Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Sami Selçuk: Anayasa açık, Erdoğan 3. kez ‘cumhurbaşkanı’ seçilemez

Prof. Dr. Sami Selçuk’tan meslektaşlarına ‘çağrı’: Yargıç, falcılığa özenemez, hukuka dönün


Eski Yargıtay Birinci Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Cumhurbaşkanı’nın adaylığı tartışmaları üzerine önemli değerlendirmelerde bulundu. Karar’da, ‘‘Önce hukuk’ mu demeli yoksa ‘muktedirlere evet’ mi?’ başlıklı bir yazı aleme alan Selçuk, Erdoğan’ın 3. kez aday olamayacağını anlattı.

Sami Selçuk, “Anayasal maddenin sözleri öylesine açıktır ki, lütfen sokağa çıkın ve sorun. İlkokula başlama yaşını, yani 69 ayı (5 yıl 9 ay) doldurmamış bir çocuk bile, birinin ancak iki kez cumhurbaşkanı seçilebileceğini, üçüncü kez seçilemeyeceğini bir çırpıda sizlere söyleyecektir.(…) Anayasa 102. maddeye göre bir kimse ancak 2 kez cumhurbaşkanı seçilebilir. Sözel (lafzi) yorum” açısından ise bu madde, asla ve kata yoruma açık değil, tam tersine kesinlikle kapalıdır. (…) “Yeni sisteme geçilmiştir, kimi hükümler değişmiştir” gibilerden hukuk fakültesinin birinci sınıfından ikinci sınıfına bile geçmeyi engelleyecek mugalatalara, çarpıtmalara başvurmayı bırakın.” ifadelerini kullandı.

Sami Selçuk’un yazısından bazı bölümler şöyle:

ÖNÜMÜZDEKİ SEÇİM HİÇ DAHA ÖNCEKİLERE BENZEMİYOR

Hemen her şeye egemen olan devlet başkanımız, üniversite çıkışlıları arasında bile ayakkabısını yalayanların ortaya çıktığı bir ortamda Cumhurun Başkanı olarak bir çırpıda şunları söyleyiverdi: “Beceriksizliklerini kabullenmek yerine her hafta bahane üreterek saklama yoluna gidiyorlar. Hukuk skandallarıyla önümüzü kesmeye çalışıyorlar. Kronometre sıfırlandı dedik. Aklınız neredeydi? (Denizli, 28 Ocak 2023). “Şimdi altılı masa ne diyor? Aday olamaz diyor. Size rağmen milletim beni, hem aday yapacak, hem de cumhurbaşkanı yapacak.” (Bilecik, 29 Ocak 2023).

Bu konuşmalardan da anlaşılıyor ki, cumhurun başına göre, hukuku dile getirmek, -ki onlardan biri de benim-bir “bahane,” hatta “skandal;” kendisini aday yapacak olan da, yazılı hukukun kuralları değil, hukuku çiğnemesinde bir sakınca görülmeyen, hatta kışkırtılan “halk”tır.

Demek, anayasa hukuku uzmanlarınca dünyada bir örneği bulunmadığı belirtilen “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin Türkiye’yi güçlükle taşıyıp getirdiği nokta şudur: “Önce hukuk”mu denilecek, yoksa“muktedire evet” mi?

Demek, önümüzdeki seçim, hiç de daha öncekilere benzemiyor. “İnsanlarımızın alın yazıları”nı belirleyeceği için yaşamsal bir önem taşımakta. Kısaca ya herrü (olumlu olasılık) ya da merrü (olumsuz olasılık) denilecek.

İLK SINAVI YSK VERECEK

İlk sınavı, elbette yine hukukçular, yani “Yüksek Seçim Kurulu”nun (YSK) yargıçları verecek. Bu konuda, ne yazık ki, güvensizlik egemen. Çünkü geçmişte YSK yargıçları, her şeyden önce, Anayasa’nın “aynı konuda farklı hükümler” (m. ) arayan ölçütünü, yani “aynı konu” ve “farklı hükümler” deyişlerini göz ardı etmişler, sonra da hukuk bilimini, özellikle de hukukta uyuşmazlıkları üç temel ilke ışığında çözen çok önemli bir konuyu, “normların yarışması” (eski yanlış çevirilme “hükümlerin içtimaı,” “concours de normes,” “concorso di norme”) konusunu hiç umursamaksızın “mühürsüz zarflar geçerlidir” diyerek yürürlükteki bir yasa maddesini eylemli olarak yürürlükten kaldırmışlardı.

