– Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) düzenlediği Demokratik Cumhuriyet Konferansı İstanbul’da devam ediyor. Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’nde düzenlenen konferansın ilk dört oturumu tamamlandı. İki gün sürecek konferansa üç yüzden fazla aydın, yazar, akademisyen, siyasetçi, Alevi kurum başkanları, Emek ve Özgürlük İttifakı’nı oluşturan partilerin milletvekilleri, genel başkanları ve temsilcileri katılıyor.
ÜÇÜNCÜ OTURUM: DEMOKRATİK CUMHURİYET
“Demokratik Cumhuriyet” başlıklı konferansın üçüncü oturumunda Özgür Öztürk, “Türkiye’de kapitalizmin 100 yılı”, Hülya Osmanoğlu, “Cumhuriyet kuruluş dinamiği olarak patriyarka ve feminist mücadele”, Ayhan Yalçınkaya ise “İnançlar ve Cumhuriyet” konularını ele aldı.
ÖZTÜRK: 12 EYLÜL EMEĞE KARŞI SERMAYE DARBESİYDİ
Özgür Öztürk, kapitalist üretimin meta üretim biçimi olduğunu söyleyerek, kapitalizmin sadece mal üretim sistemi değil, ücretli emeğin de yeniden üretildiği bir sistem olduğunu belirterek şunları söyledi:
“12 Eylül işçi sınıfı, emeğe karşı sermaye darbesiydi. Günümüz kapitalizmi demokrasi, özgürlük, refah vadetmiyor. Biz bu cehenneme hiçbir şekilde mecbur değiliz. Bunu değiştirecek gücümü var. Bunun farkına varalım.”
OSMANOĞLU: KADINLAR BARIŞ İÇİN VE ERKEK ŞİDDETİNE KARŞI YAN YANA GELDİ
Hülya Osmanoğlu, Türkiye’de kadın haklarının her daim gündemde olduğunu ancak bu tartışmaların genel olarak İslami karşıtlık ve milliyetçi modernleşme şeklinde iki kavram üzerinden ele alındığını söyledi. Bu iki kavramın Türkiye feminist ve Kürt Kadın Hareketini görmediğinin altını çizen Osmanoğlu, sadece modernizim üzerinden kadınları saflaştırma analizi yapıldığını ifade etti.
1980-1990 yılları arasında sınıf mücadelesinin boyutunun feminist mücadele ile ilişki kurmasının, sınıf mücadelesinin sorunu olduğunu söyleyen Osmanoğlu, Türk feminist ve Kürt Kadın Hareketinin barış için ve erkek şiddetine karşı yan yana geldiğini söyledi ve bir bütün olarak kadın hareketinin güçlenmesiyle patriyarkanın sıkıştığını vurguladı.
YALÇINKAYA: DİN VE DEVLET ARASINDAKİ İLİŞKİ ORTAK BİR KÖKE DAYANIR
Osmanoğlu’nun ardından “İnançlar ve Cumhuriyet” başlığında Ayhan Yalçınkaya konuştu. Din ve devlet arasındaki ilişkiyi anlatan Yalçınkaya, bu ilişkiyi ünlü yazar ve düşünürlerin sözlerini aktararak anlattı. Din ve devletin birbirinin yüzüne bakan iki olgu olduğunu vurgulayan Yalçınkaya, ikisinin ortak bir kökü olduğunu söyledi.
