Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kafalardaki üç kalıp kırılmadan…

Kafalardaki üç kalıp kırılmadan…


HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Kafalarımıza öyle kalıplar oturtulmuş ki çoğu zaman onların doğruluğunu tartışmıyoruz bile. Bu kalıpların sayısı hayli fazla. Bizim süründükçe uçtuğumuzu sanmamızı sağlayan en tehlikeli üç şablon var.

“Vatandaş” değil “kul” olma algısının bilinçaltımıza kazınmış kodları, üzerinden on yıllar geçse de değişmiyor. Kendini kul, devleti yönetenleri efendi sanan zihniyeti değiştirmek için daha kat etmemiz gereken hayli yol var. Gelin bu kalıpların üçüne bakalım.

1- BEN DEVLETİM YAKLAŞIMI: Devleti, toplumun siyasal örgütlenmiş yapısının tümü olduğunu anlamayanlar, ya da bunu anlamak işine gelmeyenler bu yapının bir yerine girmişse kendini devlet olarak görmeye başlar. 

Bundan daha tehlikeli olanı var. O da herhangi bir pozisyonu yakalayan kişinin karşısındakine bunu dikte ettirmeye kalkışması…

Demokrasilerde en önemli şey, halkın seçimiyle getirilen pozisyon olur. Bundan dolayıdır ki muhtarlık, en önemli görevin kılcal damarlara ulaşması olarak kabul edilir. 

Ne var ki “seçimle göreve gelme” kavramı bizde daha ilk okulda zedelenmeye başlar. Sınıf başkanlığı seçimi yapılır. Bu seçimin yapılmasının mantığı çocuklara yeterince anlatılmadığı ve altyapısı oluşturulmadığı için sınıf başkanı, öğretmenin istediğinde değiştirdiği kişi olmaktan öte gidemez. 

Zihinlerde sınıf başkanlığı öğrencilerin istemesiyle değil, mutlak otoritenin sembolü olan öğretmenin istemesiyle değişen birine dönüşür. 

Sonrasında otoriteyi ele geçiren, kendisini devlet yerine koymaya başlar. Bu ülkede halkın oylarıyla seçilen bir milletvekili, “ben devletim, sen vekil” diyen bir polisin tartaklamasına maruz kalır. 

Binlerce kişinin oyunu alarak Meclis’e giden bu kişiye yapılan çirkin muamele, ne var ki bu toplumun büyük kesimi tarafından alkış görüyor. Bu görüntüler bırakın kişisel sosyal hesapları, ulusal kanallarda bile “polis HDP’li vekile haddini bildirdi” diye yer alabiliyor. 

Kendini devlet yerine koyanların üstenciliği her zaman yukarılarda seyrediyor. Bu o kadar güçlü ki, vatandaş olarak kişisel haklarını bildiğini sananlar bile bu güç karşısında duvara çarpmış gibi oluyor.

‘BENİM VERGİMLE MAAŞINI ALIYORSUN’ DEMEK SUÇ

Amerikan filmlerinde kendisine davranışında ölçüyü kaçıran görevliye, “Benim ödediğim vergilerle maaş alıyorsun” sözü sık duyuluyor. Kimi zaman kendisinin de vergi verdiğinden hareket eden vatandaşlar benzeri bir çıkışta bulunmaya kalkınca ağzının payını alıyor. 

Biri Türk polisine, “Benim ödediğim vergilerle maaşını alıyorsun” demeye görsün… Polis cebinden çıkardığı bozuklukları vatandaşa uzatıp, “Al vergini git” diyebiliyor.

İşin ilginç tarafı, video dolaşıma girdikten sonra pek çok kişi tarafından, “Polis küstah vatandaşa haddini bildirdi” diye paylaşıldı. 

Bu olayda polisler, vatandaşa pandemi dolayısıyla “sokağa çıkma yasağını ihlal” ettikleri gerekçesiyle işlem yaptı. 

Ancak bizde “Benim vergimle maaş alıyorsun” demek suç. Evet yanlış okumadınız idari para cezası gerektiren bir suç. Hatırlarsanız İzmir’de doktorun, kızını muayene etmediğini iddia eden bir anne ve kızı hakkında hakaret davası açılmıştı. 

Anne N.K. hakim karşısına çıkarıldı ve “Hakaret kastıyla söylemedim” dese de adli para cezasına çarptırıldı. 

Doktor K.H.’nın avukatı Alperen Cihan Çetinkaya, kamu görevlilerine karşı kullanılan bu sözün “şeref ve saygınlığı rencide ettiği” iddiasında. Bu kararın emsal niteliğinde olduğunu söyleyen Av. Çetinkaya, “Bu kararla birlikte vatandaşlar bu tarz sözleri artık bu kadar rahatlıkla sarf etmemeye başlayacaklar” diyor.