Bir yasa maddesini eylemli olarak kaldırmak ise, kendilerini Yasama organının ya da Anayasa Mahkemesinin yerine koymak, onların yetkilerini yağmalamak, gasp etmek demekti.

BEN SADECE HUKUKUN DEDİĞİNİ DİLE GETİRİYORUM, O KADAR

Bu “YETKİ GASPI” (usurpation de pouvoir, usurpazione di potere) ise, hukuksal işlemler açısından hukuk dünyasında en ağır yaptırımı gerektiren bir hukuka aykırılık, kısaca “kesin sakatlık”; yaptırımı da, “YOKLUK”tu (keenlemyekûn, inexistence, inesistenza). Demek oluyor ki, halkoyuna sunulan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi,” tıpkı kaymakamın verdiği bir “tutuklama” ya da “boşanma” kararı gibi, hukuk dünyasında doğmamıştı. Gerçekten böyle bir kararı, savcı da, infaz memuru da, nüfus memuru da yerine getiremezdi. Oysa hukuku hiçbir zaman dert edinmeyen Türkiye, altı yıldan bu yana işte hukuk dünyasında doğmayan bu yeni sistemle yönetilmektedir. Bunu ben demiyorum. Hukuk diyor (juris dictio). Ben ise sadece hukukun dediğini dile getiriyorum. O kadar. Ancak Türkiye, özellikle de Anayasa’ya uyacakları konusunda “şeref andı içenler,” kısaca Türkiye’yi yönetenler, muhalefet de dâhil, kös dinliyor!?

Çünkü benim ülkem, ne yazık ki, oldum olası hukukta önce bir kargaşa, sonra da bir çöldür. Üzücü. Ama gerçek bu. Çok yazık!

BİR KİŞİ KAÇ KEZ CUMHURBAŞKANI SEÇİLEBİLİR?

Gelelim, şimdiki soruna. Bunun için de tartışılan ana soruyu sorarak başlayalım söze: “Bir kimse kaç kez cumhurbaşkanlığı seçimine girebilir?”

Sorunun yanıtı, yürürlükteki Anayasa’nın İkinci Bölümünde “yürütme” organı içindeki “cumhurbaşkanlığı” kurumunu düzenleyen iki maddede yer almaktadır.

Bunlardan “ADAYLIK VE SEÇİM” başlığını taşıyan ve yeni Başkanlık sistemiyle ilgili olarak, 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Yasa’nın 7’nci maddesiyle değiştirilen metne göre, “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse, ‘EN FAZLA İKİ KEZ CUMHURBAŞKANI’ seçilebilir” (m. 101/2).

Anayasanın “sistematik”ine göre ise bu madde, yürütme organı olan cumhurbaşkanlığı kurumunun statüsünü düzenleyen kesimde yer almaktadır.

Bu nedenlerle de “temel kural”dır.

“Sözel (lafzi) yorum” açısından ise bu madde, asla ve kata yoruma açık değil, tam tersine kesinlikle kapalıdır. Çünkü yazılı metin apaçıktır (certa). Metni anlamak için hukukçu, hatta ergin bir insan olmaya bile gerek yoktur. Anayasal maddenin sözleri öylesine açıktır ki, lütfen sokağa çıkın ve sorun. İlkokula başlama yaşını, yani 69 ayı (5 yıl 9 ay) doldurmamış bir çocuk bile, birinin ancak iki kez cumhurbaşkanı seçilebileceğini, üçüncü kez seçilemeyeceğini bir çırpıda sizlere söyleyecektir.

AÇIKLIK VARSA YORUMA BAŞVURULMAZ

Eğer hukukta bir maddenin anlamı, böylesine çok açık, belli ve kesin ise – daha önce de bu sütunlarda belirttiğim gibi – Eski Roma hukukundan bu yana “açıklık varsa yoruma başvurulmaz” (interpretatio cessat claris,” bizim hukukumuzda “mevrid-i nasta içtihada mesağ (izin) yoktur” (Mecelle, m. 13), “sarahat, delâletten üstündür,” “sarahat karşısında delâlete itibar edilmez,” “zahir olan sözlerin tefsire ihtiyacı yoktur,” “yargıç, yasayı söyler, yasa yapmaz” ilkeleri yorum yapmayı yasaklar, saptırmalara, çarpıtmalara asla izin vermez, veremez. Besbelli ki, bir kimse en çok iki kez cumhurbaşkanı seçilebilir demek, üçüncü kez seçimi dışlamak demektir. Burada karşımıza yine bir yorum kurala daha çıkmaktadır:

“Bir şeyi söyleyip belirtmek, başka şeyi dışlamaktır.” (expressio unius est exclusio alterius).