Yalçınkaya, Alevi toplumu ile Kürt toplumu arasında benzer eleştirel bağların olduğunu ifade ederek bu benzerliği, bir örnekle anlattı:
“Ve kendime soruyorum, ben niye buradayım. İki topluluk arasında Kürt topluluklarla, Alevi toplulukları arasında bir bağ var mı örneğin? Dine yaklaşım bakımından… Ve geçtiğimiz günlerde ilginç bir ana tanık oldum. Kürdistan’da bir devletin nasıl şekillendiği üzerine tez yazan bir doktora öğrencimizle konuştuk. Güney Kürdistan’da şöyle bir anlatı duyduğunu söyledi. Dedi ki, bir gün melelerden biri dereye düşmüş. Dere bunu alıyor götürüyor. Biz Aleviler talip deriz müride. Müridi de yanı sıra koşuyor. Elini uzatıyor. Elini ver, elini ver çekip kurtarayım seni diyor. Mele elini uzatmıyor. Sonunda bir gariban Kürt görüyor bunları, yanına geliyor. Ne oldu diyor. Ya diyor bizim Melih dereye düştü. Dere götürüyor. Ben koşuyorum ver elini, ver elini diyorum, bir türlü elini vermiyor. Yahu diyor, saf mısın, nesin diyor. Bunlar vermeye değil, almaya alışmıştır.
‘ELEŞTİREL DAMAR ÜZERİNDEN Mİ İLERLİYORUZ?’
Elini verir mi sana diyor. Ha diyor, haklısın al elimi, al elimi deyince şak yapıştırıyor. Aynı şeyi inanmayacaksınız Dersim pirleri için duydum ben. Dedeler üstüne. Ve bunu çok anlattım. Biri Şafi geleneğinin parçası, biri Kızılbaş geleceğinin parçası. Ama aynı eleştirel damar orada var. Her ikisinde de ortak. Peki biz bu eleştirel damar üzerinden mi ilerliyoruz?”
‘DEVLET DİNİN TEK BİR KAMUSAL YORUMUNU ÜRETİR VE İTAAT BEKLER’
Spinoza’nın, Türkleri kastederek sarfettiği “Kalabalığı yönetmek için hurafeden daha etkili bir şey yoktur. Bu yüzden halk tabakaları din maskesi altında kolaylıkla krallara tanrılar gibi takılmaya bazen de insan türünün baş belasıymış gibi onlardan nefret etmeye itilir” sözleri alıntılayan Yalçınkaya, şunları ekledi:
“Devlet dinin tek bir kamusal yorumunu üretir ve tebaasından yurttaşından bu yoruma itaat etmesini bekler. Bunun dışındaki her yorum evin içindedir. Evin dışına çıkamaz ve kamusal alan ulaşamaz. Dışarıda itaat edin ve bu yorumu benimseyin ama içeride istiyorsanız küfredin. Bu tümüyle size kalmıştır.”
DÖRDÜNCÜ OTURUM: CUMHURİYETİN ANAYASAL SERÜVENİ
“Cumhuriyetin anayasal serüveni” başlıklı dördüncü oturumda, Sevilay Çelenk moderatörlüğündeki hukukçu akademisyenler Murat Sevinç, Dinçer Demirkent ve Levent Köker sunum yaptı. 1921 Anayasası’nın çoğulcu ve katılımcı bir anayasa olduğunu söyleyen Murat Sevinç, bu zaman zarfında yapılması gereken çoğulcu, demokratik anayasanın herkesi ilgilendirdiğini belirtti.
Çoğulcu bir anayasayı sağlamak için tarihte neler olduğuna bakmaya gerek olmadığını söyleyen Sevinç, şunları aktardı:
ANA DİLDE EĞİTİM
“Kürtlere ana dilde eğitim hakkı. Bunun için vallahi tarihe bakmama gerek yok. Yani akıl var, fikir var. Bir insanın ana dilinde eğitimine engellemeye çalışmak e, bu nasıl olabilir yani? Elbette ben ana dilde eğitim hakkını yüz yıl öncesine bakarak savunmuyorum. Bence sağlıklı biri olarak bunu savunuyorum. Bunları savunmak için bütün bunları konuşmak için yeteri kadar şey de var elimizde. Bugünün bize sağladığı imkan da var. Bu her anayasa kitabında doğrudan demokrasi yöntemleri pek çok yerde uygulanıyor mu? Doğrudan demokrasi yöntemleri büyük coğrafi şeylerde uygulanmaz. Bunun için küçük İsviçre kantonu ya da eski Yunan kent devletleri gibi olmak gerekir filan denir. Bir coğrafi büyüklük hep gerekçe olarak gösterilir. Artık büyük ya da küçük Bilişim Devrimi doğrudan demokrasinin bütün imkanlarını artık insana sağlıyor. Dolayısıyla tarihi konuşurken bunlar üzerinde de konuşmak iyi olur.”