Mahkemede bu karara imza atan hakim, aslında bir tür görevli dayanışması sergiliyor. Yarın bir gün belki bir çılgının çıkıp kendisine de benzeri bir ifade kullanmasının önünü almaya çalışıyor. 

2- DEVLETİN EKMEĞİNİ YEMEK: Zihinlerden çıkarılması gereken ikinci yaklaşım, “devletin ekmeğini yemek”. Devletlerin insanlar için var olduğunu unutanlar, insanları devletler için feda etme yolunu seçtiler. 

İnsanların en çok kırılmasına yol açanlar, Şeyh Edebali’ye atfedilen “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü istismar edenler oldu. Devletin, toplumun kurduğu bir sistem olduğunu aklına getirmek istemeyenler, insanı bu sistemi ayakta tutan payanda sandı. 

Aslında “devlet” ve “vatandaş” iki taraflı işleyen bir yapının parçası. Vatandaşın devletini koruduğu, devletin vatandaşı koruması gerektiği bir mekanizma olduğunu unutanlar, devleti kutsamada sınır tanımıyorlar. 

Toplum varsa devlet var olur. Toplumu olmayan bir devletin var olması ve ayakta kalması bugüne kadar mümkün olmadı. Ancak, bunun tersi her zaman mümkün. Devleti yok olsa da toplum ayaktaysa, bir şekilde devletini kurabiliyor. 

“Devlet-i ebed-müddet” (sonsuza kadar yaşayan devlet) diye kendi halkını yutan mekanizmaya dönüşen Osmanlı devleti artık yok. Ama toplum var olduğu için Birinci Dünya Savaşı’nda yıkılmasına rağmen yeniden bir devlet kurmayı başardı. 

Ancak girişimcilik ruhunun yerleşmediği toplum, devleti gelir kapısı görmeye devam etti. Esasında yediği ya kendi alın teri ya da komşusunun ekmeği.

3- BİZ OSMANLI TORUNUYUZ: Belki de bu üç kalıp içinde en yanlış olanı… Osmanlı bir hanedan idi. Yani hanedandan olmayan birinin hanedandan olduğunu iddia etmesi için ölümü göze alması gerek. 

Osmanlı’da bir hükümdar, tahta geçtiği zaman, kardeşlerini ve kardeşlerinin erkek çocuklarının soyunu kuruturdu. Yarın bir gün kalkıp tahtına göz dikeceğinden korkardı. Bu ihtimali yok etmek için de Fatih sıfatını taşıyan II. Mehmet, “Fatih Kanunnameleri” düzenlemesiyle kardeş katlini yasal hale getirdi. 

Hemen her hükümdar döneminde yaşanan kardeş katli, en sinsi şekilde I. Selim tarafından uygulandı, en yoğun şekildeyse III. Mehmed tarafından… III. Mehmed, 1595’te tahta geçtiğinde aynı gün 19 kardeşi, Topkapı Sarayı’ndan tabutlar içerisinde çıkarıldı. Oğlu şehzade Murad’ı da boğdurdu. 

(I. Selim’in babasını ve kardeşlerini saf dışı bırakmasına ilişkin Topkapı Sarayı arşivlerinden yapılan en değerli araştırmalardan birini akademisyen Erdem Çıpa yapıp kitaplaştırdı.)

“Osmanlı torunu” demek, Osmanlı hanedanına mensup olmak demek. Osmanlı torunu unvanı, ancak o hanedana mensup olmakla elde edilir. Osmanlı hanedanı da Rusya’daki Romanov, Avusturya/Almanya’daki Habsburg gibi hanedan idi. 

Kendisinin Osmanlı torunu olduğunu sananlar, o dönemde Osmanlı hanedanının vergi saldığı ve cephelerde ölmeleri için asker yaptığı kişilerin hayatta kalanlarının torunu olmalılar. Muhtemelen dedeleri, köye savaşta asker toplamak için gelen tellala, “Yürü git. Söyle o padişaha bende oğul kalmadı. Benim şeyime güvenip sağa sola savaş ilan etmesin” diye isyan eden rençberin torunuydu.

Ya da salınan verginin ağırlığı altında ezilip isyan eden Celalilerden birinin torunu. Yoksa hayatta kalma ihtimali hayli zor olurdu. 

Eğer yukarıdaki şablonda yoksanız, “Osmanlı torunuyum” diyenler en hafifiyle yalan söylüyorlar.

Kafalara bukağı olarak takılan bu üç kavramı kırmak için verilecek çaba, 6 Şubat depreminin enkazını kaldırmaktan kolay değil.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version