Anayasa’da inceleme konusuyla ilgili olarak yine aynı bölümde yer alan ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesi” alt başlığını taşıyan, yukarıdaki Yasa’nın 11’inci maddesiyle değiştirilen bir hüküm (m. 116) daha vardır. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu hüküm, temel hüküm değil, ayrıklı bir duruma göre sadece bir “AYRIKLI (İSTİSNAİ) HÜKÜM”dür.

3. KEZ ADAYLIĞIN BİR TEK YOLU VAR

Buna göre “Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine (ayrıklı olarak) karar verebilir. Bu halde (yani bu olgunun, koşulun gerçeklemesi durumunda) Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır (fıkra, 1, 2). Yani Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi durumunda, (sadece bu koşul gerçekleştiği takdirde) Cumhurbaşkanı bir kez daha aday olabilir (fıkra, 3.)

Demek, Anayasa’nın 116’ncı maddesi, temel hüküm olan 105’inci maddeye ayrıklı (istisnai) bir hüküm getirmiştir. Ancak bu hüküm, yine Roma hukukundan bu yana bilinen yorum ilkesine göre, yani “istisnalar dar yorumlanır,” (exceptiones sunt strictissimae interpretationis) ilkesi uyarınca asla genişletilerek yorumlanamaz. Bu durum karşısında TBMM’nin, nitelikli çoğunlukla seçimlerin yenilenmesine karar vermesi, yani sadece bu koşul gerçekleştiği takdirde aynı kişi, seçmenleri yormamak için, üçüncü kez de Cumhurbaşkanlığına aday olup seçime katılabilecek, bu koşul gerçekleşmediği takdirde ise asla aday olamayacaktır.

Görülüyor ki, her şeyden önce yürürlükteki yazılı hukukun Cumhurbaşkanlığı kurumuyla ilgili metnin hem sözel, hem de sistematik yorumu hukukçuya bu sonuçları zorlamaktadır.

Yalnızca yukarıdaki yazılı kurallar değil, yorumun etik kuralları da hukukçuya aynı sonucu zorlamaktadır. Çünkü yorumun konusu, insan iradesinin ürünü olan düzgünün (norm) somutlaştığı metin (texte); amacı ise, yakın ya da uzak amaçlı ideolojilerle kendinden menkul şairane saptırmalara başvurmaksızın, metnin (Anayasa) bütünü içinde gerçekçi (realist) yoruma bağlı kalarak, onun sahici (sahih, mevsuk, doğru, otantik) anlamını belirlemektir.

Bilinçli ve dürüst bir hukukçu, “kelâmda asıl olan, manayı hakikidir” (Mecelle, m. 12) ilkesi gereğince yasanın metnine ve sözlerine bağlıdır; “yasanın sözünden uzaklaşmaz” (a verbis legis non est recedendum), uzaklaşamaz; yorumun yerine kehaneti geçirerek yasa yapıcıya dönüşmez, dönüşemez; yasanın anlamını yozlaştırarak “metni ifsat eden yoruma lanet olsun!” (maledicta est expositio quae corrumpit textum!) deyişinin öznesi olmaz, olamaz; yorumu araçsallaştırarak kendinden menkul istisnalar üretmez, üretemez. Kısaca ilkeli bir hukukçu, “bir şeyi dile getirmenin, başka şeyi dışladığını” (expressio unius est exclusio alterius) ve yine “asıl olanın, geçici (arızi) olanı (da) dışladığını” (Mecelle, m. 9) çok iyi bilir.

HUKUKU YOZLAŞTIRMA YARIŞINA GİRİŞTİLER

Peki, bütün bunlara karşın şimdi neler görmekteyiz?

