibi kutlanır bu yok sayılan halk tarafından. 1980 darbesi ardından cuntanın işkence merkezine çevirdiği Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde Mazlum Doğan’ın 3 kibrit ateşiyle kutlayarak eylemselleştirdiği Newroz o günden bugüne bir halkın varlık mücadelesinin ateşine dönüştü. Dört duvar arasında hapsedilen, iradesi kırılarak yok edilmek istenen bir halkın yeniden dirilişini muştular bu eylem. 

 

ARA SOKAKTA KUTLANAN YASAKLI BAYRAM

 

Bu eylemin gerçekleştiği hücreye komşu olan Hanefi Eser de 30 yıllık esaretin ardından artık “özgür.” Son olarak 1991 yılında Körhat Mahallesi’nde lastik yaktıktan sonra yüzlerin toplandığı, o zaman için yasaklı ama çok görkemli Newroz’larından birini kutluyor. Kısa zaman sonra yönünü dağlara çeviriyor. Yakalandıktan sonra da gördüğü işkence dolu sorgular ardından 30 yılını geçireceği cezaevine “hapsediliyor.”  

 

 

EYÜP PEYGAMBER 7, ONLAR 30 YIL DAYANDI

 

“Eyüp Peygamber’in sabrı 7 yıldı, biz 30 yıl dayandık” diyor Hanefi Eser. Cezaevine girenlerin hep o tutuklandıkları yaşta kaldıklarını gülümseyerek söylüyor. Bu onun genç kalmaya dair iradesini anlatıyor. Her yıl cezaevinde de farklı şekillerde kutlamışlar Newroz’u. 1990’lı yıllarda büyük kalabalık halinde, pankartlar, tiyatro oyunlarıyla ama bazen birkaç kişiyle sınırlı kaldığını söyleyen Hanefi Eser, “Tek de kalsa tutuklular bir ateş yakar, sloganlarıyla kutlarlardı” diyor. Tabi her kutlamanın sonunda da gelecek yıl Amed Newrozu’na katılmayı dileyerek programlarını bitirirler. 

 

8 kent, 9 ayrı cezaevinde geçen 30 yılın ardından şimdilerde dışarıda olan Hanefi Eser’in tutsaklıktan sonra katıldığı ilk Newroz’a gitmek için evinin bulunduğu Peyas (Kayapınar) ilçesinde bir araya geliyoruz. Daha önceden hiç görmediği, o tutuklanırken henüz inşa edilmemiş bir ilçedeyiz. Ben de onun yıllarca dört duvar arasında her yıl söylediği dileğini gerçekleştirmeye tanıklık ediyorum.  Yol arkadaşlığımı kabul ettiği için teşekkür ediyorum. Rojava Parkı’nda buluşup Newroz Parkı’na doğru yol alıyoruz. Hanefi Eser, tutuklanırken ne oturduğu ilçe ne de gideceğimiz Newroz Parkı olmadığı için nasıl ulaşım sağlayacağımızı bilmiyor, yol öncülüğünü ben yapıyorum. Alana çıkan tüm yollar kapatıldığı için yakınında geçen bir araca biniyoruz. Araçta biraz sohbet ettikten sonra Kadın Doğum Hastanesi Kavşağı’nda duraktan inerek alana doğru yürüyoruz. 

 

Yürürken alana yaklaştıkça “Bacaklarım titriyor” diyor şaşırarak, baktığımı görünce de “Üşümekten değil heyecandan” diye ekliyor. Gözlerindeki çocuksu heyecanıyla etrafına merakla bakıyor, alana doğru gidenleri gözlemliyor. 