DEMİRKENT: 1921’DE HALKIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI ÇOK YAYGIN BİR GÖRÜŞ
“1924 Anayasası: ‘İmkanı kapatan ikinci kuruluş mu?” başlığı altında konuşan akademisyen Dinçer Demirkent, Cumhuriyet’in yüzüncü yılına girerken yeni bir başlangıç üzerinden tartışmaların önemli olacağına vurgu yaptı. Demirkent, 1921 Anayasasının önemli yeni bir başlangıç olduğunu, ancak Cumhuriyetin altı maddelik anayasa üzerinden kurulduğunu belirtti:
“1921 anayasasının birinci maddesinin ikinci cümlesi, halkın kendi kaderinin tayin hakkıdır. Bir daha bu madde hiçbir anayasada yer almadı. Bütün Anadolu’da bu dönem raporlar yazılıyor, sunuluyor. Bu raporların temelinde hangi millet en çok nerede? Milletlerin sicillerini ortaya koyan, bir biriyle karşılaştıran bir rapordu. Sonuçları tahmin edersiniz, Kürtlerin karakterlerine ilişkin görüşler var. 1921 anayasasında var olan halkın kendi kaderini tayin hakkı, o dönem çok yaygın bir görüş. Lozan görüşmelerinde de bu vurgulanır.”
KÖKER: YENİDEN İNŞA CİDDİYE ALINMALI
1961 ve 1982 Anayasalarının Demokratik Cumhuriyet açısından eleştirisi” başlığında konuşan Levent Köker, şunları söyledi:
“Yeniden inşa gerçekten ciddiye alınmalı. Bu konferans bunun neden ciddiye alınması gerektiğini gösterdi. Hukukta bir prensip var, kanunlar anayasaya aykırı olamaz. Normlar birbirini doğurur. Anayasanın da üstünde bir norm yok mudur? Vardır. Normlar olması gerekeni ortaya koyar. Türkiye Cumhuriyeti’nin, 1924, 1960, 1982 anayasasının normlarını arıyorsanız, 1921 olabilir. Bir toplum oturur, kendi kimliğinin ne olduğu üzerine bir karara varır, dostunu ve düşmanlarını da tanımlar, anayasal düzenini inşa eder. Tarihten bu anlamda kaçamıyoruz. Saltanatı kaldırdığınız zaman elimizde bürokrasi ve Türkiye ahalisi var. Bu bürokrasi de askeri bürokrasidir.
‘ELİMİZDE MUAZZAM BİRİKİM VAR’
Demokratik cumhuriyeti inşa etmek istiyorsak, zaten elimizde muazzam birikim var. Anayasa modeli ana hatlarıyla çıkarılabilir. Anayasa Uzlaşma Komisyonu zamanında da (2007) kırmızı çizgiler var. O çizgilere baktığımız zaman BDP’nin muhteşem anayasa önerisi vardı. Bugün nasıl HDP görülmüyorsa, o dönemde BDP görülmüyordu. Kırmızı çizgiler dedikleri 1924 Anayasa’sında yer alan, Türk milliyetçiliği var. ‘Türk milliyetçiliğinden haz ve ilham alarak’ diyor. Anayasanın içinde bakarsanız, temel hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılmasında, kamu yararı gibi kavramlar var. 1971 müdahalesi olunca, ‘Türk milletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü’ deniliyor.”
KONFERANSTA YARINKİ OTURUMLAR
Konferans, yarın “2. yüzyıla girerken: Demokrasi ve Cumhuriyet”, “Demokratik Cumhuriyet ve siyasal-toplumsal güçlerin mücadele arayışı” ve “Nasıl bir gelecek, nasıl bir Cumhuriyet?” başlıklı oturumlarla devam edecek.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***