Yaşananlar, çok açık: Çoğu kez yaşandığı gibi, hukukun dediklerini aşmak için “hile-i şeriye”, “hukuku dolanma” (fraude à la loi, frode alla legge) ustalarının, onların torunlarının hemen harekete geçtiklerini, hukuku yozlaştırma, saptırma ve saçmalama yarışına girdiklerini görüyoruz.

Bu yarışçılara diyeceklerim şunlardır: “Lütfen hiç kimseye boş umutlar vermeye yeltenmeyin. Hukukun gözünde, Büyük Kurtarıcı ve Kurucu Atatürk dâhil, hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz. TBMM’yi fesih gibi olağanüstü dönemler için yaratılan ayrıklı düzenleme ve yöntemleri asla gündeme getirmeyiniz ve kimi kişilerin özel amaçlarının aracı durumuna düşürüp hukuka kıymayınız.”

EFENDİLER; HUKUKU KURBAN EDİYORSUNUZ!

Bu arada hukuk fakültelerini bitirenlere, özellikle adlarının başında bilim sanını taşıyanlara söyleyeceklerim ise daha çok: Efendiler, sizler bilim çağında bile, balina balığından, yunus balığından söz ederek hukuku belirsiz tanım ve açıklamalara (explikandum) kurban etmenin ardında koşmaktasınız. Hukuk öğreniminden geçenlere bu çarpıtmaları hiç mi hiç yakıştıramıyorum. Nasıl hayvanbilimci (zoolojist), balık kavramını, günlük dile göre değil, solungaçlarıyla solunum yapan soğukkanlı hayvan olarak kesin, açık, bilimsel tanımla açıklarsa (explikat), hukukçu da yorumu, sözel, sistematik vb. yorum kurallarına ve dürüstlük ilkelerine göre yapar ve uygular. Buna zorunludur.

(…)

Hukukumuzda bunların dışında yürürlükte olan yazılı başka bir hüküm yoktur. “Yeni sisteme geçilmiştir, kimi hükümler değişmiştir” gibilerden hukuk fakültesinin birinci sınıfından ikinci sınıfına bile geçmeyi engelleyecek mugalatalara, çarpıtmalara başvurmayı bırakın.

Lütfen yürürlükteki yazılı hukuka saygılı olun ve bu safsataları dile getirenlere de şu soruyu sorun: “Madem ki, öyle diyorsunuz, 1982 Anayasası’nın hangi maddeleri yürürlüktedir? Bunları açıklar mısınız?”

Bu soruyu sorduğunuz anda bocalayacaklar, birilerini kandırmaya, birine de yaranmaya kalkıştıkları, o anda ortaya çıkacaktır.

KARAR VERİCİLER BU KEZ MUKTEDİRLERE ‘HAYIR’ DİYECEKLERDİR!

Kısaca Batı ahlakında mertlik ve düello vardır; Doğu ahlakında ise, zekâ ile karıştırılan kurnazlık, ikiyüzlülük ve arkadan vurma. Uzak ve yakın tarih, buna tanıktır. Menderes, Yassıada duruşmalarında kahrolarak bunları görüp yaşadı.

Cumhurbaşkanı iken yaptığı tablolar, büyük paralarla kapışılan Kenan Evren, iktidardan düştüğü gün, bu resimlerin çoğunu çöpe atmak zorunda kaldı. Bunları hiç mi hiç unutmayalım ve “muktedir”lere de anımsatalım.

Evet, şimdi söz, hukukundur. Öğrenciliğinden bu yana altmış sekiz yıl hukuk bilimi ve uygulamasıyla iç içe yaşamış, otuz yılını Yargıtayda geçirmiş biri olarak inancım odur ki, bu kez karar vericiler, yürürlükteki Anayasa’nın yorumu dışlayan açık hükümlerine uyacaklar; kiminle ilgili olursa olsun, yukarıda dediğim gibi, isterse Atatürk’ün seçimi söz konusu olsun, “muktedir”lere koskocaman bir “HAYIRRR!” diyeceklerdir.

Ya demezler ve yürürlükteki hukuka uyulmazsa?!

Bu olasılığı bırakınız düşünmeyi, düşlemek bile istemiyorum. Eğer bu olasılık gerçekleşirse, bize düşen, sadece şu olacaktır: Sokaktaki insanları hukuka aykırı davranışlar ve işlemler yaptıkları zaman asla kınayıp sorgulamamak, tez elden hukuk fakültelerindeki öğretimi yeni baştan kurmak.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version