 

KOMÜNAL BİR MAHALLEDE DEVRİMİN TOHUMLARI

 

Ben de alana girmeden onun yaşam öyküsünü dilinden dinlemek için barikatların hemen ön kısmında bir çay ocağına oturtuyorum. 1967’de Amed’in Farqin (Silvan) ilçesinin bir köyünde dünyaya gelir. Ancak aile henüz o küçükken Bağlar ilçesi Körhat Mahallesi’ne taşınır. Hayatı Körhat’ta geçer. Mahallenin devrimcisinin, emekçisinin, tutuklusunun çok olduğu gibi Hizbulkontra’nın da olduğu bir mahalle olduğunu belirtiyor. Fakir ama komünal bir yaşamın sürdüğü, herkesin kapısının birbirine açık olduğu bir mahallede büyür. 12 Eylül öncesinde tüm örgütlerin örgütlü olduğu, devrimci kültüre de sahip bir alan olduğu için bu mahalle onun yaşamdaki yolunu belirler. 1991’de Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde çalışırken sendikal faaliyet yürütür. O dönemde düzenlenen bir operasyonda tutuklanır, birkaç ay cezaevinde kalır. Tahliye olduktan sonra ne işe dönebilir ne de kent içinde çalışmalara dahil olabilir. Zaten bırakıldığında da “Senin kurtuluşun yok” diye tehdit edilir. Hizbullah’a karşı bir eylemde halasının oğlu Taha Doğru’nun yaşamını yitirmesiyle birlikte burada yaşam daha da zorlaşır ve dağların yolunu tutar. 

 

İŞKENCE İLE GEÇEN GÖZALTI

 

Buradaki mücadelesi de uzun sürmez, Amed’in bir köyünün kırsalında Rojbin Perişan ile birlikte yakalanır. Günlerce süren işkencede kaburgaları kırılır, aslında ilk gözaltı sırasında kendilerini öldürmeye niyetli asker karakol komutanı tarafından çağrılır ve onlar JİTEM’e teslim edilir. O ekip de işkenceyle iradelerini kırmak ister. Ağır işkenceye, kaburgalarının kırılmasına rağmen direnir. 6’ncı gün hastaneye kaldırılır. Burada kendisi çalışırken öğrenci olan doktora denk gelir. Vücudu yaralar içinde olmasına şaşırır doktor, onu askerlerin elinden kurtarmak ister ama başaramaz. 

 

KUTLAMA VE İLK GÜN

 

27 Kasım 1992’de bir gün süren mahkeme ardından tutuklanırlar. Adliyeye çıkartıldıkları gün tüm dükkanların kapalı olduğunu duyunca halkın kendilerini sahiplendiğini bilir ve bundan moral alırlar. Cezaevine gittiklerinde de üzüntülü bir ortama değil PKK’nin kuruluş yıldönümü nedeniyle kutlamaya denk gelirler. 

 

Kendilerine müebbet hapis cezası verilerek fiziken başaramasalar da ruhen ölüm dayatıldığını dile getiriyor Hanefi Eser, “Mazlum Doğan zaten bu duruma dair şöyle bir tespitte bulunuyor; onlar bize her türlü işkenceyi uyguluyor ama bizim direnmekten başka çaremiz yok” diyor. 

 

 

DİRENİŞİN ÖLÜMSÜZLEŞTİRDİKLERİ

 

Söylemesinin bile zor olduğu o 30 yılda en zorlandığı dönemi sorduğum anda PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği süreci anlatıyor; “Önderliğin esaretiyle birlikte bizim için yaşam artık çok zordu. Nefes alamadığımızı hissediyorduk. Birbirimizin nöbetini tutuyorduk. Kendini yakmak isteyen çok fazla kişi vardı. Çok zorlu bir süreçti. Hiçbir zaman o kadar zor olmadı. Bir dönem zindanda yaşadıklarımı yazdım ama o tarihe geldiğimde yazamadım. Yani dışarıdaki kişi yine çıkıp haykırabilir, eylem yapabilir, öfkesini dile getirebilir. Cezaevi için ise tek seçenek var o da bedenin. Önderlik ve parti de böylesi eylemlere onay vermediği için çok zorlu bir süreç yaşadım. Bir diğer zorlandığım şey de Diyarbakır Cezaevi’ne götürüldüğümüzde Mazlum Doğan’ın eylemini yaptığı 35’inci koğuştu. Onun hücresi bir ziyarete dönüştürülmüştü. O cezaevine gelen herkes orayı ziyaret ediyordu. İşkence ile gözaltını geçirip tutuklanan birinin geldiğinde ilk görmek istediği yerdi. Oraya gelip ağlayanlar vardı. Ben o hücreden söz ettiğimde hala boğazım düğümleniliyor. O günden bugünü görünce evet devrim gerçekleşti. 1980’li yıllarda Mazlum Doğan, Kemal Pir ile kalan tüm tutukluları da gördüm. Onları o kadar seviyorlardı ki kimi zaman onlarla ilgili konuşamıyorlardı dahi. Onlara abi diyorlardı ve her adlarını andıklarında ağlıyorlardı. Direniş işte insanı böyle ölümsüzleştiriyor.”

