YORUM | Prof. Dr. HÜSEYİN DEMİR, Berlin
Yüksek lisans ve doktoramı tamamladığım İngiltere’den, kalma imkanım varken, büyük idealler ve insanıma hizmet düşüncesiyle genç bir akademisyen olarak döndüğüm ülkemden, 16 yıl sonra bir Ağustos sıcağında, OHAL koşullarında işkence görmemek ve zalimin işini kolaylaştırmamak için eşim ve çocuklarım dahil tüm sevdiklerimi geride bırakarak elimde küçük bir valiz ve cebimde 500 Euro ile ayrılalı 6 yıldan fazla zaman olmuştu.
Bu süre içerisinde biz KHK’lılara yapılanlara ses çıkarmayan milletime gönlüm kırıktı, canımdan çok sevdiğim ülkeme karşı bir duygusal kopuş yaşamaktaydım. Zulmün altı yıldır aralıksız yaygın ve yoğun bir biçimde devam etmesi ve buna karşı birkaç cılız sesten başka bir itirazın duyulmaması beni derinden yaralamıştı. Bir daha ülkeme döner miydim, emin değildim. Genç bir akademisyen olarak ruhumda hissettiğim o derin bağlılık ve sevgiyi tekrar kazanmam mümkün görünmüyordu.
Ancak 6 Şubat sabahı Türkiye’nin 10 ilinin şiddetli bir deprem ile sarsıldığı ve binlerce binanın yıkıldığı haberlerini görünce önce insan, sonra da o topraklardan kopup gelmiş bir mülteci olarak sarsıldım. Ekranda gördüğüm manzaralar beni dehşete düşürmüş ve şiddetli bir eleme duçar etmişti. İnsanların perişan bir vaziyette enkaz altındaki yakınlarını kurtarmak için canhıraş feryatları, tam da bu durumlar için var ve görünür olması gereken devlet aklı ve mekanizmasının ortada olmayışının şokunu yaşamaya başlamıştım.
İçimi ülkeme ve insanıma karşı yoğun bir şefkat hissi ve orada olup o insanlara yardıma koşma düşüncesi kapladı. Ağlayanlarla ağladım. Öfkelenenlerle öfkelendim. Milletimin en bereketli topraklarda ihmal ve ihanetin pençesindeki perişanlığına ağladım. Enkaz altında kalarak vefat etmiş yavrusunun eline yapışan babanın yürek delen çaresizliğine ağladım. Ağladım bağı bozulmuş, bağcısı kovulmuş, gülleri yolunup bülbülleri öldürülmüş güzel ülkemin saksağanların mekânına dönmesine. Ağladım ayağında bir ayakkabı olmadan çamurda ekmek sırasında bekleyen yavrularımıza. Ağladım azgın bir azınlığın arsızca memleketi talan ettiği yetmezmiş gibi, bir de çaresiz insanlarla alay edercesine son model arabalarıyla gittikleri deprem bölgesinde birer kutu meyve suyunu çıplak ayaklı çocuklara verişini utanmazca reklam edişine. Koca koca bakanların palto ve kaşkollarıyla kürsü arkasında dururken vitrin malzemesi niyetine önlerine diktikleri ceketsiz, üşümüş çaresiz yavrularımızın haline ağladım.
Ağladıkça gönlümün kırıklığı azaldı milletime. Ağladıkça yaşamış olduğum duygusal kopuşum yerini bağlılığa bıraktı ve ülkeme, insanıma dair küllenmiş, unutulmaya yüz tutmuş ideallerim canlandı yeniden. Yaradanıma verdiğim sözleri hatırladım. Küsmek yok, darılmak yok. ‘Ne çekersek çekelim inandığımız yolda insanımıza ve insanlığa hizmet etme duygu ve düşüncesiyle koşma var’ seslenişini hatırladım. İnsanıma ve ülkeme olan koşulsuz sevgim sardı benliğimi. Bugün bir felaketi yaşayan ülkeme yardım zamanıdır dedim. Bulunduğum ülkede yardım kampanyalarına destek olmaya çabaladım. Dualarımda deprem felaketini yaşayanları en önce zikrettim.
Depremin ardından hissiyatımı ifade sadedinde bu yazıyı kaleme alırken anladım ki yalnız değilim. Benim gibi binlerce insan işinden, yerinden, yurdundan edilmiş, tarifi imkânsız acılara ve zulümlere muhatap olmuş olsalar da kalpleri milleti ve ülkesi için atıyor ve yardıma koşmak için çırpınıyorlar. Anladım ki ne zalimler ne de zulme alkış tutanlar içimizdeki insan sevgisini, merhamet hissini ve dayanışma düşüncesini yok edememişler. Ağladıkça anladım ve anladıkça ağladım. Şimdi yardım zamanı. Şimdi sevgi dilinin tercümanları olarak kırgınlıkları unutup bir daha el ele vererek destek olmanın vaktidir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***