 

İnsanın bir tutumuyla tarih yazabileceğini ya da akışı değiştirebileceğine işaret ediyor Hanefi Eser ve 5 Nolu Cezaevi’ndeki Mazlum Doğan, Kemal Pir, Hayri Durmuş gibi isimlerin kötüye doğru giden bir tarihi durdurduklarını, bugüne milyonların yan yana geldiği gerçekliği yarattığını söylüyor. 

 

‘BU BAYRAM TOPLUMUN İTTİFAKIDIR’

 

Eser şöyle devam ediyor; “Bugün bu büyük kutlamayı yaşıyorsak, bu devrimdir ve bunu yaratan Heval Mazlum’dur. Devrim budur. Onun eylemini yaptığı tarih, bir devrim tarihiydi. Çünkü milyonlar alanlara çıkarak bu bayramı kutluyorlar. Bayram diyoruz ama paylaşımdır, toplumun ittifakıdır ve birbiriyle buluşma istemidir. Biz şimdi milyon insan bir araya geliyoruz. Mesele de budur. Önderlik de zaten inşa süreci olduğunu söylüyor. Eğer bu devrimi ete kemiğe büründürebilirsek, başardık demektir. Şu an bizi bekleyen görev budur.” 

 

‘ÖCALAN’IN MESAJINI KENDİSİNDEN DİNLEYECEĞİZ’

 

Cezaevinde ayaklarını yerden kesen dönemin de PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 2013Amed Newrozu’nda mektubunun okunduğu an olduğunu belirtiyor. O dönem “diyalog süreciyle” birlikte televizyonların da alanı canlı yayından verdiğini, o gün ana gündemin televizyon izlemek olduğun belirtiyor. “Tabi biz o mektubu, Önderliğin söylediklerini yeterince iyi anlayamadık. Anlasaydık bugünlere kalmayacaktı bu sorun” diye özeleştiri veriyor. Tüm acılara rağmen hiç umudunu kaybetmediğini yakın bir zamanda Abdullah Öcalan’ın mesajını, bu meydanda kendi ağzından dinleyeceğimizi söylüyor. 

 

0 HÜCRE ŞİMDİ DÜNYA OLDU

 

Çağdaş Kawa olarak kabul edilen Mazlum Doğan’ın eylemiyle birlikte yeniden Kürtlerin mücadele tarihinin bir parçasına dönüşen ve anlamını bulan Newroz’u cezaevinden gelip böylesi bir alana gitmenin verdiği heyecanı şöyle anlatıyor; “Diyarbakır Cezaevi’nde iken onun eylemi yaptığı hücrenin yanında kalıyordum. O öyle bir hücreydi ki düşman bile oraya girerken çekiniyordu. Odada bir fotoğrafı ve gömleği vardı. Her gün temizleniyordu oda. Herkes o odanın sorumluluğunu kaldıramadığı için orada kalmıyordu. Ben şimdi bu meydana yürürken o hücreyi düşünüyorum. Hücre sadece mekânsal değil, ruhsaldır, akıldadır, fikirdedir, o hücre şimdi dünya oldu. Orayı görünce gözlerimiz doluyor, boğazımız düğümleniyorsa, şimdi de aynı şeyi hissediyorum. 1992’de serhıldan süreci olduğu için çok sayıda insan bir arada tutuklanıyordu ve her gelen o hücreye gitmek istiyordu tıpkı bu alan gibi. O zaman orayı ziyaret etmek aynı zamanda bu alanı ziyaret etmekti. O günden böylesi büyük kutlamaların yapılacağı belliydi. Şu an hissettiğim şey, işkencehaneden arkadaşların yanına gelmek gibi. İşte o an insan diyor ya ‘Özgürlük alanına geldim’ diye. Bu da öyle bir şey. Biz bunu başardık. Biz Newroz’u halkların Newroz’u olarak kutlama anlamında başarılı olduk. Tabi bu da devamlılık isteyen bir şey. Ruhta, bedende akılda bunu yaşamsalaştırmak lazım. Mazlum heval bu anlamda bize yol da gösterdi.”

 

Depremde yitirilen canlardan dolayı bir üzüntü ile Newroz’un karşılandığını ancak bu alanın öfkenin haykırılacağı alan olacağını dile getiriyor.  

 

SERHILDAN RUHU

 

Arama noktalarından geçtikten sonra alana ilerliyoruz. Günlerce yağan yağmurdan dolayı alanın tamamı çamur, ama kimse önemsemiyor bayramlıklarının kirlenmesini. Hanefi Eser de yavaş adımlarla, iyice gözlemleyerek ilerliyor alanda “90’lı yıllarda yasakla birlikte lastikle yakılan ateşlerin tadı yok” diye eklemeden edemiyor. 1990’lı yılların serhıldan ruhunu hala yaşatıyor. 

 

CEZAEVİ ARKADAŞLARININ BULUŞMASI

 

Alanı birkaç kez geziyoruz, her yürüyüşümüzde onu tanıyan başka biriyle rastlaşıyoruz. Bunlardan bir kısmı da 30 yıl cezaevinde kalan diğer tutuklular. Zülfikar Bayram, Emin Yıldız, Mehmet Ateş, Emine Yıldırım, Metin-Eşref Yaşa, Latif Çetin, Vedat Bakır, Tahir Kızıl… Hanefi Eser hepsiyle aynı cezaevinde kalmış. Yol, mücadele arkadaşlığını da aşan bir aile gibi olmuşlar. Hepsinin gözleri parlıyor, birlikte hatta yüzbinlerle birlikte Newroz kutlamanın heyecanı yüzlerine, adımlarını atışlarına yansıyor. Bana da cezaevinde kalıp kalmadığımı soruyorlar. “Hayır” yanıtı vermem onlarda şaşkınlık yaratıyor, ben de ilginç bir şekilde kendimi mahcup hissediyorum. Birlikte kalabalık halde bir kez daha alanı turluyoruz, genç bir ekibin arasına girip halay çekiyorlar. Alanda gezdikçe onları birbirlerine gösteriyor insanlar “bunlar 30 yıllık” diye. Kimisi koşarak gelip sarılıyor, gençler ellerini öpmek için eğiliyor. Hepsinin yüzünde bir heyecan ve karşılarında direnişin simgesi gibi duran insanlara dair duydukları büyük bir saygı var. 

 

30 YILIMIZ BOŞA GİTMEMİŞ

 

Ateş yakılıyor, insanlar kıyafetleriyle ateşi harlıyor, saatler geçiyor alandaki coşku tüm engellemelere rağmen artıyor. Sonra Hanefi Eser alandaki “Bijî Serok Apo” sloganlarının yükseldiği kitleye bakıyor ardından da bana dönüp; “30 yıl cezaevinde kaldık, büyük bedel ödedik ama bugün boşa yatmadığımızı görüyorum” diyor.

 

MA / Dicle Müftüoğlu

 

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version